Önce İlhami Aras’ın şokunu atlatmalıydım, yazı yazabilmek için. Henüz nefes almaya başlamadan, bu kez sevgili dostum Celal Başlangıç’ın ölüm haberini aldım.
Daha fazlası olamazdı sanırım, daha acımasızı, daha acıtanı bir yüreği, böylesine kasıp kavuranı. İki değerli insanı, birkaç gün ara ile peş peşe kaybettik. İki arkadaş, iki yoldaş, iki dost birlikte sayılabilecek bir zaman aralığında peş peşe terk ettiler beni. Bir başka yazıda anlatacağım Celal Başlangıç’ı, yazacağım elbette onu, ama iki devin tanımını bir yazıya sığdırmak mümkün değil. Önce, en eski dostum, politik tavır alışımda kendini örnek almaya çalıştığım ve “abim” olarak tanımladığım İlhami Aras üzerine konuşmak istiyorum.
Yani, Hüseyin Cevahir ve Sebahattin Kurt ile birlikte, önüme örnek olarak koymaya çalıştığım, üçüncü “rol-modeli” aktarmak istiyorum: İlhami Aras.
Yani SBF’de ağabeyim, devrimci mücadele içinde yoldaşım, Suriye ve Lübnan’da sırdaşım, örgütsel her türlü sorunu paylaşabildiğim önderim Ebu Murat yoldaşımdan, yani, içi-dışı bir olan insan güzelini, ve daha da önemlisi, başından itibaren tanığı olduğum o muhteşem aşkın, dönemi içinde tanıdığım en dürüst aşık’ı. Siyasallı günlerinden beri tanığı olduğum bir “Leyla ve Mecnun” öyküsünün erkek kahramanı.
“İlhami Aras” deyince, öncelikle THKP-C’nin kurucu kadrolarından biri olan bir önderden söz ediyoruz. O, kendini, yaşam içerisinde hiçbir komplekse kaptırmadan, kendini bire bir insanla eşitlemiş, başarılarını hep başkalarıyla paylaşmış bir alçakgönüllülüğün yaşayan anıtı idi. Mahir Çayan’ın en yakın çevresinde yer alan bir savaşçı idi İlhami Aras, nam-ı diğer: ”Kaptan”.
Ve biz “İlhami Aras” adını “M.K.Kaçaroğlu” adıyla birlikte duyduğumuz her dönemde müthiş bir özgüvenle doluyor, müthiş bir enerji kazanıyorduk.
Evet, ondan söz ediyorum: Lider üretiminde hayli kısır olan Türkiye Devrimci Hareketi’nin gerçek anlamda önder isimlerinden, Mahir Çayan’ın yoldaşlarından İlhami Aras’tan söz ediyorum elbette.
THKP-C ve daha sonra Kurtuluş Hareketi’nin kurucu liderlerinden Mustafa Kaçaroğlu ile birlikte, 68 Kuşağının bütün heyecanını yeni kuşaklara taşıyan iki efsane ismin birinden söz ediyorum: Hani ölüm ile yaşamı değiş tokuş yapmak mümkün olabilseydi, hiç düşünmeden onun için yaşamımı seve seve vereceğim Ağabeyim İlhami Aras’tan söz ediyorum.
Geçirdiği bir kalp krizi sonucu kaldırıldığı hastanede yaşamını yitiren İlhami Aras, ne yazık ki günümüzde, (Kaçaroğlu ile birlikte) kendisini örnek almaya çalıştığım son Mohikan idi. Ve İlhami Aras, “ağabey” olarak tanımladığım yüce bir yürek idi. İlhami de, Kaçaroğlu da aynen Mahir Çayan gibi, Hüseyin Cevahir gibi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin medar-ı iftiharı idiler.
Karacaahmet Mezarlığı onu bağrına basarken, o büyük insanın yaşarken karşılaştığı işkenceleri hatırlayarak ürperdi.
Ve toprak yeniden onurlandırdı kendini, Aras ile buluşarak.
Cezaevinden bir görüntü: Orta sırada, soldan 5. İlhami Aras; aynı sıra 8. kişi Ayçiçek; Ayçiçek’in önünde M.Sayın, en altta oturanlardan sol başta Kaçaroğlu.
***
Ülkede onunla birlikteydim. Ortadoğu’da onunla birlikte oldum. Ve sonrası bildik öykü. Beni Avrupa’ya gönderdikten sonra kendileri ülkeye döndüler ve ne yazık ki kısa bir süre sonra büyük bir operasyonla örgüt çökertilerek İlhami de yakalandı.
Cezaevinden çıktıktan sonra, ve benim siyasal olarak ilk kez ülkeye gelebilme olanağını kazandığımda, tekrar karşılaştık onunla. Abartısız olarak söylüyorum: Olağanüstü bir zekaya sahipti. İstanbul’da buluştuk. Beni bir çay bahçesine götürdü. Masada otururken montum dikkatini çekti ve: “Hey, Avrupa’da böyle demek ki, yani istediğin zaman kadın montu giyebiliyorsun, değil mi?” (Büyük fotoğraftaki üzerimdeki mont). Şaşırmıştım, nereden çıktı bu algı. Neden kadın montu giyeyim ki? “Niye böyle bir soru sordun?” dediğimde sakince yanıtladı: “Ama üstündeki kadın montu!” Şaşırmıştım ve gerçekten anlamamıştım. O ise devam etti: “Fermuarı ters de, onun için söyledim!”
Şaşırmıştım. İlk kez ülkeme “yasal” olarak girecektim. Acele ile evden çıkarken rengi benzediği için, kızımın montunu alarak çıktığımın farkında bile değildim. Ve o benim karşımda otururken fark ederek bu soruyu sormuştu. Kaldığım eve giderken montumun fermuarını görmesinler diye ellerimi garip bir tarzda göğsümü kapatacak biçimde tutmaya çalıştım. İlginçti, o güne kadar da kimse üzerimdeki montun kadın montu olduğunu fark etmemişti.
***
Her iki haftada bir arayacağım sözünü vermiştim. Tabi onun her görüşmenin tarihini özel defterine kaydettiğinin farkında bile değildim. Bir görüşmede bana neden zamanında aramadığımı sorduğunda hemen “aradım yaa” diye cazgırlaşmaya başladım. İlhami “bir dakika” dedi. “Şimdi bak…sen şu tarihlerde beni aradın! ” diye devam etti: Ve onu aradığım bütün tarihleri, saatleriyle birlikte ve varsa eğer verilen sözlerin de kaydıyla deftere geçirdiğini bilmiyordum elbette.
***
Yaşamımda Cevahir’in yoldaşlığı, Sabahattin Kurt’un mütevazılığı; İlhami’nin herkes ile kurabildiği eşitlenmiş abiliği; Kaçaroğlu’nun kalbinden fışkıran ve etrafını da etkileyen dayanışmacı ve coşkulu ruhu…
İyi ki onların çağında yaşamışım. İyi ki onları tanımış, yoldaş olmuşum!
Ve biliyorum, insanlığın hak ve özgürlük davası sürdükçe en önde yine onlar olacaktır.
Ve ben yaşadıkça onlar hep İlhami olarak adlanacak, İlhami olarak gürül gürül yaşayacaktır bu dünyada!
05.05.2024