IŞİD’in bomba yüklü araçlarla Kobanê’ye yaptığı saldırılarda 150’ye yakın sivilin katledilmesi, Tunus’ta 2 turistik otele yapılan saldırı sonunu yaklaşık 30 kişinin, Kuveyt’te Şii camisine yapılan saldırıda ise 25 kişinin yaşamanı yitirmesi, savaşın ‘Büyük Ortadoğu’nun bütün sınırlarını kapsayarak genişlediğini gösteriyor.
Küresel savaşın bütün yoğunluğuyla sürdüğü Ortadoğu’da uluslararası ve bölgesel güçler arasında herhangi bir dostluk bulunmuyor. İlişkiler bütünüyle çıkarlar üzerine şekillendiği için ittifaklar da sürekli değişiyor. Dün düşman olan bugün ittifak gücü veya tersi dün ittifak gücü olan bugün düşman olarak görülebiliyor. Bu dengesiz ilişki tarzı çıkarlara göre sürekli değişiklik arz ediyor. Yarın kimin kiminle ittifak kuracağını, geleceğin çıkar ilişkileri belirleyecektir. Savaşın sarsıcı yıkımları arasında oluşan politik ittifaklar, önümüzdeki birkaç yılın sonrasında oluşabilecek dengeleri analiz etmek bakımından önemlidir.
Bölgesel ilişkiler dikkate alındığında dostlukların olmadığını, sürece politik çıkarların yön verdiğini görebiliriz. Suriye savaşının dikkat çeken önemli özelliklerinden biri de, ittifakların sürekli değişken olmasıdır. Suriye’nin bölgesel bir savaş merkezi haline dönüştürülmesinden bu yana, uluslararası ve bölgesel güçler kendi çıkarlarına bağlı politik dengeleri sürekli değiştirmektedirler.
Bugünkü gelişmelerin ön plana çıkan önemli halkalarından biri, küresel güçlerle bölgesel devletler arasındaki politik ittifakların değişmeye başlamış olmasıdır. ABD’nin Irak ve Suriye merkezli Ortadoğu güç ilişkilerinde yeni arayışlar içerisinde olduğu çok açıktır. Bu yönelimi hem mevcut devletlerin jeo-stratejik güç ilişkilerindeki rolünü analiz ederek, hem de gelecekte bölgesel stratejilerde daha aktif olacak güçleri ön plana çıkartarak yapmaya çalışıyor.
Türkiye’nin izlemiş olduğu Suriye ve Irak politikası, bölgenin mevcut politik ilişkilerini analiz etmekten yoksun olması, gelişmeleri objektif olarak okuyamaması, geleneksel bölgesel stratejilerinde değişiklik yapma becerisini gösterememesi, özellikle Kürtlerin artan politik-stratejik gücünü kabullenememesi, tersine tasfiyeci bir politik hatta ısrar etmesi, bölgesel denklemin dışına düşmesine yol açtı denebilir. Ayrıca, radikal İslamcı hareketlere çok aktif destek vererek, oluşan yeni bölgesel güç ilişkilerine müdahale etmeye çalışması ile Türkiye, bölgesel bir güç olma iddiasını önemli oranda yitirdi. Küresel güçlerin Ortadoğu sürecine müdahil olmak isteyen Türkiye, fiilen bir ittifak gücü olmaktan çıkartıldı. Türkiye, bugünkü Ortadoğu politikasında ısrar eder, gelişen politik denklemin yeniden tanımlayıp güç ilişkilerini doğru okumaz ve özellikle Irak ve Suriye sınır bölgelerinde “yeni” komşuları olan Kürtlerin politik realitesini görüp bunu kabul ederek yeni bir strateji oluşturmazsa Irak ve Suriye gerçeğiyle karşı karşıya kalması kaçınılmazdır.
