B. Akpolat yazdı
Her yılın son günlerinde, işçi sınıfının gözü önünde bir tiyatro oynanır. Oyunun konusu Asgari Ücreti belirlemedir; oyuncuları ise Asgari Ücret Tespit Komisyonu denilen 5’i Çalışma Bakanlığı, 5’i patron (TİSK), 5’i de işçi (Türk-İş) temsilcilerinden oluşan 15 kişidir. Ve her yılın sonunda bu oyun aynı cümlelerle, aynı sonla biter: “Hükümet’in bütçeye asgari ücretle ilgili koyduğu yüzdelik artışları yetersiz bulan sendikalar, asgari ücretin o kadar değil bu kadar olmasını istediler.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu’ndaki yoğun tartışmalardan sonra asgari ücret, Hükümet ve patronların temsilcilerinin oy çokluğu ile Hükümet’in ve patronların istedikleri düzeyde belirlendi. Sendika temsilcileri karara ‘muhalefet şerhi’ koydu!..”
Peki, Asgari Ücreti kim belirler?
Asgari ücret, ülkedeki çok farklı ekonomik, toplumsal ve siyasal dengeler sonucunda belirlenir ve işçiyle patronlar arasındaki paylaşımın ve işçilerin çalışma ve yaşama koşullarının temel belirleyenlerinden biridir. Bir ülkede belirlenen Asgari Ücret sadece asgari ücretle çalışanların ücretlerini değil tüm çalışanların ücret düzeylerini belirler. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda sonucu, 5 bürokratın tavrı belirler. 5 bürokratın tavrı ise ülkedeki ekonomik, toplumsal ve siyasal dengeler göz önünde bulundurularak Hükümet tarafından kararlaştırılır. Diğer bir deyişle, Asgari Ücret Tespit Komisyonu, sürece bir katılım görüntüsü vermek amacıyla düzenlenmiş bir kurumdur.
Asgari ücretin bilimsel yöntemlerle belirlenmesi mümkün değil midir?
Hayır; asgari ücretlerin ve genel olarak ücretlerin belirlenmesinde “bilimsel” ölçütler yoktur. İşçi, emek gücünü satar. Emek gücünün fiyatı; emek gücünün üretimi ve yeniden üretimi için gerekli olan gereksinimlerden oluşur. Ancak bu gereksinimler zaman içinde değişir ve hangilerinin “mutlaka gerekli” olduğu son derece politik bir karardır. Örneğin, işçinin evinde internet olmalı mıdır? İşçi et yemeli midir? İşçi tatil yapmalı mıdır? İşçi, çocuğuna üniversite eğitimi aldırabilmeli midir?
Bunlara ve benzeri sorulara verilen yanıtlar, belirli bir tarihsel dönemde emek gücünün yeniden üretiminde asgari koşulları belirler. Bugünkü asgari ücret, bu sorulara verilmiş bazı yanıtların ürünüdür. İşçilerin bu soruya verdikleri yanıtlar, asgari ücrete ancak örgütlülükleri ve mücadeleleri oranında yansır. Asgari ücretle çalışan işçilerin fazla bir güçleri (örgütlülükleri) de olmadığından, onların yanıtlarının sonucun belirlenmesindeki etkisi de çok küçüktür. Bugün asgari ücretli işçiler, günde 16 saate kadar çalışarak barınma ve temel gıda ihtiyaçlarının ancak bir kısmını karşılayabiliyor.
Asgari ücretin insanca yaşanabilir düzeyde olmaması bir yana mevcut sefalet ücreti üzerine bir de yüksek vergilendirmeye tabi tutulur. Asgari ücretin “bilimsel” olarak hesaplanmasının mümkün olmadığı ileri sürülürken, ince ince hesap yapılmış gibi belirlenen asgari ücretler de “bilimsel” değil midir? Değildir. Ücretin “bilimseli” veya “bilimsel olmayanı” olmaz. Ücret ve asgari ücret, belirli ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullarda, sınıf mücadelesinin düzeyine bağlı olarak oluşur.
Asgari ücret hangi etmenlerin etkileşimiyle belirlenir?
Örneğin, işsizlik artıyorsa, emek gücünü çok düşük fiyatlarla satma eğilimi güçleniyorsa, asgari ücret yeterince artmaz ve hatta patronlar tarafından asgari ücretin düşürülmesi veya kaldırılması gündeme getirilebilir. Şimdi uygulamaya sokulmak istenen “Bölgesel asgari ücret uygulaması” sermayenin asgari ücreti düşürme girişiminden başka bir şey değildir. Kayıt dışı işçiliğin yaygınlaşması da aynı sonucu doğurur. Asgari Ücret düzeyinin bu kadar düşük olması, bir haksızlık değil, tarafların karşılıklı güçlerinin sonucudur.
Sınıflar arasındaki ilişkilerde “haksızlık” ve “haklılık” gibi kavramlar işe yaramaz; karşılıklı “güç” konuşur. Belirli koşullarda gücün ne kadarsa, o kadar hak alırsın. Demirel’in ifadesiyle, “ne kadar ekmek, o kadar köfte.” Öyleyse, Asgari Ücret masa başında değil mücadelenin içinde belirlenir. Asgari ücreti insanca yaşanabilir bir düzeye çekmek sadece ekonomik değil aynı zamanda politik bir mücadeleyle mümkün olabilir. Ancak nihayetinde emek ve artı değer sömürüsünü tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyen bir perspektifle yön verilmiş işçi sınıfı mücadelesi dönemsel kazanımları sonuna kadar götürmeye muktedir olacaktır. İşçi sınıfının örgütlülüğüyle, gücüyle taraf olmadığı, masaya bağlanmış bir asgari ücret tartışmasında sendikaların yüzde 100, yüzde 300, yüzde 500… zam istiyor olmasının hiçbir kıymeti yoktur.
Sonuçta, hükümetin ve patronların dediğine boyun eğeceksen yüksekten konuşmanın hiçbir kıymeti yok! Bu nedenle, Türk-İş’in yüzde şu kadar zam istemiş olması değil, daha iyi bir asgari ücret için işçi sınıfının ne kadar mücadele edeceği esas sorundur. Böyle bir mücadele için üzerlerini düşeni yapmayan sendikaların asgari ücretten rahatsız olmaları, karara “muhalefet şerhi!” koymalarının da hiç bir önemi yoktur. Bu sadece hükümet ve patronlarla yapılan iş birliğinin üstünü örtme çabasıdır. O zaman yapılması gereken açıktır. Ne kadar mücadele o kadar Asgari Ücret!