SEÇTİKLERİMİZ- Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun Artı Gerçek’teki yazısı: “Zamanında kaybettiğinde onu teselli eden Naim Süleymanoğlu’nun tabutunu öpen Yunan haltercinin davranışı bu ölümden çıkarılması gereken en dikkat çekici olayıdır.”
ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU
İlk önce 2 haber.
"Nevşehir'deki Aziz Theodoros Trion Kilisesi'nin (Üzümlü Kilise) duvarına sprey boyayla köpek resmi çizip, 'Papaz yok camiye gitti' yazısı yazdılar."
İkinci haber spor dünyasından. Birinciyle benzerliği yine farklı kimliklerin kesişimi, ama bu sefer farklı bir sonuç var.
"51 yaşındaki eski halterci Yunan Valerios Leonidis Naim Süleymanoğlu'nun ölüm haberi sonrası "Şu an kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Kötü haberi aldım ve çok üzgünüm. O benim rakibim ama aynı zamanda arkadaşımdı, söyleyecek söz bulamıyorum" dedi.
"Aslında Naim Süleymanoğlu ile geçirdiğim her an çok değerliydi. Hepsi çok özeldi. Ancak Atlanta'yı özellikle hiç unutmam. O altın, ben gümüş madalya almıştım. Madalya seremonisi öncesinde kendisine 'En iyi sensin' dedim. Naim ise bana 'Biz en iyiyiz' diye cevap verdi". Kendisiyle İngilizce konuştuğumuz Leonidis baş sağlığı mesajını Türkçe vererek 'Allah rahmet eylesin' dedi, "Sadece Türkiye için değil tüm dünya adına Naim'in ölümü bir kayıptır" diye konuştu."
Bu iki haber belki bazı zihinlerde farklı yansımalar oluşturabilir ama benim zihnimde aynı şeyin altını çizdi.
Yerli ve milli eğitim anlayışımız bize hep "kötü"yü gösterdi. "Yunan, Haçlı, Ermeni, hain Arap, İngiliz işbirlikçisi Kürt vb." saymakla bitmez bunlar. Bugünlerde eğitim sistemi odaklı yoğun tartışmalar yaşıyoruz. Eğitimin kalitesi çok konuşuluyor, ezberci yapısı yargılanıyor, eğitimin süresi tartışılıyor, yıllarca ön kabulle doğru bildiğimiz tabular yıkılıyor. Zira eğitimde dikte etmenin, uzun eğitim sürelerinin, oyunu çocuğun hayatından çıkarmanın zararları konuşuluyor. Dün bunları söyleseniz, taşlanırdınız. Ama bugün gerçek eğitim yeniden keşfediliyor. Eğitimle(!) çocuklarımıza ne kadar zarar verdiğimiz konuşuluyor. Yeteneklerin yanlış ve sorgulanamaz eğitim anlayışıyla nasıl da köreltildiği konuşuluyor. Bunlar gecikmiş doğrular. Ama bir de öğretilenin tartışılması gerekir. Eğitimin niteliğinde yanlış yaptığımızı kabul ediyorsak, eğitimin niceliğinde yapmadığımızı mı sanıyoruz? Kin, nefret öğretilen eğitim anlayışından tarihi kilise duvarlarına nefret ifadeleri çizilmesinin çıkmayacağını mı sanıyoruz?
Ne zaman hamasetten kurtulup özeleştiri yapacağız? Bulgaristan'da yetiştirilmiş bir Türk sporcunun başarısı üzerinden "işte Türk'ün gücü" diyerek oyalanmayı ve avunmayı mı tercih edeceğiz, yoksa bilimsel bir spor eğitiminin nasıl yapılacağına mı odaklanacağız? Rakip olmalarına rağmen arkadaş olan biri Türk, diğeri Yunan iki haltercinin arkadaşlığından, "Türk sporcunun tabutunu öven Yunanlı" övünmesini mi çıkaracağız, yoksa milliyetleri ve dinleri farklı olsa da iki insanın örnek bir insani payda oluşturabileceğini mi çıkaracağız?
Gününüzde çıkarsamalarımız da eğitimden kaynaklanıyor olabilir ama bizi yontan eğitim ne şekilde olursa olsun vicdani ve insani ortak paydaya odaklanma zamanımızın gelmediğini niye sorgulayamıyoruz?
Nevşehir'deki olay için ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu bir nefret suçu dur. Bu olayı yorumlarken "üç beş serserinin işi" mi demeliyiz, yoksa derin bir muhasebe mi yapmalıyız? Genelde dindar Müslümanlar birinciyi tercih ediyor. Oysa bir mabedin kapısına nefret sloganlarının yazılmasına ilk önce 'ben Müslümanım' diyenin karşı çıkması gerekirdi. Ancak bu ülkede verilen eğitim bunu zorlaştırıyor. Vicdanın önüne perdeler çeken bir eğitim sisteminden bahsediyorum.
Ardından Yunanlı sporcunun yıllarca rakibi olan Türk sporcunun cenazesine gelmek konusundaki samimiyetini ve tabutu öperek gösterdiği sevgi ve saygıyı okuyoruz. Demek "asil ırk" değil asil insan davranışı oluyormuş. Zamanında kaybettiğinde onu teselli eden Naim Süleymanoğlu'nun tabutunu öpen Yunan haltercinin davranışı bu ölümden çıkarılması gereken en dikkat çekici olayıdır. 2 sporcu da asil davranış sergilemiş. Demek bir Yunan da bir Türk' e asil davranış sergileyebiliyormus, asalet ırkta, vatan vb. de değil kalpteymiş.
Yapmamız gereken aynı gün yaşanan olaylardan bir ders çıkarmayı başarabilmektir. Irkçılıkla, faşizmle kirletilmemiş zihinler bunu kolaylıkla yapabilir. Kirletilen zihinlerinse artık kalp gözünün açılma zamanı gelmiştir. Yaratılışından ve tercihlerinden dolayı aşağılama yerine anlama ve çoğulculuğu seçmeyi başardığımız zaman mutlu ve huzurlu olabileceğimizi bir bilsek, işte o zaman çözülmez sandığımız sorunlarımız çözülebilecektir.