Bir anlamda mektup niteliği taşıyan yazının temel dinamiklerinden biri; öğrencisi olduğum okulda öğretim üyeliği yapmakta olan Hayrettin Ökçesiz’e açılan soruşturma ve sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla bu soruşturmanın altında yatan etkenleri tartışma sorumluluğumdur.
Özellikle son dönemde kadro değişikliği olarak nitelendirilen fakat altında politik değişkenlerin yattığı, son derece taraflı bir şekilde öğretim üyelerinin işten çıkarılmasına ya da soruşturmalara maruz kalması bilim üretmesi gereken kurumlar açısından kabul edilebilir değildir. Bu durumun Vakıf Üniversiteleri açısından sıradan bir hal alması da durumun ulaştığı vahim boyutu gözler önüne sermektedir.
Hayrettin Ökçesiz bunun sadece birkaç örneğinden birisidir. Fakat bunun, benim açımdan Tayyip Erdoğan’ın resimlerinin duvarlarında asılı olduğu ve politik duruşunu her seferinde, daha fazla kar sağlayacağım diye muktedirin yanında gösteren Mustafa Aydın’ın okulunda yaşanması da manidardır. Bilmem Mustafa Aydın söylediklerimi veya söyleyeceklerimi ne kadar önemseyecek. Çünkü kendisi öğrenci temsilcileri toplantısında bile kendi okulundaki profesörleri, öğrencilerin önünde aşağılama görgüsüzlüğünü kendisinde gören bir okul ağasıdır.
Öğrencilerin gözü önünde ‘Kalk hocam öğrenciler seni bir görsün.’ deyip, öğretim üyesini kendi malı zanneden ‘Parasını verdim getirdim’ diyen bir ticaretçidir. Yine aynı toplantıda öğrencilerini bilimsellikten uzak bir şekilde eleştirmiş ve dayanağını şu şekilde dile getirmiştir: ‘Okulda yakışık olmayan hareketlerde bulunuyorsunuz.’ Bu hareketlerden kastı da okulda kızlı erkekli takılıyorsunuz. Oysa ki bu durumdan zerre kadar rahatsız olduğunu düşünmüyorum. Çünkü kendi okulunda parayla okuyan kitleyi bilim üretme potansiyeli olan bir kitle olarak görmediği aşikardır.
Kendisi hatırlanacağı gibi zamanında üniversite adına ‘’Üniversiteler sokak eylemlerini destekleyemez’’ gibi gazetelere bir ilan vermişti. Kendisinin o dönemde sokak eylemlerinden, tarafı olduğu muktedir gibi çok rahatsız olduğu ortadadır ki, kendi üniversitesini de totaliter bir anlayışla kalıba sokmaya çalışmıştır. Fakat Mustafa Aydın kar sağlamak amacıyla her sene okulun kontenjanını artırırken sokak hareketlerinin çıkışının sosyolojik nedenlerini bilmiyor olacak ki, okulundaki muhalif öğrencilerin de önüne ne yaptıysa set çekememiştir. Yani bu işler benim sınırlarımda ‘ayağını denk alacaksın’ gibi yaklaşımlarla olmuyormuş.
Tıpkı Hayrettin Hocaya bizim bilgimiz haricinde açıklama yaptı deyip soruşturma açmak gibi. Kendisinin soyadı gibi aydın bir insan olmadığı açıktır ve bu doğrultuda oluşturduğu rektörlük makamı da aydın olmaktan ve aydın gibi hareket etmekten çok uzaktır. Kendisi her seferinde dil bilimcisi olduğunu dile getirip durur, fakat çok sayıda Kürt öğrencinin okuduğu okulda, şenliklerde her dilden şarkı çaldırırken Kürtçe diline dahi tahammül edememektedir.
Duyduğum kadarıyla da Aydın Düşünce Platformu gibi bir alanda, eski milletvekilleriyle, belediye başkanlarıyla ve onlara taraf olan akademisyenlerle belli sürelerde tartışma alanı yaratmaya çalışır. Fakat okulunda siyasal tartışma ortamını geçtim, eleştirel tartışma ortamlarına dahi izin vermez. Nedeni de burası bir üniversite, Üniversite ve aydın tanımı ne yazık ki Mustafa Aydın senin düşündüğün gibi değildir. Bu konuda Jean Paul Sartre’nin Aydınlar Üzerine kitabında, benim de önümüze aydın olarak geçen insanların değerlendirirken referans aldığım bir tanımlaması vardır: ‘Onun özelliği, hiç kimse tarafından görevlendirilmemiş olması, konumundan dolayı da kimseye borçlu olmasıdır. Bu özelliğiyle o, canavarlaşmış toplumların ürünü bir canavardır. Onu hiç kimse istememekte hiç kimse tanımamaktadır; söylediklerine duyarlı olunabilir, ama varoluşuna aldırılamaz.’’
Hayrettin Hoca olayı kendi okulundaki ilk vukuat da değildir, Gezi Direnişi sürecinde hatırlarsanız üniversitelerde orantısız zeka ürünü olan pankartlar mevcuttu. Aydın Üniversitesi de bu toplumsal dalgadan nasibini almıştı. Fakat bunun yansıması diğer okullardaki gibi olmadı pankarttan haberi olmayan bir öğretim üyesine asılsız nedenlerle soruşturma açıldı. Üstüne üstlük bu pankart okulumuzdaki bilimsel çalışma ortamını o kadar etkileyecek olacak ki sosyal medya dahi karıştı. Yani anlaşılacağı üzere Mustafa Aydın bir toplumsal hareketi kontrol etmek için ne yapılıyorsa onu yapmaya çalışmıştır. Neo-Liberalizmin emek karşıtı politikasının akademideki yansımasıdır. Mustafa Aydın nezdinde oğlum sana söylüyorum kızım sen anla sözü tam da bu anlattıklarımın okul patronları açısından ne kadar acınası bir durum olduğudur. Hayatım boyunca Hayrettin Ökçesiz’e duyduğum saygıyı kendisine(okul patronlarına) göstermeyeceğimdir.
Bu yüzden de acınası bir şekilde ama bir o kadar da ceplerinde paralarla gezerken, bizler tarih boyunca okullarından uzaklaştırılan, sürgün yiyen akademisyenlerin kitaplarını okumaya devam edeceğiz. Bu yazdıklarımın hepsi Mustafa Aydın ve onun okulu olan İstanbul Aydın Üniversitesi için sadece bir kaç örnektir.