Bir oluşa, duruma, kavrama karşı konum belirlemek aksi düşünülemeyecek bir şey. Tüm insanlar hayatlarında, yaşadıkları alan içinde gördükleri, öğrendikleri, hissettikleri üzerine belli konumlar alır. Böylelikle kimi kendince “ahlaklı” olanı yapar kimi “bilgece” davranır. Bu konumlanışları çoğaltmak mümkündür. Sosyalistler için ise bu konumlanışlar sınıf savaşımı, bu savaşımın araçları ve tarihi ışığında var olur. Sosyalistler için konumlanışların kendisi “mutlak” olarak var olmaz; hayatın içinde değişir; deforme olur; yıkılır; yeniden inşa edilir veyahut yarası sarılır. Bu hayatın hareketinin, değişimin ve dönüşümün bir başka deyişle diyalektiğinin de bir sonucudur.
Seçimlere dair sosyalist sol ile ilgili yazdığım bir önceki yazımda Halkevleri, ÖDP ve TKP’nin aldığı tavırlar hakkında bir eleştiri yazısı kaleme almıştım. Bu yazıya kısmen İnönü Alpat yanıt vermiş. Bu yazının konusu ile de ilgili olan bir cümlesi var: “Şu açık ki herkes kendi durduğu yere göre yaşananları okumaktadır.” Elbette başta belirttiğim gibi herkesin bir konumu vardır. Ancak sosyalistler için bu konumların kendisi sorgulanmaz, mutlak ve tek gerçek değildir. Bu nedenle ideolojik mücadele alanı vardır. Ve bu alan bir “etki” alanıdır. Bu etki bir yerin dibine sokma, kirli bir polemik yaratmaktan öte Türkiye’deki sınıf savaşımın seyri ve demokrasi mücadelesinin yükseltilmesini hedefler. İnönü Alpat’ın yazısında kendi adıma düşen ve ideolojik mücadele dışında gördüğüm en mühim cümle:“Tamam, inanan inansın ama Tuzluçayır’da, Keçiören’de, ellerinde Deniz Gezmiş posterleriyle Mansur Yavaş’ı protesto ederken dayak yiyen Halkevci gençlerin masumiyetine dokunulmasın bari” cümlesi. Bir konumlanışın “mutlaklaştırılmasının”, “tartışma dışılaştırılmasının” cümlesi olarak bu cümle bizim omzumuza bindirilmiş ağır bir yük. Zira yıllarca mücadele içinde yan yana geldiğimiz, sistem karşısında mücadele ettiğimiz yoldaşlarımızın masumiyetine dokunmak bir yana bunu söz konusu haline getirmek devrimci dayanışma alanının içinde değildir. İdeolojik mücadele alanı “soğuk” olanın alanıdır; “sıcak” olan samimiyete, masumiyete, emeğe yönelmez bu sıcak alanı incitmez. Hatta bu soğuk alanın derinleştirilmesi bu sıcak alanın da derinleştirilmesidir.
HDP’nin cumhurbaşkanlığı adayı açıklandığından beri büyük bir ideolojik mücadele alanı doğmuş durumda. Bundan elbette ki memnun olmak gerekir. Böylelikle politikasını sınamayan hiçbir hareket kalmayacak; bazıları Kürt Özgürlük Hareketinin “garnitürü” eleştirilerine eleştiri getirecek; bazıları ise “neden Selahattin Demirtaş’a oy vermiyoruz” sorusuna yanıt verecek. Ancak cevap vermeden bir konumu “muhafaza” etmek; eleştiriden, sorgulamadan, fikir çatışmasından, fikirlerin iç içe geçmesinden vazgeçmek bizim diyalektikten vazgeçmemiz anlamına gelecektir.
Bugün görülen o ki HDP fikri ve bu fikrin ortaya çıkarttığı aday Selahattin Demirtaş Türkiye’de ideolojik mücadele alanında güçlü bir “konumlanış” yaratmıştır. Gerek emeğe bakış açısında gerek halklara bakışında gerekse inançlara, kadına, LGBTİ’ye, gençlere bakış açısında kendi konumunu sürekli sorgulayan, bu sorgulama içinde “tökezleyen” fakat “doğrulmasını bilen” bir noktadan yoluna devam etmektedir. ÖDP Eş genel başkanı Alper Taş’ın ben de çoğu ÖDP’li gibi Selahattin Demirtaş’a oy vereceğim açıklaması bir “gönül bağı” ilişkisinden öte bir anlam taşımaktadır. EHP’nin Selahattin Demirtaş için çalışma yapması da elbette ki “gönül bağı” ilişkisiyle açıklanmayacaktır. Bu tavırların hepsi bir “konumlanışın” eleştirisiyle başka bir “konumlanış”ın varlığı göstermektedir.
Türkiye’nin “modern” tarihine baktığımızda yaşanan ulus devletleşme/kapitalistleşme sürecinde gerek halklara, emekçilere, sosyalistlere, kadınlara, Alevilere yapılan baskı ve zulüm bilinirken tam da bu zulümlerin içinden çıkan “Ali İsmail Korkmaz’dan Uğur Kaymaz’lara, Ceylan Önkol’lara” kadar büyük ve geniş bir tarihsel mirası da dillendirecek ve yükseltecek olan bir cumhurbaşkanı adayımız var. Sorular ise bu anlamda çok yalın: “Neden Selahattin Demirtaş desteklenmiyor?”; “Neden biz farklı noktadan bakıyoruz kolaycılığına düşülüyor?”; “Neden konumlar sorgulanmıyor?” hadi biraz Gezi Parkı’nın o güzel duvarlarına gidelim: “Ne demek Selahattin Demirtaş’a oy vermiyorum?”