MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “Küresel olarak bakıldığında, dünyanın en zengin 42 kişisinin mal varlığı en fakir 3,7 milyar insanın toplam mal varlığına eşit durumda ve geride bıraktığımız yıl (2017) milyarderlerin tarihteki en hızlı artışına şahit olmuş: Milyarderlerin serveti, sıradan insanların maaşlarından altı kat daha hızlı bir şekilde artmış.”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
Her gün sabahtan akşama kadar “insanlığın doğal hali” olduğuna ikna edilmeye çalışıldığımız kapitalizmin nasıl bir eşitsizlik üzerinden yükseldiğine, nasıl bir hırsızlık, üçkâğıtçılık ve apaçık bir sömürü düzeni olduğuna dair retorik konuşmalar her ne kadar hepimizin gündelik yaşamımızda tecrübe ettiğimiz buz gibi gerçeklere yaslansa da belki tekrarın yarattığı “bağışıklıktan”, belki genel geçer “beylik” laflar olarak algılanabilmesinden, belki bazan hakikati yalın bir biçimde ifade edilemeyişinden ötürü tesirsiz olabiliyor. Ne var ki kapitalizmin yarattığı akıl almaz yoksulluğun, eşitsizliğin ulaştığı boyutlar artık düzenin sahipleri tarafından dahi gizlenemeyecek, inkâr edilemeyecek düzeye çoktan ulaşmış durumda. Zirvedeki azınlık her geçen gün daha da zenginleşmeye devam ederken dipteki yüz milyonlarca insan asgari ücretlere muhtaç durumda. Öyle ki zaman zaman patron kulüplerinde “samimi”, “özeleştirilere”; ya da sermaye kuruluşlarının raporlarında kapitalizmin yarattığı yıkıma ve insanlığı sürüklediği daha büyük yıkımlara dair beyanlara rastlayabiliyoruz.
Söz konusu raporlardan en yenilerinden biri olan ve çarpıcı sonuçlar veren Oxfam raporu meramımızı yalınca anlatabilmemiz için iyi bir örnek olabilir. Birleşik Krallık’ta Oxford merkezli faaliyet yürüten ve Majestelerinin insani yardım kuruluşu olan Oxfam’ın geçen ay içerisinde yayınladığı yeni raporuna göre 2017 yılında yerküredeki tüm mal varlıklarının %82’lik kısmı bizler için hiç de şaşırtıcı olmayacak biçimde dünyanın en zengin %1’lik kesiminin elinde bulunuyor.
"Zenginlik değil, çalışmanın ödülü" başlıklı raporda, zaten şaşırtıcı seviyelerde olan küresel eşitsizliğin bir şekilde daha da kötüye gittiğini gösteren çarpıcı olduğunu söyleyebileceğimiz istatistiklere yer veriliyor. Örneğin 2017 yılında yeni mal varlığı olarak kazanılan her 5 doların 4 dolarlık kısmının en zengin %1’lik kesimin kasasına girdiği gözlenmiş, dünya nüfusunun en alt tabakası olan %50’lik kısmın (3,7 milyar insan) cebine ise, bu yeni mal varlığından tek bir cent bile girmemiş. Küresel olarak bakıldığında, dünyanın en zengin 42 kişisinin mal varlığı en fakir 3,7 milyar insanın toplam mal varlığına eşit durumda ve geride bıraktığımız yıl (2017) milyarderlerin tarihteki en hızlı artışına şahit olmuş: Ne mutlu ki iki günde bir aramıza yeni bir milyarder katılmış! Milyarderlerin serveti, sıradan insanların maaşlarından altı kat daha hızlı bir şekilde artmış. Başka bir bakış açısı ile ifade etmek gerekirse, Bangladeş'teki bir giyim işçisinin bir ömür boyu çalışması durumunda elde edeceği toplam kazanç, dünyanın en büyük beş küresel moda markasından birinin CEO'sunun sadece dört günlük ücretine eşit bir rakama tekabül edebiliyor.
