Öfkemiz kında. Hepimizin aklından olur olmadık şeyler geçiyor… Hepimiz bu katil ve hırsız sürüsünden kurtulmak, yaptıklarının bedelini ödetmek istiyoruz… Bu zulme, bu katle, bu gadre bir sözümüz olmalı, AMA NE? Bu devran değişmeli, zulmün, sömürünün çarkları kırılmalı, barışın, eşitliğin, adaletin günü gelmeli, AMA NASIL?
Öfkemiz kında. Hepimizin aklından olur olmadık şeyler geçiyor. Acılarımızı dindirmese de, düşündükçe bir nebze olsun bizi yatıştıran şeyler.
Hepimiz bu katil ve hırsız sürüsünden kurtulmak, yaptıklarının bedelini ödetmek istiyoruz. Ruhlarından suratlarına yansıyan pis sırıtışları, gözlerine yansıyan kin, sözlerine yansıyan alçaklık karşılıksız kalmamalı diye düşünüyoruz.
Bu zulme, bu katle, bu gadre bir sözümüz olmalı, AMA NE?
Bu devran değişmeli, zulmün, sömürünün çarkları kırılmalı, barışın, eşitliğin, adaletin günü gelmeli, AMA NASIL?
***
Her ne kadar közlenmesine fırsat vermeseler de üzüntü, öfke geçici duygulardır. En unutulmaz dediğini unutur insan. En keskin kini körelir zaman içinde. En büyük öfkeleri küçülür ve zamanla yeniden kapılınır gündelik yaşamın akışına.
Duygularımızın aklın duvarlarını yıktığı anlardır büyük dönüşümlerin başlangıç anları. Hakim aklın ruhlarımızı esir tuttuğu deli gömleği böylesi günlerde parçalanır. Yarının, dün ve bugün gibi devam etmek zorunda olmadığı hissi bu dönemlerde güçlenir. İradelerimiz, duygularımız akıl hapishanesinin yıkılan duvarlarından firar eder ve yeni bir özgürlük alanı arayışına girer.
İşte tam da böyle bir dönemdeyiz hepimiz. Bu düzene mahkum değiliz. Değiştirmeliyiz. Değiştirebiliriz. Kendimize başa bir dünya kurmalıyız, dediğimiz bir dönemde.
***
Peki ama ne yapacağız, nasıl yapacağız? Küfürlerimiz, kahırlarımız, dualarımız ve beddualarımız yıkar mı, değiştirir mi bu köhnemiş düzeni? Bu öfke kabarışı, bu isyan, bu reddediş gerçek bir dönüşümü nasıl tetikleyebilir?
Bu karanlığı dağıtmanın tek bir yolu var, öfkemizi örgütlülüğe dönüştürebilmek. Örgütlü kötülükle baş edebilmenin tek yolu karşısına örgütlenmiş iyilik olarak çıkabilmektir. En okkalı küfürler, en derin beddualar, en kapsamlı analizler ancak örgütlü bir mücadeleye dönüşürse ulaşacaktır menziline. Eğer öfkemizi örgütlemeyi başaramazsak hepsi uzay boşluğuna fırlattığımız ses yumakları olarak kalmaya mahkum olacaktır.
Öfkemizi örgütlülüğe dönüştürmekte tek tek hepimize, her ezilen, sömürülen kesime, her kuruma, örgüte, partiye görev ve sorumluluklar düşmekte. Hepimiz birden harekete geçmezsek kartopunu yuvarlamayı başaramayız.
Harekete geç!
Her birey sindiği, saklandığı, sustuğu, kaçtığı, kaçındığı, kendini korumaya aldığını sandığı “mutlu” kozasından çıkmalı artık. Herke silkelenmeli ve üzerindeki ölü toprağını atmalı. Susmak, görmezden gelmek, görünmez olmak sizi kurtarmayacaktır. 5 yıllık Suriye iç savaşının bilançosu 400 bine yakın ölü, 6 milyon evini terk etmek, göç etmek zorunda kalan insandır. Bunların büyük kısmı ateşin kendilerine ulaşmayacağını düşünüyordu ama onlar da yandılar…
Ankara’da patlayan bomba artık sadece Kürdistan’ın, Hatay’ın, sınır illerinin değil batının da savaşın parçası edilmek istediğinin işareti, başlama vuruşudur. Bundan sonrasında bindiğiniz metro, otobüs, arkadaşınızla oturup günün yorgunluğunu atmak için iki kadeh içtiğiniz bar, hemşerilerinizle takıldığınız kahvehaneler, düğünleriniz, pazar yerleriniz, AVM’leriniz, yani yaşamın her alanı bu örgütlü kötülüğün hedefi halindedir. Ya bu gidişatı engellemek için bugün harekete geçersiniz ya da yarın Ege sahillerinden Yunanistan’a kaçış için ölüm tekneleri kiralamaya çalışırsınız. Tercih sizin!
