Hasan KUL yazdı: Çoktandır Diyanet İşleri Başkanı’nın konuşmalarına alışmıştık: Siyasal İktidarın uygulamalarına uygun fetvalar veriyor ve yurttaşları bu uygulamalara kabule/rıza göstermeye çağırıyordu.
Hukuk Kurumu’nun, “Anayasaya göre bağımsız ve tarafsız” olması gerekirken yine siyasal iktidarın bir aparatına dönüştüğünü, talimatla karar verdiğini üzülerek izliyorduk. “Bu kadarı olmaz” denilen şey oldu ve siyasal iktidarın dünyada eşi benzeri görülmemiş, “iktisat politikaları” ve buna gösterilen tepkiler MGK’nın gündemi oldu ve MGK tavsiye niteliğinde değil, emir niteliğinde kararlar aldı.
Anayasasında “laik, demokratik bir hukuk devleti” olarak tanımlanan bir ülkeyi yönetenlerin, aldıkları karar ve uygulamada dini referanslar kullanmalarının yanlış olduğunu başka bir yazıda belirtmiştim, bu konuya girmeyeceğim. Ancak görünen o ki, siyasal İktidar, “düşük faiz, düşük ücret, yüksek kur, yüksek enflasyon uygulamaları sonucu: Üretimde, yatırımda ve istihdamda büyüme öngörmektedir”. Kamuoyuna da konu bir “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” olarak sunulmakta, karşı çıkanlar, eleştirenler ise ulusal kurtuluş savaşımızdaki “Mandacılık”la suçlanmaktadırlar.
Benzer söylemlerin ve uygulamaların 90’lı yıllarda Başbakan Tansu Çiller tarafından söylendiğini ve ülkenin 5 Nisan kararları ve krizi diye adlandırılan ağır bir bedel ödediğini üzülerek anımsadım. Ekonomi bir bilim ve her bilimin olduğu gibi ekonomi biliminin de araştırmalara, uzun yılların deneyimlerine dayanan varsayımları, genellemeleri ve yasaları var. Siyasal iktidarın, emeğiyle geçinenlerin yoksullaşması pahasına ısrarla sürdürdüğü, “faiz sebep, enflasyon netice” politikasının bilinçli bir tercih olduğunu yukarıda açıkladım. Buna göre faiz düşünce kur yükselecek, kur yükselince yabancı yatırımcı gelecek, işgücü ucuz olduğu için yatırım yapacak, üretim artacak, ürettiğimiz ürünleri de yine yabancılara satacağız.
Bir ülkenin parasının değerinin düşmesiyle ülkedeki kaynakların, yabancılara göre çok ucuzlayacağı, şirketlerin kelepir fiyatına satın alınabileceği bir gerçektir. Her akşam TV’de Avrupa’nın en yoksulları arasında sayılan Bulgaristan halkının Türkiye’de alış veriş yapmak için uzun kuyruklar oluşturan araçlarla geldiklerini görüyoruz. Finans sektöründe bir banka beş yıl önceki değerinin altında satışa çıkarılmaktadır. Siyasal İktidarın yeni paradigmasına göre yükselen döviz, ucuzlayan emeğin cazibesine kapılan yabancı sermayenin ülkemizde yatırım yapması öngörülüyor. Ancak şu da bir gerçek ki, hukuk güvenliğinin olmadığı, öngörülemeyen bir ülkeye yabancı sermaye pek itibar etmemektedir.
Ayrıca siyasal iktidarın artık yadırgamadığımız kimi söylemleri başta demokratik kuralların işlerlikte olduğu ülkelerin halkları olmak üzere yatırımcısını da etkilemektedir. Muhalefete bir bütün olarak nefret dili kullanan siyasal iktidar, bu olumsuzluğu cezasızlıkla taçlandırmaktadır. Bu konuda sayın Cumhurbaşkanı’nın iki söylevi oldukça dikkat çekicidir: “Muhalefet iktidara talip olduğunu söylemekten vazgeçmelidir. Devleti beceriksiz CHP’ye ve HDP’ye bırakamayız.”
Bu söylem bir ray değişimidir. Siyasal İktidarın bir trene benzettiği demokrasi treninin artık binilmesi gerekmeyen bir araç olduğunun zımnen değil açık beyanıdır.
Ne oluyor? sorusunun yanıtını verdik sanıyorum. Şimdi de ne yapmalı? sorusuna bakalım. “Tarihte yaşanan bir olay, ilk yaşandığında trajedi, ikincisinde komedi olur”. 80 öncesinde bizler dışımızdaki örgüt ve yapılarla ortak yanlarımızı değil, nerede ayrıştığımızı bulmaya çalışırdık. 12 Eylül, filmin sonunu açıkça söyledi; Aslında siz kardeşsiniz, yok birbirinizden farkınız. Ve hepimizin üstünden bir silindir gibi geçti. Özellikle Türk Tipi Başkanlık sistemine geçildikten sonra, kurum, kural ve tüm cumhuriyet kazanımları yeni paradigmaya uygun olarak değiştirilmiştir. Muhalefeti, “Cumhurbaşkanı değişsin gerisi kolay” düzeyine indirgemek yeterli değildir. Parlamentoda olsun, parlamento dışında olsun tüm muhalif parti, sivil toplum örgütü, demokratik kitle örgütü, platform ve kolektiflerin belirli ilkeler doğrultusunda bir araya gelerek ne yapmalı? sorusunun yanıtını araması gerekir. Çok geç olmadan.