Bu inanılmaz ve gittikçe derinleşen uçurumlar sadece sömürge ülkeler için değil, kapitalist metropol ekonomiler için de geçerlidir. ABD'de, en zengin üç insanın servetleri, nüfusun en düşük yüzde 50'sinin tüm varlıklarına eşit durumda. Amazon'un sahibi Jeff Bezos -ki kendileri gezegendeki en zengin kişi- Ocak ayında sadece beş işlem gününde 6,1 milyar dolarlık kazanç elde etmiş. Bu beş günlük kazanç, kabaca yaklaşık 3.000 Amerikalı işçinin ömürleri boyunca kazanabilecekleri rakama denk gelmektedir.
Bir ara toplam almamız gerekirse, dünyanın en zengin %1’lik kesimi geçtiğimiz yıl servetlerine 762 milyar dolar daha katmış haldeler. Bu, Birleşmiş Milletler’e göre küresel fakirliği yedi kez tamamen ortadan kaldırmaya yetecek bir rakam. Öte yandan, dünyadaki milyarderlerin serveti üzerinden alınacak sadece yüzde 1,5'lik bir küresel vergi ile, gezegendeki her çocuğun okula gitmesi sağlanabiliyor. Raporda gözlerimizin önüne serilen her istatistiğin ardında, sıradan işçilere ve yoksullara yaşatılan büyük acılar, sömürü ve zulüm var. Vietnamlı bir konfeksiyon işçisi olan lan'ın, Oxfam raporunda alıntı yapılan sözleri de bu gerçeği ifade ediyor: “Hamile kaldığım zaman, depoda çalışmama izin vermişlerdi. Depoda ayakkabı dolu bir sürü kutu vardı ve benim işim bu kutulara etiketlerini yapıştırmaktı. Bu ayakkabılar oğluma çok yakışırdı, çok hoşlar. Oğlumun böyle ayakkabıları olmasını isterdim, ama olamaz. Böyle ayakkabılarının olmasını istediğini biliyorum ve onun için çok üzülüyorum. Ayakkabılar gerçekten çok güzel. Ancak, ürettiğimiz tek bir çift ayakkabı, bir aylık kazancımızdan daha değerli.” Kapitalist ekonomide milyarca insanın emekleri üzerinden yükselen zenginliğin, nasıl da bu zenginliğin, onu yaratanlardan çalınıp bir avuç tuzu kuru azınlığa peşkeş çekildiğinin, zenginliğin asıl sahiplerinin, bu zenginliğin en ufak nimetlerinden bile mahrum edilişlerinin birinci ağızdan sarih bir ifadesi…
Oxfam Raporu’nun, halihazırda sarsıcı ve güçlü bir şekilde devam eden #MeToo hareketi bağlamında da mühim noktalara işaret ettiğinden söz etmemiz mümkün. Şöyle ki yoksul ve emekçi kadınlar yalnızca kötü muamele ve tacizle karşı karşıya kalmıyorlar, aynı zamanda küresel kapitalist ekonomiye görünmeyen ve ödenmeyen emekleri ile de yıllık 10 trilyon dolarlık katkıda bulunuyorlar. Genel bir kaide olarak dünyanın dört bir yanında, temel haklardan dahi yararlanılamayan ve en düşük ücretli işlerde, kayıt dışı alanlarda genellikle kadınlar ve çocuklar çalıştırılmaktalar. Elbette kadınlar için tüm bunların yanına bir de ev içi görünmeyen emeği eklememiz gerekmektedir. Hülasa bu soygun iktisadı, kaçak konfeksiyon atölyelerinde merdiven altlarında çalıştırılan mülteci kadınların, tekstil sektöründe en berbat koşullarda çalışmaya mecbur edilen Uzak Asyalı kadınların, başka coğrafyalarda belki şeklen daha iyi koşullarda çalışıyor görünseler de erkek patronları, mesai arkadaşları, müşterileri tarafından sıklıkla tacize ve hor görülmeye, baskıya maruz bırakılan kadınların omuzlarında yükseliyor. En düşük ücretli, en kötü işlerde, en derin sömürü koşullarında çalışanların ekseriyetinin kadın, buna mukabil dolar milyarderlerinin kahhar ekseriyetinin erkek olması tesadüf olmasa gerek. Tüm bunlar, her ne kadar burjuva medya ideologları aksini iddia etseler de, bu iddialarımız kravat-ceket medyaşörlerce zorlama bulunacak olsa da, patriarkal düzen ve kapitalizm arasındaki kopmaz ilişkiyi işaret ediyor olsa gerek.