Hüznünüzün, öfkenizin kalıcı sonuçlar üretmesi ancak ve ancak yaşamınızın bundan sonrasında örgütlü mücadelenin parçası olmanızla mümkün olacaktır. Gidişattan rahatsız olan her kişi bir örgütsel ağın parçası olmalıdır. Hiçbir örgütlülüğe ulaşamıyorsa bizzat kendisi binasını, sokağını, mahallesini, köyünü örgütlü hale getirmenin adımlarını atmaya başlamalıdır. Bir örgütsel yapının parçası olmayanın bundan sonra ah vah etmeye de hakkı olmayacaktır!
“Biz nasıl yapacağımızı bilmiyoruz” diyorsanız kaldırın başlarınızı önünüzden. Birazcık kımıldadığınızda ulaşabileceğiniz onlarca devrimci, sosyalist, demokrat yapılanma var etrafınızda. Biri olmazsa diğeri mutlaka hitap edecektir size! Bu yazıyı okuyabilme imkanın varsa, bu örgütlere ulaşma imkanın da var demektir. Hayatta her türlü küçük iş için kullandığın zeka, irade ve cesaretini, örgütlü bir yaşamanın parçası olmak için de kullan!
Ezilenin halinden ezilen anlar
Çeşitli hak mücadeleleri çerçevesinde oluşmuş dernek, platform, vakıf, grup, çevre ve oluşumlar artık “tek başına kurtuluş”un olmayacağının farkına varmalılar. “Biz ayrıyız, şunlarla yan yana gelirsek bize yanlış bakılır” anlayışı “10 Ekim Ankara Katliamı”yla birlikte tarihin çöp sepetine atılmak zorundadır. Herkesin derdi büyük, sorunu ayrı, acısı farklı olabilir. Ama hepimizin çözüm yolu aynı, birleşik, yan yana… Bu ülkeyi ancak bir arada demokratikleştirebiliriz. Biz ayrı ayrı mücadele ettikçe, onlar bizi ayrı ayrı öldürüyor, eziyor, sindiriyor, kandırıyor, yok sayıyorlar.
Ezilenin halinden ezilen anlar. Kimimiz dilini kültürünü, kimimiz inancını, inançsızlığını, kimimiz cinsini, cinsiyetini özgürce yaşayamıyor. Hepimizin tepesinde koca bir “yassak” kılıcı sallandırılıyor ve bu kılıç her gidiş gelişinde bir kesimimizin kellesini uçuruyor.
Artık şunu anlama zamanı geldi, bu devlet ezilenin değil ezenin devletidir, bu devlet haklının değil, güçlünün devletidir, bu devlet mazlumun değil zalimin devletidir, bu devlet halkın değil sermaye ve çıkar çevrelerinin devletidir! Çareyi devlette, hükümetlerde, düzen devamcısı güçlerde arayanlar kasabın bıçağının altına boyunlarını yatırmaktan öte başka bir şey yapmış olmazlar.
Şimdi tüm ezilenlerin birlikte davranma, halkı kucaklama, halklaşma, örgütleşme ve ortak bir strateji etrafında mücadeleyi büyütme zamanıdır. “Benim davam ayrı” diyenin davası mahşere kalacaktır!
Örgütler silkelenmeli
Mevcut tabloya bakıp kimse halinden memnun olmuyordur sanırım. 90 yıllık cumhuriyete gerçek demokrasiye doğru 90 adım attırabilmiş değiliz. Değil sistemi değiştirmek, kuruluşundan bu yana bağrında taşıdığı temel demokrasi sorunlarını dahi çözmeye zorlayamadık ceberut rejimi. Ne halklar, ne inançlar, ne cinsiyet, ne köylülük sorunlarında ileriye doğru atılmış tek bir adımdan söz edemeyiz. Türk, sünni, erkek ve rant düzeni olduğu gibi devam ediyor. Hatta AKP iktidarı göz önünde bulundurulduğunda hemen hepsinde ilerleme değil gerileme söz konusu.
Evet, 12 Eylül silindir gibi üzerimizden geçti. Evet, koca sosyalist sistem çözüldü. Evet, Kürt özgürlük mücadelesinin yükselişi batıda şovenizmi ve devlet baskısını yükseltti. Evet, kapitalizmin/emperyalizmin krizi bölgede gerici güçleri palazlandırıyor ve savaş olarak yansıyor. Ama bunların hiç biri gidişatı olduğu gibi kabul etmemizin ve devam ettirmemizin gerekçesi olamaz. Sistemin bize karşı geliştirdiği önlemler ve mücadele yöntemleri bizim başarısızlığımızın kaynağı değildir. Sistem zaten bunu yapacaktır. Bu onun işi. Biz kendi işimizi gözden geçirmeli, özeleştirel bir yaklaşımla eksiklerimizi tamamlamalıyız.
