KORKUT AKIN yazdı: “Evrim Alataş, Kadın, Kürt ve Kızılbaş olarak nitelemiş kendisini… Üçü de aykırı, üçü de öteki… Yazdıklarıyla onları anlatmış, anlattıklarıyla da rehber olmuş. Burcu Karakaş da Evrim Alataş’ı çok iyi anlatmış. Okunması gereken bir hayat hikayesi…”
KORKUT AKIN
Bıçak kemiğe dayandığında bile hayata gülerek bakabilen, bunun da umudu ve heyecanı güçlendireceğine inanan insanlar vardır, tanımışsınızdır… Tamam, çok azdırlar, ama vardırlar. Size de iyi gelir onlarla bir arada olmak, konuşmak, belki el ele tutuşmak… Bir de onları anlatanlar vardır, tanımadıklarınızı da tanıştıran, daha da ileri götürüp hayatın -bir kat daha- güzelleşmesine yol açan…
Bir dönemi yaşayan, hayatın içinde yaşananları dert edinen, sorunları gidermek, yaşamları güzelleştirmek isteyen birçok insanın adını bir şekilde “aklına mıh gibi çaktığı” biri var(dı): Evrim Alataş.
Hemen düzeltmem gerekir; çünkü adını aklımıza çakan kendisiydi… Yazılarını okuyup da unutabilen, peşine düşmeyen var mıydı, bilemiyorum. Şimdilerde çok daha yaygın kullanılan sosyal medyadan gelen iletilere baktığımda, sağcısı solcusu, ilericisi muhafazakârı, Kürdü Türkü, ılımlısı keskini, laiki dindarı herkes ama herkes keyifle okuyor, yazdıklarından bir ipucu yakalamaya çalışıyordu…
Erken gitti…
Evrim’in adını nasıl aldığı, ailesiyle (özellikle dayısı Teslim Töre ile), arkadaşlarıyla, göçleri ve yaşamıyla ilgili konuları kitaba bırakıp yaşama bakışını aktarmak istiyorum. Bencileyin kitabın yazarı Burcu Karakaş da yüz yüze tanışmamış Evrim Alataş’la, ama oturmuş yazmış… Bence de çok iyi etmiş.
Güzel insanların erken “gitmesi” üzüntü verici… Yaşayacak çok günleri vardır muhakkak da, önemli olan yazacakları… Çünkü kendine has dili, muzipliği, coşkusu, heyecanı “daha… daha…” dedirtiyor insana.
Bir gazeteci, yazar Evrim Alataş… Sokağın diliyle sokağın nabzını tutan, özellikle çocuklara bakan, onları savunan bir yazar. O kısacak yaşamına bir de senaryo sığdırmış: Min Dît (Ben Gördüm). Filmde yalınlığı, içtenliği, gerçekçiliği Antalya Film Festivalinin jürisi de görmüş ki, Behlül Dal Ödülü vermiş… İzlemek gerek. Belgesel tadında gerçekçi bir film. İlk oluşu nedeniyle sadece izleyenlerin değil, herkesin aklına kurt düşüren bir film.
Aradan geçen bunca yılda…
Evrim Alataş, Diyarbakır’ı çok sevmiş. Malatya’da başlayan yaşam süreci İstanbul’un ardından Diyarbakır’a ulaşmış. Hastalığının en zorlu günlerinde bile Sur sokaklarında dolaşmayı, evlere misafir olmayı, onlarla sohbet etmeyi bırakmamış. Bir an için, “aslında iyi mi oldu ne” diye geçiriyorum içimden, kendime kızarak. Çünkü artık ne Sur var ne Bağlar ne de oradaki yaşam. “Ülke bölünüyor” düşüncesindeki egemen erkin gözü o kadar dönmüş ki, taş üstünde taş bırakmadı oralarda. Oysa Evrim Alataş, bir çocuğun anne babasız kalmasının, sokaklarda dolanmasının kendisini daha fazla rahatsız ettiğini söylüyor. Asıl belirleyici aradaki bakış farkı.
Kadın, Kürt, Kızılbaş…
Evrim Alataş, Kadın, Kürt ve Kızılbaş olarak nitelemiş kendisini… Üçü de aykırı, üçü de öteki… Yazdıklarıyla onları anlatmış, anlattıklarıyla da rehber olmuş. Burcu Karakaş da Evrim Alataş’ı çok iyi anlatmış. Okunması gereken bir hayat hikayesi…
Ayizi kaybolmasın…
İlknur Üstün, Aksu Bora ve Selma Acuner 2010 yılında Ayizi yayınevini kurarken Eylem Alataş gibi erken “gitmeyi” düşünmemişlerdi muhakkak. Yüzü kadınlara dönük, kadınların yazmasını isteyen ve destekleyen, bu anlamda da feminist bir yayınevi(ydi) Ayizi. Toplam 63 kitap yayınlamış. Okurun ilgisini çeken, tanıtımları yapılan kitapları var. Maddi sorunlar nedeniyle, “Yazmaktan vazgeçme” diyerek kapanmış…
Tabii ki üzücü. Tabii ki içinde bir şeyler kopuyor insanın. Birçok okurun gerek arayarak gerek mesaj atarak destekleme dileklerine rağmen kapanması yazma hevesi oluşan genç kadınların nasıl destek bulup dosyalarını nasıl yayınlatacaklarını getiriyor akla… Madem bunca destek var, madem bunca isteniyor; bir yayınevi “Ayizi Dizisi” ile hem bu yayınevinin çabasını alkışlamış olur hem de birçok yeni yazara rehber olur.
Ne Olmuş Güldüysek -Evrim Alataş Kitabı-, Burcu Karakaş, Ayizi Yayınları, Haziran 2018, 165 s.