Birçok kez vurguladığımız gibi İran, Irak ve Suriye’deki savaşın doğrudan bir tarafı olarak ABD ve diğer küresel güçler tarafından kabul edilmiştir. ABD, Irak’ta ve Suriye’de radikal İslamcı örgütlerle mücadeleyi Şam ve Bağdat üzerinde değil, doğrudan İran üzerinde yürütüyor. İran’ın Irak’ta gönüllü Şii milisleri, Suriye’de gönüllü milis grupları olarak örgütlediği askeri güçlerle IŞİD ve El Kaide’ye karşı yürütmeye başladığı savaş, ABD’nin onayı ile gerçekleşti.
Ortadoğu’nun son derece karmaşık ve değişken ilişkileri içerisinde yer alan Kürtler, belirleyici güç olmaya başladılar. ABD ve diğer küresel güçlerin Kürt politikasında oluşmaya başlayan değişimin esası Kürtler olmaksızın Ortadoğu’nun “yeni” politik dengelerinin sağlanamayacağının anlaşılmasıdır. Küresel güçlerin özellikle, Irak ve Suriye’de Kürtleri ittifak gücü olarak seçmesinin esası, Kürtlerin bölgenin en aktif askeri ve politik güç olarak ön plana çıkması ve değişimdeki rollerinin hızla artmasıdır.
Güney Kürdistan’ın stratejik önemi hızla artıyor ve 2020 yılına kadar bağımsız bir Kürdistan devletinin ilanı kaçınılmaz görünüyor. ABD-AB ve hatta Rusya dahi Güney Kürdistan’ın bağımsız bir devlet olmasına karşı olmadıklarını, meselenin sadece zaman meselesi olduğunu sıklıkla vurguluyorlar. ABD’nin düşünce kuruluşları tarafından hazırlanan raporların içeriği dikkate alındığında Güney Kürdistan’ın uluslararası alanda tanınan bir devlet haline gelmesinin kaçınılmaz olduğu belirtiliyor.
Bugünkü bölgesel ve uluslararası ilişkilere bakıldığında Güney Kürdistan, fiili ayrı bir devlet olarak kabul ediliyor. Klasik “otonom veya özerk” bölgeler dışında, bir devletle yapılan bütün politik, ekonomik, askeri anlaşmalar yapılıyor. IŞİD ile yürütülen savaşta Peşmergenin üstlendiği rol dikkate alındığında ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve hatta Rusya gibi ülkelerin Güney Kürdistan’a doğrudan askeri yardım ve anlaşmalar yapmaları, Hewler (Erbil) yönetimini bir devlet olarak görmelerinden kaynaklanıyor. Ortadoğu’da bölgesel ilişkilerin ve ittifakların yeniden şekillendiği bu tarihsel süreçte, Güney Kürdistan, bu dönemin ittifak gücü olarak ön plana çıkmaya devam edecektir.
ABD önderliğinde küresel güçlerin yürüttüğü Irak ve Suriye savaşının politik arka plan stratejilerinin başarılı olması için Suriye’deki denklemin mutlak bir biçimde çözülmesi gerekiyor. Suriye savaşının askeri sonuçları, politik ilişkilerin belirlenmesi ve bölgesel stratejilerin sonuç alınması bakımından önemlidir.
Savaşta belirleyici konumda üç faktör vardır. Birincisi Suriye’de savaş gücü olarak bakıldığında, sayıca kalabalık ama bir o kadar dağınık olan ve içten toplumsal bir dinamiği olmayan İslamcı gruplardır. İkincisi, halen önemli bir güç olan, Hizbullah ve İran ile birlikte savaş gücünü uzun süre sürdürebilir kapasitede tutabilen Şam rejimidir. Üçüncüsü ise Rojava’da konumlanan ancak toplumsal, politik ve askeri gücü hızla artan yerleşik bir güç olarak PYD’dir. Bütünlüklü bakıldığında Suriye’nin politik geleceğini belirleyecek olan ve mevcut güç ilişkileri içerisinde ön plana çıkan, öncelikli olarak radikal İslamcı örgütlere karşı başarılı olan PYD çok stratejik bir rol üstlenmiştir.
