Burjuva tarihçileri tarafından sık sık betimlendiği üzere, NATO’nun doğuşu, Sovyet tehdidi olarak adlandırılanın bastırılması için bir Kuzey Atlantik savunma örgütünün gerekli olduğunun kabul edilmesinin bir sonucudur. Batı Avrupa ve ABD arasında, komünizm karşıtı bir askeri ittifak fikrinin Alman siyasetindeki önemli bir şahsiyet tarafından güçlü bir şekilde desteklendiğinden ve hatta zaman zaman NATO’dan onun parlak fikri olarak söz edildiğinden burjuva tarihçileri bahsetmez. Bu adam, SS lideri ve Nazi Holocaust’unun baş mimarlarından biri olarak tanınan, Heinrich Himmler’dir.
İkinci Dünya Savaşı’nın kalbi, Hitler’in belli başlı Batılı kapitalistlerin mali desteğiyle, on dört kapitalist devletin 1917 sonrasında ortadan kaldırmayı başaramadığını, yani fiilen var olan sosyalizmi yok etmeye yemin ettiği Doğu’daydı. 1943’teki Stalingrad savaşından itibaren Himmler bu savaşın başarısızlığa uğradığını anladığında, Nazilerin -ve Japon faşistlerinin- tek başlarına yapamadığını birlikte yapmalarını sağlayacak bir ittifak kurmak için Batı’ya gizli tekliflerde bulunmaya başladı. Bu, Batılı seçkinlerin bazı kesimlerini cezbetti ve önde gelen emperyalist ülkelerdeki güçlü şahsiyetler Himmler’in görüşünü paylaştı. CIA’in gelecekteki başkanı Allen Dulles, Nazilerin kapitalizm yanlısı Ari Hıristiyanlar olması nedeniyle ülkesinin yanlış düşmanla savaştığından yakındı. Oysa Dulles’a göre gerçek düşman tanrısız komünizmdi.
O dönemde CIA’in İkinci Dünya Savaşı zamanındaki atası Stratejik Hizmetler Bürosu’nda (OSS) çalışan Dulles, tasarlanan komünizm karşıtı Kuzey Atlantik ittifakı için, Himmler’in muhataplarından biriydi. Eskiden Himmler’in sağ kolu olan General Karl Wolff, Dulles’a savaş sonrası af karşılığında Nazi müttefikleriyle birlikte Stalin’e karşı bir istihbarat ağı geliştirmesini teklif etti. Meydana gelen tam da buydu ve Dulles, diğer birçok Nazi ve faşisti komünizm karşıtı enternasyonal saflarına kattı. SSCB’ye odaklanan Nazi istihbarat teşkilatının başı Reinhard Gehlen, savaştan sonra CIA tarafından Batı Alman istihbaratının başına getirildi ve burada Nazi işbirlikçilerinin çoğunu devşirmeye devam etti. Yeni kurulan ağ, İtalya’daki Gün Doğumu Operasyonu’nun bir parçası olarak, Kara Prens olarak bilinen ve OSS tarafından komünistlerden kurtarılan ve daha sonra CIA için çalışan savaş sonrası faşizmin önde gelen liderlerinden Valerio Borghese’yi de içerdi. Kuzeydoğu Çin’deki bir Japon sömürgesini acımasızca yönettiği için “Shōwa Şeytanı” olarak bilinen, ABD’ye karşı savaş ilanını imzalayan Japon yetkili Nobusuke Kishi’nin itibarı da, Japonya Başbakanı olması için yükselişini finanse eden kötü şöhretli CIA tarafından iade edildi. Bununla beraber bu örnekler, buzdağının sadece görünen kısmıdır çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hesaplanamayacak kadar çok sayıda faşistin itibarı iade edildi ve bunların en az 10.000’i doğrudan ABD’ye getirildi.
