Ali KAYMAZ yazdı – Yazarımız Eğitim-Sen 11. Kongresi’ni değerlendiriyor: “Neredeyse boynumuza giyotin geçiren kurumsallaşan faşizm karşısına en geniş birleşik mücadeleyi koymamız gerekirken parçalı bir yönetimle sendikal demokrasi anlayışına ters düştük.”
KESK ve Eğitim Sen kurulduğu günden bu yana toplumsal muhalefetin gözü, kulağı olurken siyasi iktidarların da hedefi olmuştur. Bunun en önemli nedeni siyasi ve ekonomik çıkar ilişkilerinin dışında bağımsız ve özerk davranabilmesi, nihayetinde ise kolektif akıl üretebilmiş olmasıdır. Kapitalist küreselleşmenin ‘Yeni Dünya Düzeni’ adıyla yürürlüğe soktuğu neoliberal politikaları, yaşamın her alanında hakim kılıp kendini yeni baştan inşa ettiği dönemde KESK bunun karşısına sınıfın yeniden inşasını ve genelde ise barış ve demokrasi mücadelesini koyabildiği için başarılı olmuş ve dönemin ihtiyaçlarını azımsanmayacak ölçüde karşılayabilmiştir.
Bugün geldiğimiz noktada yeni bir sınıf haritasının oluştuğunu görmeden dönemin ihtiyaçlarına uygun bir politik hat kurmamızın mümkün olmadığını biliyor ve tam da buradan hareketle çalışma ve yaşama koşulları birbirine benzeyen kesimlerin ortak mücadele örgütlerinde bir araya gelmeleri, yeni dönemin ihiyaçları arasındadır diyoruz. KESK ve Eğitim Sen’in bir ‘güvenceliler’ (ki artık bunu söylemek de mümkün değil) örgütü olmaktan çıkıp daha az güvenceli çalışanlara yönünü çevirmesi ve genelde bir sektörel örgütlenme içine girmesi, neoliberal politikalarla küçülen devletin ve büyüyen şirketlerin karşısına kamuyu ve güvenceyi koyması, sendikal demokrasiyi geliştirmesi ve seçim sistemini reorganize etmesi, sektörel örgütlenmeye dair perspektif geliştirmesi güncel görevidir.
Diktatörlüğün panzehiri sınıf mücadelesi
Pandemi koşulları göstermiştir ki ekonomik ve demokratik mücadele biyolojik yaşamımızın da güvencesidir. Bugün gelinen noktada neoliberal politikalarla ‘sağlık reformu’ adıyla sağlık alanındaki dönüşüm ( Esnek çalışmaya dayalı performans sistemi, farklı ücret tarifeleri, özelleştirmeler…) zaten aksak olan sağlığa erişim hakkını ortadan kaldırmış ve içinde binlerce sağlık emekçisinin de olduğu on binlerce ölüme yol açmıştır.
Öte yandan özellikle son beş yıllık süreçte AKP-MHP ortaklı saray rejimi 15 Temmuz darbesinden sonra toplumun tüm muhalif kanatlarına yönelik Anayasa ve uluslararası sözleşmeleri yok sayarak saldırı gerçekleştirmiş, Kanun Hükmünde Kararnamelerle içinde barış akademisyenlerinin de olduğu binlerce kamu emekçisini ihraç etmiş, KESK ve Eğitim Sen’e yönelik bu süreçte özel olarak bir ‘cadı avı’ başlatmıştır. Burada hegamonyanın temel motivasyonu sağlık reformuyla sağlık alanında yaptığı dönüşümü eğitim alanında da yapmak, kamusal eğitimi tasfiye edeceği ve eğitimi kamusal hizmet olmaktan çıkaracağı sürecin itirazını bertaraf etmekti. Şüphesiz Eğitim Sen’in sınıf mücadelesini, barış ve demokrasi mücadelesiyle beraber yürütmesi de burada ana faktördü.
