SEÇTİKLERİMİZ – Mustafa Peköz’ün Delta Haber’deki yazısı: Peki, NATO ve AB ile ilişkilerinin geleceği bakımından alınan önemli kararlar Ankara’nın politik pozisyonunu nasıl etkileyecektir? NATO koridorlarında belirlenen ve Türkiye’yi de sorumluluk altına sokan kararlarda Erdoğan’ın etkisi nedir?
NATO’nun 1,2 milyar avro harcanarak yapılan yeni binasında gerçekleştirmiş olduğu 28 üyeli toplantısını birkaç açıdan analiz etmekte yarar var.
Brüksel’de gerçekleştirilen toplantıda, NATO’nun değişen askeri konseptinin fiilen yaşama geçirilmesine karar verilirken yeni süreç özellikle Ankara için ciddi askeri ve politik sonuçlara yol açacak gibi görünüyor. NATO toplantısında, Ankara ile Brüksel arasındaki ilişkilerin geleceği bakımından da ciddiye alınabilecek değerlendirmeler ortaya çıktı. Brüksel, AB için politik, NATO için ise askeri başkent işlevi görmektedir.
Peki, NATO ve AB ile ilişkilerinin geleceği bakımından alınan önemli kararlar Ankara’nın politik pozisyonunu nasıl etkileyecektir? NATO koridorlarında belirlenen ve Türkiye’yi de sorumluluk altına sokan kararlarda Erdoğan’ın etkisi nedir?
İstikamet Ortadoğu
Yeni egemenlik alanı olarak belirlenen “Büyük Ortadoğu”da NATO’nun doğrudan görev almasına karar verildi.
NATO’nun 21. yüzyıldaki askeri ve politik işlevinin somutlaştırıldığı en önemli alanlardan biri de Ortadoğu bölgesidir. Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi konusundaki görüş ayrılıklarının nispeten giderilmesi ve özellikle ABD’nin enerji yataklarını AB ülkeleri ile birlikte denetimini kabul etmesinden sonra uluslararası askeri bir güç olan NATO’nun en önemli görev alanlarından biri Ortadoğu bölgesi olarak belirlendi.
NATO Konseyi Daimi eski üyesi R. Nicholas’ın daha 2003 yılında yaptığı değerlendirmede “NATO’nun geleceğinin Doğu’da ve Güney’de olduğuna inanıyoruz. Bu da Büyük Ortadoğu’dur” şeklinde belirlediği politik perspektif askerileştirildi.
NATO IŞİD karşıtı koalisyonda
NATO yetkilileri tarafından organize edilen “Akdeniz Diyaloğu” girişimi, esas olarak NATO’nun “Büyük Ortadoğu Projesi”nde oynayacağı rolü ortaya koyuyordu. NATO ve İsrail’in yanı sıra Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün’le birlikte Kuzey Afrika’daki Arap ülkelerinin yer aldığı, “Akdeniz Diyalogu” adıyla anılan politik-askeri program, Ortadoğu bölgesinin NATO’nun askeri savaş alanına dahil edilme stratejisinin bir parçası olarak işlev görecektir. NATO’nun, IŞİD’e karşı savaşan koalisyon güçlerine katılma kararı almış olması, önümüzdeki dönemde çatışmanın çok daha karmaşıklaşacağını ve güç dengelerinin de yeniden şekilleneceğini gösteriyor.
NATO üyesi devletlerin çok önemli bir kısmı IŞİD ile mücadele eden uluslararası koalisyonun içerisinde yer almasına rağmen, NATO’nun resmi düzeyde yer almasına karar verilmesini askeri ve politik sonuçları bakımından birkaç yönde değerlendirmek gerekir.
NATO, öncelikli olarak Avrupa’ya giden petrol tankerlerinin güvenliğinin sağlanması, savaşın yarattığı ve kontrol dışına çıkan göç patlamasının engellenmesi, İslamcı militanların Avrupa’ya akışının kontrol altına alınması gibi ilk göze çarpan faktörlerde önemli bir rol üstlenecektir.