Savaşın ilk yıllarında PYD’ye karşı çok mesafeli duran ve hatta radikal İslamcı örgütlerin Kürt bölgelerine saldırmasını destekleyen, PYD’nin etkisizleştirilmesini kendi çıkarları için çok daha uygun olduğunu düşünen ABD, İngiltere ve Fransa gibi küresel güçler başarısız kalan politikalarını terk etmeye başladılar. Daha önce destekledikleri El Nusra gibi radikal İslamcı örgütlerin Ortadoğu’da politik krizin merkezleri haline geldiğini görmeye başladıktan sonra, Irak ve Suriye politikasında bir kısım değişikliklere gitmek zorunda kaldılar. Bu aynı zamanda oluşan yeni dengelere göre ittifak güçlerinin değiştirilmesi anlamına geliyordu.
Başta Türkiye, S. Arabistan ve Katar gibi devletlerin askeri, lojistik ve ekonomik olmak üzere her şekilde destekledikleri İslamcı örgütlerin Rojava’da başlattıkları çok kapsamlı saldırılar, YPG askeri güçleri tarafından önemli oranda boşa çıkartıldı. YPG askeri gücünün ordulaşma düzeyine gelmesi, “özerk” bölgelerin oluşturulması ve bu bölgelerde halklar arasında oluşturulmaya çalışan demokratik ilişkiler ve ortak toplumsal yaşamın inşa edilmesi, PYD’nin bölgesel ilişkilerin belirlenmesinde önemli bir güç olacağını gösterdi.
Suriye ve hatta Irak denkleminde PYD merkezli siyasal güç olmadan politik ve toplumsal istikrarın sağlanamayacağı görüldü. Özellikle IŞİD ve El Nursa gibi radikal İslamcı örgütlerle mücadelede YPG gibi bir askeri güç olmaksızın herhangi bir stratejik başarının elde edilemeyeceği görüldü. YPG’nin sadece Kürtler arasında değil, aynı zamanda Araplar, Ermeniler. Türkmenler, Çeçenler, Aleviler, Sünniler içerisinde de askeri bir güç haline gelmesi, savaş denklemini çok ciddi oranda değiştirdi. Küresel güçler, YPG’nin artan askeri gücüne paralel olarak Rojava’nın özerk bölgelerinin çok daha ciddi bir şekilde korunacağını ve Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olacağını gördüler ve bölgesel politikalarında önemli bir değişikliğe giderek PYD üzerinde yeni bir strateji belirlediler. Ayrıca Şam yönetimi de, Suriye genelinde istikrarlı bir yapı sağlamak için PYD’ye zorunlu olarak ihtiyaç duyacaktır.
ABD merkezli küresel güçlerin PYD’yi yeni ittifak gücü olarak görmesinin önemli halkalarından biri de IŞİD gibi radikal İslamcı bir örgüte karşı verdiği başarılı mücadeledir. YPG’nin, IŞİD’i askeri olarak bütünüyle tasfiye etmesi son derece zordur ama YPG, IŞİD’in stratejik bir yenilgi almasında çok önemli bir rol üstlendi ve bunu başardı.
ABD’nin PYD’yi dost ittifak gücü olarak görmesinin nedenlerinden biri IŞİD karşısında almış olduğu başarıdır. Ancak esası Rojava bölgesinin önümüzdeki birkaç yıl içerisinde küresel -bölgesel stratejinin merkezi üssü haline gelmesidir. ABD’nin İran ile yakın ilişkiler kurma kararı alarak bölgesel bir güç olmasının önünü açması, Güney Kürdistan’ın “bağımsız” bir devlet olma sürecine yeşil ışık yakmasıyla Rojava’nın politik geleceği arasında doğrudan bir bağ bulunuyor. Suriye’de politik kaos devam etse dahi, Rojava’nın özerk bölge haline gelmesi ve üç kanton arasındaki bölgelerin PYD’nin dahil olduğu yönetimin denetimine geçmesi oldukça önemlidir. PYD’yi önemli kılan, kantonlar arasındaki bölgelerin birbirini tamamlayarak bütünlüklü bir yapı haline gelmesi, Rojava’nın bölgesel stratejilerdeki rolünün artırılmasıdır.
