Korkut Akın Atilla Birkiye’nin ‘On kadın, bir hayal’ adlı romanı hakkında yazdı: On kadın, bir hayal
KORKUT AKIN
“Batık Bir Gemi”de, “On kadın seçmişim! ‘On kadın ve bir erkek’ diye bir romana başlamıştım. Öncekiler gibi bu da yarım kalmış. Bu gidişle de kalacak” diyen Oktay Akbal’ın sözünü yerde bırakmamak, ona saygı da içeren içten, sakin ve duyarlı, kendince bir roman yazmış Atilla Birkiye.
Yazarlar çapkın olur, güzellikleri bir çırpıda gördükleri ve sahiplenmek istedikleri için tabii… Bir de o güzellikten yenilerini süzmek için de…
Aşka dönüşen güzellikler…
Yaşamın her anında, her alanında birçok insanla karşılaşıyoruz. Birçoğu etkiliyor bizi… Kiminin konuşması, kiminin gülüşü, kiminin yazısı, şiiri… Bir bakışı bile yetiyor bazen; değil mi ki “bir bakış baktın, kalbimi yaktın…”
O zaman işte “ahlâk” diye geliyorlar karşımıza… Oysa yanan kalp benim (burada yazarın… ister şarkı sözü yazsın ister roman… okuyanları, dinleyenleri de katabiliriz içine), kendimce sindirmişim içime, dengini bulmuşum… size ne kardeşim! diyememenin haklı hüznü ile “derinden bakınca gözlerinize, neden başınızı öne eğdiniz.”
Gökyüzünde parlayan bir yıldız
Tam da o, aşk dediğiniz… Karşılıklı olmaktan çok karşılıksız… Kendinizce taşıdığınız, kendinizce dünyalara yaydığınız. İşiniz gücünüz var bir yandan, beklentileriniz de… Kuşkusuz “aşkınız”ın da… Sahi, o bilmiyor aşkınız olduğunu değil mi? Doğru, tam da öyle… kendi kendine gelin güvey olmak deniyor buna. Peki, kötü mü? Hiç de bile! Alabildiğine güzel, alabildiğine coşkulu ve en az bir o kadar da heyecanlı; umutlu çünkü… hayalinizi sürdürebilirsiniz.
Atilla Birkiye, rüyalarda olur ya (filmlerde de) tam yakalayacakken kayıverir elinizden, işte tam da o aşkları anlatıyor akıcı diliyle.
Düşülke…
“’Seni seviyorum’ diyebilirsiniz birine, ‘sana âşığım’ falan da, onun sizi sevmesi, size âşık olması gerekmez, sevgilim demek için sevgili olmanız gerekir, biz değildik, olmadık, hiç ‘sevgilim’ diyemedim!” (s. 80) Ama birkaç cümle sonra “gözlerinde İstanbul uyanıyordu” diyor aynı kadına. Sahi, aşkı yaşamak için yazar mı olmak gerek? Gözlerinde İstanbul uyanan bir sevgiliniz olmasını istemez misiniz?
“İnsan hayallerinde ne kadar özgür oluyor, hayaller sınırların kalktığı düşülke…” (s. 92) diyor yine rastladığı o (hangi?) kadın için…
Evlilik… marangoz hatası
“…bir kere evlenmeliyim, denemeliyim gibisinden gerekçeler söylemişti, benzer gerekçeleri birçok kadından duydum, sıradan insanlar değildi onlar (…) insan bu saçmalığı aşk uğruna pekâlâ yapabilir, hatta tutku uğruna da yapabilir.” (s.112) Yazarın saçma nitelemesini aktarmadım, gerçi belli oluyor, ama bu romanı (novella diyebilir miyiz?) okursanız “yaşamın en büyük buluşması”nı yakalayacaksınız. Sadece ilişkilere değil, hayata bakışınız da değişecek.
Hayatın terazisi yok
Yazarın soru imli cümleleri veya ‘anımsamıyorum’ dedikleri bir boşluğu, bir tedirginliği değil, bir dünyayı anlatıyor. Sahi, öyle değil midir, hepimiz aynı ivecen/sevecen coşku/heyecan içinde olup da karıştırmaz mıyız elimizi kolumuzu, terlemez mi avuç içlerimiz? Konu aşk olunca Birkiye’nin sıradan cümleleri beyninizin kıvrımlarında anlamlanıyor…
Hayatın terazisi yok. İyiyi kötüyü, o anı, geçmişi geleceği tartamazsınız ki… Hele de uzaksa, siz onu içinizde yaşatıyorsanız, hayallerinizde bir arada oluyorsanız…
Tam da o nedenle “On Kadın” bir hayal değil, bir araya getirilmiş/demetlenmiş/buket oluşturmuş hayaller (armutla elmanın toplamının meyve olması gibi) ve bir kadın. O hep düşlerinizde yaşattığınız “tek” kadın.
On Kadın Bir Hayal, Atilla Birkiye, roman, Literatür Yayınları, Şubat 2015, 137 s.