TÜLAY HATİMOĞULLARI – Diğer Yazıları …
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi’nin Enternasyonal Bürosu adına görüşmeler yapmak üzere gittiğimiz Suriye ve Lübnan’da komünist, devrimci, demokrat partilerle çeşitli istişarelerde bulunduk. Dünyada yaşanan ekonomik kriz, krizin Ortadoğu’ya yansımaları, yaşanan terör olayları ve failleri üzerine değerlendirmeler yaptık. Ufuk açıcı olan bu görüşmelerde anti-emperyalist ve anti-siyonist cephenin oluşturulması üzerine karşılıklı öneriler sunduk, tartışmalar yaptık. Bu görüşmelerle ilgili rapor kamuoyu ile paylaşılacaktır. O nedenle bu yazıda sadece gördüklerimi ve hissettiklerimi paylaşmakla yetineceğim.
Sokaklar ıssız. Kasvetli bir hava sarmış her yeri. Evlerine erken çekilenler… “Güvenli” otel ve ev odalarına sıkışmış onlarca kişi, bazen bir odaya 2-3 aile… Rakka’dan, Halep’in özellikle köylerinden kaçarak hayatta kalma mücadelesi verenler. Ve kendi topraklarındaki sürgün öğrenciler, işçiler. Buna sebebiyet vermeye devam eden havan topları ve bombalar. Şimdi şehrin bazı mahallelerinde, şanslıysa sadece delik deşik olmuş, şanssızsa tamamen yok olmuş binalar. Ve tabii ki hayatlar. Tek tek yok olan 200 bini aşkın hayat. Kelimelerin kifayetsiz olduğu zaman bu olsa gerek.
Her an bir bomba patlar hesabıyla insanlar iş yerlerine en ufak bir yatırım, tadilat yapmıyor. Şehri yaşlandıran sebeplerden biri de bu sanırım. Kırık camlar, duran saatler. Gecenin sessizliğini bozan tik-tak, tik-tak… Yok… Siyaha ve beyaza bürünmüş imgeler. Renkler yok oluvermiş sokaklarda, yüreklerde, siyah-beyaz, siyah-beyaz… Ölüm-kalım, ölüm-kalım…
Işıkları parıltılı Şam… Mutlu ve neşeliydin. Sokağında hareket, toprağında bereket vardı. Misafirperverdin alabildiğine. Arapların konuklarına ısrarla yemekler sunması, ikramlarda bulunmasıyla da meşhurdun bir Arap kenti olarak. Şimdi ise konuklarına eskisinden farklı davranıyorsun. Alınganlık yapmadık emin ol, savaşın pek çok şeyi -şimdilik- değiştirdiğini biliyoruz.
Türkiye’den geldiğimizi anlayan her insandan istisnasız olarak duyduğumuz sorular, sorular… “Türkiye sınırlarını tekfircilere neden açtı? Bizden ne istiyor? Biz onlara ne yaptık? Hani komşuyduk? Hani vizeler kalkmıştı? Yemek yemeye, alışveriş yapmaya geliyorduk rahatlıkla ülkenize? Siz de öyle. Bu zulüm niye?” İçinde yaşadığım ülkenin kanun ve nizamına uzun yıllardır muhalefet eden biri olarak ilk kez bu kadar büyük bir utanç yaşadım. “Biz aslında bu savaşı istemiyoruz. Türkiye’de milyonlarca insan bu savaşı istemiyor. Buna karşı çıktık ama…” demek istedim. Aklıma ABD’nin Vietnam’a saldırısı geldi. ABD halkının bu savaşı durduracak düzeyde yaptığı eylemler geldi. ABD halkının o dönemde kendi askerlerini geri çağırışı geldi. Bir de dümeninde Erdoğan ve Davutoğlu’nun oturduğu AKP dış politikasının bölge gerçeklerinden uzak, çıkmaz sokaklara sapan uygulamalarının yanı sıra, mezhepçilikten başları dönercesine yaptıkları geldi aklıma. Ve elbette sokak gösterilerine AKP’nin verdiği düşmanca, bir yanıyla komik, ama bütünüyle insanlıktan uzak tepkiler.
Pırıltısı hiç eksik olmayan şehir. Hizbullah’ın İsrail güçlerine, Kuneytra suikastına karşın yaptığı misilleme, Beyrut başta olmak üzere birçok Arap ülkesinde büyük bir mutlulukla karşılandı. Tabii ki Filistin halkı için bu eylem çok daha özeldi. Bu mutluluk insanların yüzlerinden, ruhlarından şehre yansıyordu.
Farklı etnik grupların, dinlerin, dillerin, renklerin buluştuğu şehir. Sokaklarında oldukça rahat bir hayat hâkim. Ama aynı zamanda attığın her adımda çok çeşitli gizli servislerin nefeslerini ensende hissedersin. Bir Ortadoğu klasiğine dönüşen aşırı güvenlikçi bu tarz, hayatın bir parçası oluveriyor. Bunlar yine de Beyrut’un parıltısını azaltamıyor.
Savaşın gölgesindeki yaşamın olağanlaştığı bir bölge artık Ortadoğu. 2006’da İsrail’in Güney Lübnan işgaline karşı, Hizbullah liderliğindeki direniş halka büyük bir umut olmuştu. Zafer sonrasında dünyanın birçok yerinden partilerin, örgütlerin, bireylerin katıldığı Beyrut Konferansı’nda bizlere dağıtılan kalemlerin, çakmakların vb üzerinde “Nuf’us, v’nur’us, vın3arep” (alkışlarız, dans ederiz/oynarız ve savaşırız) yazıyordu. İşte Arapların gerçeği. Sokaklarda tam da bu hâkim. Şam’ın kasvetli havasına bile bu anlayışın bir şekilde sızıp zuhur ettiğini görebilirsiniz.
Barışa, kardeşliğe, özgürlüğe susamış bu coğrafya için yapılacak ne çok iş varmış.