Peki, ABD’nin PYD’yi politik olarak tanımasının, Rojava’nın özerk statüsünü kabul edilebilir bulmasının, YPG’yi de dost askeri güç olarak görüp ortak operasyonlar yapmasının esası nedir? Bu soruya verilecek yanıt Rojava üzerinde belirlenen stratejilerin doğru anlaşılması bakımından gereklidir.
Obama’nın Ortadoğu politikası ve güç ilişkileri değişmeye başladı. ABD, Orta Asya sınırlarından İran’a, İran’dan Güney Kürdistan’a, G. Kürdistan’dan Rojava üzerinden Akdeniz’e açılma stratejisini benimsemiş durumda. Rojava’nın belli kantonlarının Akdeniz’e indirilecek yeni boru hatlarının merkez üsleri olarak değerlendirilmesi hesaplanıyor. Bu bakımdan Güney Kürdistan ve Batı Kürdistan/Rojava, hem enerji yatakları, hem de enerji hatlarının geçişi bakımından son derece stratejiktir. Üç kanton arasındaki bölgelerin birbirine bağlanarak PYD’nin kontrolüne girmesi, söz konusu stratejilerin uygulanması bakımından önemlidir.
Birinci etap Tel Abyad’ın IŞİD’den alınması Kamışlı ile Kobanê arasındaki bölgenin bütünüyle YPG’nin kontrolüne geçmesidir. İkinci etap ise Kobanê ile Afrin arasındaki ara bölgenin YPG’nin denetimi altına alınmasıdır. Savaş bu bölgede yoğunlaşarak artacaktır. YPG’nin bu bölgeyi kontrol etmesi ile stratejinin önemli bir halkası tamamlanmış olacaktır. Ancak Kamışlı’dan Afrin’e kadarki ara bölgelerin askeri kontrolünün çok kolay olmayacağı savaşın boyutlarının çok yönlü artacağı gerçeği de bilinmelidir. Örneğin IŞİD’in Tel Abyad’a yeniden çok daha güçlü bir saldırı yapabileceği asla unutulmamalıdır. Önümüzdeki dönemde IŞİD ve El Nursa merkezli Fetih Ordusu’nun hedefinde Afrin olacaktır. Bu iki olasılık asla küçümsenmemeli ve sürecin tahmin edilenden çok daha sancılı olacağı da hesaba katılmalıdır.
ABD, politik ve askeri olarak PYD’nin bölgede bir güç olmasını destekleyecektir. Rojava’nın bütünüyle YPG’nin denetimine geçmesi ve PYD’nin politik inisiyatifi ele alması, ABD’nin gelecek çıkarlarıyla da uyumlu görünüyor. Bu stratejik bir ittifaktan çok, bölgesel ilişkilerin getirdiği dönemsel politik çıkarların bir sonucudur. ABD ve PYD, bugünkü ittifakın bütünüyle konjonktürel olduğunun farkındadırlar. ABD belirlediği stratejinin yaşama geçirilmesi için PYD’ye destek sunuyor. PYD ise özerk Rojava bölgesinin bütünlüklü olarak kontrol edilmesi için ABD merkezli koalisyon güçleriyle ittifak yapıyor. Bu tamamen dönemsel ilişkilerde çıkarların buluşması olarak tanımlanabilir.
Önümüzdeki 3-4 ay, savaşın nereye doğru evirileceğini, kimin tasfiye olacağını, kimin politik denklemde söz sahibi olacağını ortaya koyacaktır. Rojava stratejik ilişkilerin ve çıkarların merkezinde duruyor. Savaşın kaderini de, YPG’nin Rojava’daki askeri başarısı ve istikrarı belirleyecektir.