KORKUT AKIN yazdı: “Barış sürecinin, daha doğrusu masanın devrilmesinin ardından başlayan bu karanlık süreçte sadece Sur’da yaşananları toparlamış Baysal. Her cümlesi, her satırı, her sayfası bedene saplanan bıçak acısı… Gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz.”
KORKUT AKIN
“Bizi toprağa gömebilirsiniz,
ama tohum olduğumuzu bilmiyorsunuz”
Bir şey yapamamanın, bir şey diyememenin, hatta görmemenin, duymamanın haklı hüznünü dile getiriyor insanlar. Yanı başlarındakiler, ellerini uzatsalar tutabilecek olanların bile ellerinden bir şey gelmiyor. Ne büyük zorluk bu… ne büyük acı…
Egemen güç, bir mahalledeki, bir kentteki, bir bölgedeki, bir halkı toptan düşman bellemiş, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmamaya karar vermiş. Çıkan birkaç cılız ses çare ol(a)mamış, engelle(ye)memiş… “Köpeksiz köyde değneksiz dolaşırcasına” insanın içini ürperten, canını yakan, çaresizliğin sıkıntısını yaşatan seslerle baş başa bırakmış.
Neden?
Şöyle diyor biri: “Yaşadıklarımız gerçekti maalesef. Ümit ediyorum bir daha böyle bir şey yaşanmaz, yazık oldu, çok insan heba oldu, gencecik insanlar yok oldu gitti. Niye bu kadar genç öldü, sebep neydi? O hendekler ne işe yaradı? Devleti anladım, o sevmediği bir halkı öldürüyor, bu onun kazancı. Peki ya diğer taraf, onları anlamadım. Onların kazancı nedir? Kendi evlatları öldürülüyor.”
Nurcan Baysal, bir dönemin tanıklığını yansıtıyor “O Sesler”le. Herkesi korkutan, herkesi üzen, herkesi çaresiz bırakan “o sesler”de bir öfke de var… iki tarafın değil, sadece kurban olmaktan kurtulanların ne olduğunu bilememelerinin öfkesi.
Evlerinden kovulan çocuklar…
Küçük küçük hareketliliklerle başlayan, devletin güvenlik güçlerinin hatta mülki amirlerinin bile göz yummasıyla giderek yükselen hendek ve barikatların arkasındakiler keskin nişancılar tarafından sokak ortasında öldürülürken insanlar ne olduğunu, niye olduğunu, nasıl olduğunu bilmeden günler süren sokağa çıkma yasaklarıyla evlerine hapsedilmişler. ‘Sadece onurları var ve onurları için dik durdular’ diyor bir tanık.
Çözümsüzlüğün yansıması
Nurcan Baysal, yalın gerçekliği aktarıyor, kişilerin üzerinden… “O sesler” arasında çözümsüzlüğü yaşayanlar, birlikte paylaştıkları, aylar süren acıyı kendi sözcükleriyle anlatıyorlar. Bir yerlerinizden et kopartılıyor sanki, yaşananları okurken. “O sesler” sizi de rahatsız ediyor, üzerinden zaman geçmesine rağmen, ak kağıdın üzerinde anlamsız tek heceyken bile…
Barış sürecinin, daha doğrusu masanın devrilmesinin ardından başlayan bu karanlık süreçte sadece Sur’da yaşananları toparlamış Baysal. Her cümlesi, her satırı, her sayfası bedene saplanan bıçak acısı… Gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz. “Çaresiz insan küfredermiş” sözüne dayanarak ağız dolusu küfrediyorsunuz, hiçbir yararı olmadığını bile bile.
Bırakın başka büyük şehirlerde yaşayanları, bir sokak ötede olanların bile duymazdan geldiği; gazete sayfalarına yansımayan, televizyon haberlerine konu olmayan, sadece yaşayanları değil, tarihi de yok eden bir büyük yıkım anlatılıyor. İşine gidenler, evinde kalanlar, okula gidemeyen, gitse bile sınıfta ders işleyemeyen, eve dönüşü düşünürken aklını yitirmeye ramak kalan kadınlar, erkekler, çocuklar… En çok da çocuklar ve çocukların yaşadığı travma içini acıtıyor insanın. Okurken yaşıyorsunuz ve gözyaşlarını tutamıyorsunuz. İşin kötüsü, hala devam ediyor bu haksızlık ve hadsizlik.
O Sesler, Nurcan Baysal, Dipnot, 2018, 168 s.