NATO 1949 yılında resmen kurulduğunda, Portekiz kurucu üyelerinden biriydi. O dönemde Portekiz faşist bir diktatörlüktü ve bu da NATO’nun kuruluşundan itibaren, ister burjuva demokrasileri ister faşist devletler olsun, emperyalist güçlerin komünizme karşı askeri bir ittifakı olduğunu gösterir, ki bu da tam da Himmler’in aklında olandı. Yunanistan NATO’ya 1953 yılında, ülkenin Nazilerden kurtarılmasında öncü rol oynayan komünistlerin, komünizm karşıtı yeni işgalciler olan Birleşik Krallık ve ABD’ye karşı acımasız bir savaşı kaybetmesinin ardından katıldı. Önce faşizmi destekleyen kral tahtına döndü ve ardından sağcı bir kukla hükümet kuran Batılı emperyalist güçler, Yunanistan’ı güvenilir bir komünizm karşıtı bağımlı devlet haline getirdikten sonra NATO’ya kabul etti. Bu örüntüler NATO’nun uzun tarihi boyunca aşikârdır ve Ukrayna’daki faşist, komünizm karşıtı bağımlı devlet bunun son çeşitlemelerinden sadece biridir.
Batı Almanya NATO’ya 1955 yılında, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin yeniden silahlanmasına Paris Antlaşmaları ile izin verildiği yıl katıldı. Batı Alman hükümeti gönüllüleri taradı ve Nazi Wehrmacht’ından 61 general ve amiralin yanı sıra daha düşük rütbelerden birçok kişiyi yeni ordusuna kabul etti. Batı Alman ordusuna dahil edilen en kıdemli Nazi subayları arasında, ilk iki korgeneral olarak yemin eden Hans Speidel ve Adolf Heusinger de vardı. Speidel “Savunma Bakanlığı’nda Birleşik Kuvvetler Dairesi Başkanı” oldu ve Şansölye Konrad Adenauer’in söz sahibi askeri danışmanlarından biri olarak görev yaptı (bu makama daha sonra Heusinger getirildi). Hitler’in “gerçek ve sadık işbirlikçim” dediği Heusinger, Batı Almanya’nın ABD Genelkurmay Başkanı’na eşdeğer en üst düzey askeri yetkilisi oldu. Aynı zamanda CIA’in Gehlen Örgütü’nün değerlendirme şefi olarak görev yaptı ve görevini o kadar iyi yerine getirdi ki, iç belgelere göre CIA onu Gehlen’in makamı için “ciddi olarak düşündü”. “Heusinger’in siyasi görüşlerini açıkça ABD’nin çıkarlarına uygun bulduklarını” bildiren CIA temsilcilerine danışmaya ve onlara güvenmeye devam eden bir CIA ajanı olarak görev yaptı. Bu iki Nazi lideri de terfi ederek Batı Almanya’nın ilk dört yıldızlı generalleri oldu.
Bu önde gelen iki Nazi subayı NATO’da hayati roller üstlendi. Speidel 1954 yılında “Almanya’nın NATO’ya girişi konusunda baş müzakereci” olarak atandı. Batı Almanya silahlı kuvvetlerinin NATO’yla bütünleşmesini denetledi ve Orta Avrupa’daki Müttefik Kara Kuvvetleri’nin başına getirildi. Bu, Speidel’in “NATO’nun Orta Bölgesi’nde görev yapan tüm Alman, Amerikan, Fransız ve Britanya tümenlerinin kıdemli operasyonel komutanı” olduğu anlamına geldi. SSCB’ye karşı yürütülen soykırım savaşına doğrudan katılan yüksek rütbeli Nazi subayı, Varşova Paktı ülkeleriyle savaş çıkması halinde NATO’nun en üst düzey kara kuvvetleri komutanı olacaktı. Heusinger NATO’nun “kıdemli askeri subayı ve genel sekreterin askeri baş danışmanı” oldu ve “örgütün sivil olmayan kolundaki en yüksek rütbe olan” NATO Askeri Komitesi Başkanı olarak görev yaptı.
Speidel ve Heusinger, NATO’ya dahil edilen diğer birçok kişi gibi, düşük rütbeli Naziler değildi. Speidel Ocak 1944’te korgeneralliğe terfi etti ve Sovyet karşıtı yok etme savaşındaki hizmetlerinden dolayı Demir Haç Şövalye Nişanı aldı. ABD Senatörü Wayne Morse’un 1961 tarihli bilgi notuna göre Heusinger, 1941 yılında “Hitler’in genelkurmayında operasyon şefi” oldu ve “o tarihten itibaren tüm Nazi işgallerinin askeri planlamasından sorumlu”ydu. “Tüm Yahudileri ve diğer grupları” tasfiye etmekle görevli özel imha timlerine (Einsatzgruppen) komuta etti. Heusinger bu konulardaki görüşünü kayda değer bir açık yüreklilikle açıkladı: “Kişisel görüşüm, sivil halka muamele ve partizanlara karşı yürütülen savaş (imha) yöntemlerinin, en yüksek siyasi ve askeri liderlere, tasarılarını, yani Slavizm ve Yahudiliğin sistematik imhasını, gerçekleştirmek için memnuniyetle karşılanan bir fırsat sunduğudur.”