IŞİD ile yürütülen savaşın bundan sonra esasen NATO tarafından doğrudan organize edilmesi, Ortadoğu’daki güç ilişkilerinin yeniden şekillenmesi anlamına geliyor. Öncelikli olarak Rusya-İran-Çin ittifakına karşı, NATO’nun doğrudan devreye girmesi bir bakıma ABD-AB ittifakının yeniden şekillenmesi anlamına geliyor. Böylelikle ABD-AB ittifakı NATO üzerinde tescil edilmiş oldu. Önümüzdeki süreçte özellikle Irak ve Suriye’de yürütülen savaşta Rusya ile karşı karşıya gelecek güç doğrudan NATO olacaktır. Rusya ile askeri ilişkilerin boyutlarının ne olacağını Brüksel NATO merkezi karar verecektir. Bunları Rusya’nın Suriye merkezli Akdeniz havzasında hızla artan askeri etkinliğine bir ayar verme süreci olarak değerlendirmek mümkün.
NATO’nun Ortadoğu savaşına dahil olmasının bir başka önemli etkeni de Rusya ve Çin savaş teknolojisiyle donatılan İran’ın bölgede artan gücüyle ilişkilidir. NATO’nun İran ile doğrudan bir savaşa girmesi veya İran’ın askeri üslerine doğrudan müdahale etmesi söz konusu değil. Hem Rusya ve Çin buna izin vermez hem de Almanya, Fransa ve İtalya gibi NATO’nun stratejik karar alıcı güçleri buna sıcak bakmaz. Ancak İran’ın Hürmüz Boğazı’ndan Aden Körfezi’ne kadar geniş bir alanda artan askeri etki alanının sınırlanması için bir kısım askeri tedbirler alınabilir.
NATO’nun IŞİD gibi radikal İslamcı örgütlerle yürütülen savaşta asıl güç olarak yer alması ile birlikte Ürdün, S. Arabistan, Katar gibi ülkeler, NATO üs merkezleri olarak işlev görecek. Bunun bir başka ifadesi de söz konusu devletlerin fiilen NATO üyesi sayılmalarıdır. Bu fiili durum NATO güvenlik sahasının genişletilmesi ve yeni üye alınmasına dair yapılan tartışmalar bakımından bir fikir veriyor.
Irak ve Suriye savaşının ortaya çıkartacağı politik sonuçlara bağlı olarak bölge haritasının değişmesi de giderek ciddiyet kazanıyor. İran’ın özellikle Irak’ta artan etkinliği ve Rusya’nın Suriye’de artan hakimiyetinin NATO merkezli küresel güçlerin stratejik çıkarları bakımından bir kısım ciddi sorunlar doğurduğu açıktır. ABD, bölgesel stratejisini başarılı bir şekilde yürütmek için haritaların yeniden çizilmesine karar verdi. Yeniden çizilecek haritaların askeri olarak korunması görevi de NATO’ya verilecek. Yeni haritanın çizilmesi somut olarak Kürdistan’ın kurulmasıdır. Güney Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan etmeye hazırlanması, Rojava’nın özerk bir statüye kavuşması giderek belirginleşiyor. İki Kürdistan bölgesinin birleştirilmesi süreci 21. yüzyılın ilk çeyreğinde tamamlanacaktır. NATO, kurulmasına karar verilen Kürdistan’ın askeri olarak korunması sorumluluğunu da üstlenecektir. Böylelikle NATO’nun Ortadoğu stratejisinde Kürdistan özel bir yer tutacaktır.
NATO toplantısı Ankara için ne gibi sonuçlar doğurur?
NATO toplantısı Ankara ile AB arasındaki sorunların konuşulduğu bir alana dönüştü. Erdoğan’ın Washington ziyaretinden sonra ABD ile ortaya çıkan askeri ve politik sorunlar çok ciddi düzeyde devam ediyor. Karşılıklı notaların verilmesi, ABD Kongresi’nde Erdoğan’ın korumalarını kınayan tasarıyı kabul etmesi hatta korumaların diplomatik dokunulmazlıklarının kaldırılması taslağının Trump’a iletilmesi ciddi sonuçlar doğuracaktır. Korumaların dokunulmazlıklarının kaldırılması ve hakkında tutuklanma kararının verilmesi, esasen Erdoğan’a verilmiş bir mesaj olarak algılanabilir. Bu tür kararlar NATO ilişkilerine doğrudan yansımaz ama gerilimin devam etmesini etkileyen faktörlerdir.