Bu görevi en başta partimiz SYKP’nin önüne koyuyorum. Seçimlerden sonra başlayacak olan kongre sürecimiz tereddütsüz bir biçimde özeleştirel bir yaklaşımla yeniden konumlanış hamlesi olarak gerçekleşmeli.
Başta sınıf örgütleri olmak üzere siyasi parti ve kurumlarımız öncelikle şapkasını masaya koymalı ve bunun böyle gitmeyeceğinin, gidemeyeceğinin tespitini yapmalıdır. Elimizdeki imkanlar, önümüzdeki tıkanıklar hep birlikte gözden geçirilmeli ve ortak bir mücadele perspektifi ortaya konmalı. Sadece bir takım elim olayların ardından günü birlik yan yana gelişler değil, orta ve uzun vadeli planlamaları olan kalıcı birlikler örmek zorundayız.
Sendikalar kapılarını devrimci kadrolara açmalı, imkanları saklamak yerine paylaşmalı, sınıfın örgütlülük düzeyini arttıracak hamleler tüm siyasi güçlerle birlikte koordineli bir biçimde yapılmalı. Buna engel olan sendikacıları mutlak ve mutlak olarak sendikal alandan uzaklaştıracak toplumsal baskı işçilerin, sendikaların, demokratik ve sosyalist güçlerin içerisinden yükseltilmeli. Örgütlenmenin önüne engel olan bir sendika ağası, bizim siyasal alanımızda yer bulamamalı.
Siyasi parti ve hareketler birlikte/koordineli davranma yeteneğini arttırmalıdır. Tüm eksiklerine rağmen şimdi elimizde HDK ve HDP gibi bir araç mevcut. Bu aracın yaratılmasında büyük emek ve söz sahibi olan Kürt Özgürlük Hareketi geleceğini sosyalistlerle birlikte kurma tercihinde kararlı. Öyleyse bugün yapılması gereken şu ya da bu gerekçelerle bu ortak aracın dışında kalmaya, onunla birlikte fotoğraf vermemeye gayret etmek değil, aksine onun içine girmek, yanında durmaktır. Hakeza, HDK/HDP alanından, dışındaki güçlere karşı ne türden olursa olsun üstten, küçük gören, önemsizleştiren bakış da en az diğeri kadar sorumsuzca olacaktır.
Bunun formülü nasıl olur, hep birlikte tartışırız. Ama “biz illa ayrı duracağız, siz başkasınız biz başkayız” diyenler bundan sonra bunu rahatlıkla diyememeli. Söylediğim gibi, birlikte davranmanın formülü tartışılabilir ama bunu kategorik olan dışlayan, artık dışlanmalıdır.
Ancak devletten ve sermayeden bağımsız olarak oluşturulmuş bir öbek, güç; sermayenin “sosyal demokrat” temsilcilerini demokratik bir dönüşümden yana etkileyebilecektir. Asla tersi değil! Bu bağlamda CHP’nin ya da başka güçlerin demokratikleşmesi (ki elbette istenmeli bu) ancak ve ancak bizlerin örgütlenmesi ve güçlenmesiyle mümkün olacaktır.
Ve elbette tek tek örgütlü birey ve kadroların da duruş ve katılım düzeyleriyle bir hesaplaşmaya girmeleri gerekiyor. Hepimiz rutinlerimizi kırmadan, bugüne kadar yaptığımızdan daha fazlasını ve örgütlüsünü yapmadan bu ablukayı kıramayız. Hem nicelik, hem nitelik olarak etki ve yeteneklerimizi arttırmak zorundayız. Dönemin ihtiyacı olan bilgi, ideolojik derinlik, politik kıvraklık, taktik ustalık, cesaret, kararlılık ve örgütlülüğü kuşanmadan bu tabloyu değiştiremeyiz
Önümüzdeki seçimler yükselerek devam etmekte olan gerilime kimi etkilerde bulunacak olsa da sonlandıramayacaktır. Çünkü bu gerilimin kaynağı sadece iç politikayla sınırlı değildir. Ortadoğu dünyanın tüm çakallarının cirit attığı bir bölge halindedir bugün. Her emperyalist öbek bölgeye kendi çıkarları doğrultusunda bir kama sokmaktadır. Ve sokulan her kamadan fışkıran kan bizim de üzerimize sıçramakta. Ortadoğu halkları kendi iradelerini ve örgütlülüklerini geliştirip hem emperyalist güçlere, hem bölge iktidarlarına karşı mücadeleyi yükseltmedikçe gerilimin tırmanışının duracağı yok.
Öyleyse hep birlikte bu gerilim içerisinde nasıl var kalabileceğimiz, inisiyatifi nasıl ele alabileceğimizi, sonucu nasıl ezilen ve emekçi halklarımızın lehine etkileyebileceğimizi tartışmak ve hep birlikte pratikleştirmek zorundayız.