Ve yine tüm bunlar elbette bir sapma hali yahut yan etki değildir; tüm bu acı gerçekler kapitalizmin doğal hali, olağan işleyişinin neticesidir. Başka bir kapitalizm, evcil, daha az vahşi bir kapitalizm doğası gereği mümkün değildir. Yüzde 1’lik kesimin sahip olduğu servet, milyarlarca insanın yoksulluğunun yanında var olmaktadır ve de ancak böyle mümkün olabilmektedir. Bu, dünyanın dört bir yanındaki yoksul emekçi insanların gasp edilen artı değerleriyle mümkün olabilmektedir. Bize anlatıladuran mavalların aksine bu yüzde 1’lik kesimdeki zenginler çok çalıştıkları, yatırım yaptıkları ve risk aldıkları, fark yarattıkları için zengin olmuyorlar. Gerçek şu ki, milyarderlerin servetinin büyük bölümü miras, tekel, sahtekarlık ve artı değer gaspının ürünüdür.
Tüm bunlara yakın zamanda Panama ve Malta belgeleriyle ifşa edilen yaygın vergi kaçırma faaliyetlerini de eklemek gerekecektir. Dünya genelinde süper zenginlerin, vergi müfettişlerinden kaçırdıkları kazançlarının 8 trilyon dolardan fazla olduğu tahmin ediliyor. Walmart ve Apple gibi dev şirketlerin sermayelerinin büyük bölümünü İrlanda’da yahut Mann adası gibi vergi cennetlerindeki 1 dolarlık paravan şirketlerde tutukları artık kimse için bir sır değil. Tekrar Amazon’un sahibi Bezos’a dönelim. Ocak ayında DREAMers için 33 milyon dolar bağışta bulunacağını açıkladı ve medyanın yoğun ilgisine mazhar oldu. Bunu büyük olasılıkla vergi kârı ya da vergi affı karşılığında gerçekleştirecektir. Ancak, Bezos bu miktarın 100 katını da verebilirdi ve Ocak ayında beş günde kazandığı 6,1 milyar dolarlık servetin hala yarısını cebinde tutabilirdi.
Oxfam Raporu vesilesiyle bir kez daha gözlerimizin önüne serilen bu kasvetli tablonun içinde bir umut işareti bulunabilirse o da dünyanın dört bucağındaki sıradan insan, emekçi kitlelerinin başka bir dünya için duydukları derin arzu olsa gerek. Zira Rapor kapsamında 10 ülkede 70 bin kişiyle gerçekleştirilen anket çalışmasında anket katılımcılarının dörtte üçünden fazlasının ülkelerindeki zengin ve fakir arasındaki uçurumun çok büyük olduğunu ve bunun için eylemlilik içinde olunması gerektiğini düşündüğü neticesine varılmış.
Bir kez daha belirtmek gerekirse, karşı karşıya olduğumuz ve çoğumuz için umutsuz görünen koşullar, milyarder sayısındaki patlama, gelişen ekonominin işareti değil, başarısız bir ekonomik sistemin apaçık bir belirtisidir. Ve tekrar pahasına; kapitalist ekonomi için bir sapma yahut istisnai durum değil bilakis onun doğal işleyişinin bir neticesidir. Aynı zamanda her ne kadar artık demode olduğu, bittiği vaaz edilip durulsa da sınıf savaşının halen güncel ve geçerli olduğunun ifadesidir. Uzun zamandır tek taraflı olarak devam eden bir savaşın ifadesidir. Bu, sermayeyi elinde bulunduran bir avuç azınlığın, emeğinden başka geçim kaynağı olmayan milyarca emekçiye karşı olan savaşıdır. Emekçi sınıfların silahlarının çalınmış olması, savunmasız durumda bulunmaları bu savaşın neticelendiği anlamını taşımamaktadır.
Son söz yerine: Yoksullar, varsılların gerçekten ne kadar zengin olduklarını bilselerdi. Varsıllar bu kadar rahat uyuyamazlardı…
Oxfam Raporu: https://d1tn3vj7xz9fdh.cloudfront.net/s3fs-public/file_attachments/bp-reward-work-not-wealth-220118-en.pdf