Türkiye’de Alman ve Fransız uyruklu iki gazetecinin ve Gülen Cemaati’yle ilişkili Amerikalı bir rahibin uzun süredir tutuklu olması, NATO toplantısında da gündeme geldi. Sanırım kısa bir süre sonra söz konusu gazeteciler serbest bırakılacaktır.
İncirlik Üssü’nün NATO’ya bağlı olması nedeniyle, Ankara’nın Almanya’ya uyguladığı ambargo NATO krizi olarak değerlendirildi ve Erdoğan’a açık bir uyarı yapıldı. Almanya’nın Ürdün ve Kıbrıs üslerini alternatif olarak kullanacağını açıklaması, İncirlik Üssü’nün stratejik rolüne son verileceğinin ilk işareti olarak yorumlandı.
Türkiye bakımından en önemli sorun, NATO’nun Suriye savaşının aktif bir gücü haline gelmesidir. Koalisyon gücünün Suriye’de, YPG merkezli Demokratik Suriye Güçleri’yle (QSD) kurmuş olduğu ittifak NATO ile çok daha kapsamlı bir şekilde devam edecektir. Rakka operasyonunun NATO ile QSD’nin ortak ittifakıyla devam etmesi çok daha yüksek bir olasılıktır. Ankara’nın YPG’yi terörist olarak görmesi NATO tarafından dikkate alınmadı ama Erdoğan hiçbir itirazda bulunmayarak NATO’nun Suriye’deki savaşa müdahalesini sessizce kabul etti. Bundan sonra İncirlik Üssü’nden kalkan NATO uçakları, IŞİD ile aktif olarak savaşan QSD’ye destek verecektir. Böylelikle Ankara’nın YPG’ye karşı geliştirmeye çalıştığı strateji bizzat Erdoğan tarafından onaylanan kararla işlevsizleştirildi. Türkiye ordusuna ait uçakların NATO gücü olarak IŞİD’i vurup YPG’nin önünü açması artık bir sürpriz olmaz. NATO ile ittifak kuran YPG/QSD’nin, Esad yönetimine karşı stratejik bir güç haline getirileceği Brüksel toplantısında kabul edildi. Bu nedenle “NATO, YPG’yi satar” tezinin küresel güçlerin Suriye ve Irak merkezli Ortadoğu stratejisi ile uyumlu olmayacağı çok açıktır.
Türkiye’de eser gürler Brüksel’de şaşar NATO toplantısı aynı zamanda AB ile ilişkiler bakımından da oldukça önemliydi. AB liderlerinin Erdoğan’a verdikleri mesaj çok açık ve netti. Ankara’da efelenen Erdoğan’ın Brüksel’de tersi bir tutum izlemesi dikkat çekicidir. Brüksel’de “Ey Avrupa Birliği” havasından eser olmadığı gibi Avrupa Birliği’ne uyum politikalarına vurgu yapılması da bir mesaj olarak algılandı. Almanya’ya iltica eden Gülen Cemaati bağlantılı NATO subaylarının iadesi gündeme getirilmemesi, idamın gündemden çıkartılması, Kürt sorununa ilişkin yeni adımların atılabileceğine dair mesaj verilmesi, göç sorunun bir tehdit olarak kullanılmayacağının kabul edilmesi de Erdoğan’ın AB karşısında meydan okumayacağını gösteriyor.
Böylelikle Brüksel toplantısında, NATO ve AB kararlarına tam uyum sağlayacağı mesajını veren Erdoğan, iç politikada çok daha büyük sorunlarla karşılaşacaktır.
Uluslararası ilişkilerde kaybeden ve yakın müttefikleri olarak bilinen devletler tarafından hesaba katılmayan Erdoğan’ın iç ve uluslararası dengeyi nasıl kuracağı, Ankara’nın geleceği bakımından oldukça önemlidir.
Küresel düzeyde kaybeden ve esasen ciddi bir iddiası kalmayan Erdoğan’ın iç politik manevraları dikkatle izlenecektir.
Gelecek, iktidar için hiç parlak görünmüyor.