Speidel ve Heusinger, Nazilerden NATO’ya giden hattı takip eden yegâne Almanlar olmasa da liderlik makamları NATO’nun faşist bağları konusunda ne kadar yüzsüz olduğunu açığa çıkarır. Her ikisi de bir Sovyet işgali durumunda düşman hatlarının gerisinde kalarak sabotaj, casusluk, sızma vb. eylemler gerçekleştirecek askeri kuvvetler olarak görev yapmak üzere kurulduğu iddia edilen, gizli faşist milislerden oluşan, düşman hatlarının gerisinde kalan orduların kurulmasına da katıldı. Almanya’da Nazi albayı Albert Schnez, bir savaş durumunda 40.000 savaşçıyı harekete geçirebileceğini iddia ederek yaklaşık 2.000 Nazi subayı ve 10.000 askerden oluşan bir ağ kurdu. Bu askerler iş dünyasının mali desteğine sahipti ve Gehlen Örgütü’yle düzenli olarak istihbarat paylaştı. Gehlen’in kendisi “Almanya’daki düşman hatlarının gerisinde kalan ordunun manevi babası”ydı. Schnez’in örgütü, her ikisi de ABD tarafından gizlice mali olarak desteklenen, düşman hatlarının gerisinde kalan diğer iki Nazi ağıyla da temas halindeydi: Technischer Dienst (Teknik Servis) ve Alman Gençlik Birliği.
Bu Nazi liderlerinin Batı Almanya’da kurdukları düşman hatlarının gerisinde kalan ordular, CIA, MI6 ve NATO tarafından gizlice kurulan faşist milislerden oluşan Batı Avrupa ağının bir parçasıydı. Bu örgütler Nazileri, faşistleri ve diğer aşırı sağcı komünizm karşıtlarını devşirdi, onlara silah ve mühimmat sağladı ve savaş için tam donanımlı hale getirdi. Bu örgütler, sivil halkı hedef alan sahte bayrak* terör saldırıları düzenlemek üzere harekete geçirildi ve bu saldırılardan komünistler sorumlu tutularak baskılar meşrulaştırıldı ve kanun ve düzenin sözde hükümetlerine destek toplandı. Bu komünizm karşıtı gerilim stratejisi aşırı derece ölümcüldü, yüzlerce insanın ölümüne ve binlercesinin yaralanmasına neden oldu. Bu sahte bayrak terör saldırılarının arkasında NATO vardı ve NATO’nun Nazileri de bu saldırıları gerçekleştiren örgütlerin kurulmasında -en azından- rol oynadı.
NATO’nun aslında NAFO, yani Kuzey Atlantik Faşist Örgütü olduğuna dair meşhur şaka hiç de şaka değil. Bu şakaya gelmez bir gerçektir ve değiştirilmelidir. NAFO’ya karşı mücadele, faşizme ve emperyalizme karşı daha geniş kapsamlı mücadelenin hayati bir parçasıdır.
Ingilizce kaynak metin için bkz: https://wap21.org/?p=5177
* SH‘nin notu: “Sahte bayrak” ya da daha ziyade “Sahte sancak” (İng. false flag; Fr. Fausse bannière; Alm.Falsche Flagge ) eskiden deniz muharebelerinde kullanılan, düşman gemi veya donanmasına onun dost veya tarafsız bildiği ülkelerin bayrağını çekerek yaklaşmak ve saldırmak esasına dayalı bir savaş hilesini ifade eder. Terim daha sonra diğer çatışma alanlarında başvurulan benzer yöntemler, özellikle istihbarat birimlerinin ve kontr-gerilla tipi gizli örgütletrin aldatmaca içeren eylemleri için de kullanılır olmuştur. Söz gelimi, Fr. Wikipedia’nın “Fausse bannière” başlıklı sayfasında 6-7 Eylül pogromundan hemen önce Atatürk’ün Selanik’teki evinde bomba patlatılıp suçun Rumlara yıkılması bu tür operasyonların ünlü örnekleri arasında sayılmaktadır.