Eğitim Sen 11. Olağan Kongre;
Eğitim Sen Olağan Kongresi içsel olarak sendikaların yeni döneme KESK de dahil olmak üzere adapte olamaması ve nihayetinde karşımıza çıkan sendikal kriz ile; ‘dışsal’ olarak ise faşizmin kurumsallaşma süreciyle beraber sınıf ve özgürlük hareketlerine yönelik çok boyutlu saldırılar ve özel olarak da ağır pandemi koşulları altında oldukça düşük bir katılımla gerçekleştirildi,
Neredeyse boynumuza giyotin geçiren kurumsallaşan faşizm karşısına en geniş birleşik mücadeleyi koymamız gerekirken parçalı bir yönetimle sendikal demokrasi anlayışına ters düştük.
Devrimci Sendikal Dayanışma’nın başkanlık talebi gerçekleşmeyince kongreden çekilmesi, Emek Hareketi’nin KHK’lıları yürütme kurullarında istememesindeki ısrarı ve nihayetinde Genel Kurul sabahı çekildiklerini söylemesi tüm sorumluluığu Demokratik Emek Hareketi’nin üstüne yıkmalarının da teorisine dönüştü. Öyle ki Kamu Emekçileri Cephesi’ne yönelik ihraç kararı bir yıl önce DSD’nin başkanlığını yaptığı dönem Disiplin Kurulu’nda (DEH, DSD, Emek Hareketi…) birlikte alınmışken ve hatta Büro Emekçileri Kongresi’nde aynı gruplar ihraç kararını beraber oylamışken kamuoyunda fazlasıyla ajite edilen ihraçların da sorumluluğunun Demokratik Emek Hareketi’ne yıkılmasına sebep oldu ve tüm bu olanlarla beraber kongrenin sonucunda DEH’İ dar grupçulukla suçlamak, aynı sendikal yapıların riskli siyaset alanına girmemeyi teorize etmesini suçlamaktan daha akil olmayacaktır. Görev yürüttükleri dönemde sorumlu oldukları faaliyet raporlarını dahi okumadan sadece kendi deklarasyon metinlerini okuyup salonu terk eden DSD’nin biri başkanlık olmak üzere iki yürütme görevi isterken ve pandemi koşullarını gerekçe gösterip grupların temsili katılımıyla öncesinde üzerinde anlaşılacak olan yürütmeyi onaylamayı önerdiğinde sorun olmayan kongre, DEH ile uzlaşamayınca sorunlu olmuş ve sınıf siyaseti, kamusallık anlayışı, laiklik mücadelesi, aydınlanmacı bakışa sahip olduğu için DEH ile anlaşamadığını ifade etmesi ise salt kendi siyasetini teorize etmenin de ötesinde özgürlük mücadelesini hedef haline getirmeye çalışan teşhirci bir tarza dönüşmüştür… Sendikal grupların kendi çıkarlarına uygun ilerlediğinde mübah olan kongreyi, istedikleri yürütme görevini aldıklarında demokratik işleyişinden rahatsız olmadıkları sendikayı kendi grup çıkarlarına hizmet etmediğinde eleştirmek, zaten eleştiriye muhtaç olan sendikanın eksenini tarif etmeyen bir suçlamaya dönüşüyor.
Eğitim Sen’i oluşturan düşünsel, tarihsel ve maddi öncüllerin sahipleri kurumsallaşan faşizme karşı birleşik mücadeleyi örmek ve bunu yaparken de kariyerizmi sınıf çıkarının önüne koymaktan ve dar grupçu siyaset anlayışının form bulacağını düşündüğü sendikal zemini istismar etmekten uzak durmalı. Sermaye yeni birikim sürecinde ‘yeni personel rejimi’ ile işçi, emekçi ve halklar üzerinde baskısını logaritmik olarak artırırken, emek hareketini örgütlemek ve emeğin kurucu inisiyatifini üstlenmek gibi bir tarihsel sorumlulukla karşı karşıyayız.
KESK’i sahici bir sınıf örgütü olarak kurmak düşüncesi, kurucu iradenin ortak düşüncesiydi. Bu düşünce 11. Olağan Kongre’de maalesef vücut bulamadı fakat tüm sendikal grupların ve üyelerin sendikayı omuzlamak gibi bir görevi hala var ve bu görevin pratiği yerellerde başlıyor.
Bürokratizm ve monolitizme karşı yaşasın sendikal demokrasi!