Zaman aşımı riski bulunan Musa Anter davası 20 Haziran’da görülecek. Av. Nuray Özdoğan, “Gerçeklerin ortaya çıkartılması talebinin kitleselliği ancak bu yargılama süreçlerini hakikatle yüzleşme süreçlerine çevirebilir” diyerek davaya katılım çağrısı yaptı
Diyarbakır’da 20 Eylül 1992’de öldürülen Kürt yazar ve gazeteci Musa Anter’in katledilmesine dair açılan davanın duruşması 20 Haziran’da Ankara 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. JİTEM Ana davası ve 1993 yılında “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından öldürülen Ayten Öztürk davasıyla birleştirilen davada, zaman aşımı süresine 3 ay kalmasına rağmen kovuşturmanın ilerletilmesi için herhangi bir adım atılmıyor.
Anter’in davası ilk olarak, 1990’lı yıllarda Kürt illerinde JİTEM tarafından işlenen zorla kaybetme ve hukuk dışı infazlarla ilgili yürüyen ve JİTEM Ana davası olarak anılan dava ile birleştirildi. 2019 yılında ise, 1993 yılında “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından öldürülen Ayten Öztürk cinayeti davası ile birleştirildi. Anter ailesinin avukatı Selim Okçuoğlu’nun Musa Anter Davası’nın diğer davalardan tefrik edilmesi yönündeki talebi her seferinde reddedildi.
Bakanlık cevap vermiyor
Adalet Bakanlığı, İsveç’te bulunan sanıklardan JİTEM elemanı Abdulkadir Aygan’ın 2018 yılında yazılı savunmasının alınması talebiyle mahkemece müzekkere oluşturulmasına karşın kayıtsız kalarak, yanıt vermedi. 23 Mart’a Ankara 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada, dosyaya gelen bilgi ve belgeleri aktaran mahkeme başkanı, “Hogir” kod adlı itirafçı Cemil Işık’ın öldürülmesine ilişkin bilgi ve belgelerin edinilmesine dair Adalet Bakanlığı’nın uluslararası istinabeye bir cevap vermediğini belirtti.
Son görülen duruşmada avukatlar, zaman aşımının dava kapsamında gündemden çıkarılmasını talep etti. Avukatların taleplerini reddeden mahkeme heyeti, “Abdülkadir Aygan savunmasının alınmasına dair Adalet Bakanlığına yazı yazılmasına, sanık Cemil Işık’ın öldürülmesine dair yurt dışıyla temas sağlanması için Adalet Bakanlığı’na yazılan yazının cevabın beklenmesine” karar verdi.
Anter davasını takip eden Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) avukatlarından Nuray Özdoğan, JİTEM davalarında yapılan yargılama usullerini ve zaman aşımı riskine dair Mezopotamya Ajansı’na (MA) konuştu.
Siyasi kararlar
Özdoğan, “Türkiye’de siyasi ve etnik sebeplerle işlenen cinayetlerin bir yüzleşme ve hesaplaşma süreçlerine dönüşmesi ancak çözüm sürecinin devamı ve barış ortamının yaratılmasıyla mümkün olabilirdi” dedi. Özdoğan, “Çözüm süreciyle birlikte 90’lar dönemi işlenen ve aslında failleri bilinmesine rağmen adeta ölüye yatırılmış olan soruşturmalar düzenlenmeye başlandı. Ancak davaların, olayların yaşandığı yerde değil de çoğunlukla yetkisizlikle Ankara ve çevre illerinde görülmeye başlanması aslında amacın adalete, gerçeğe ulaşmak olmadığını gösteren ilk adımdı” diye kaydetti. Davaların siyasi iradenin isteğiyle açıldığını ve o iradenin isteği doğrultusunda zaman aşımı sürecine sokulduğuna dikkati çeken Özdoğan, “Cinayetler nasıl adli olaylar değil, örgütlü siyasi cinayetler ise, yargılama süreçleri de yargısal süreçlerden çok siyasi sürecin belirlemesi altında yürümektedir” diye belirtti.
‘Süreç kasıtlı işletiliyor’
Bugüne kadar birçok failin zaman aşımı maddesi işletilerek cezadan kurtulduğunu aktaran Özdoğan, “Bu dosyaların zaman aşımına uğramasının sebebi etkin ve etkili yargılama yürütmeyen yargı makamları ile suç delillerini gizleyen, ortadan kaldıran delillere ulaşılmasını engelleyen devlet mekanizmasıdır. Sanıklar tutuksuz yargılanmakta, kaçak olanların yakalanması için işe yarar girişimlerde bulunulmamakta, adeta zaman aşımı süreci kasıtlı işletilmektedir. Bu suçlar örgütlü işlenmiş cinayetler olmasının yanı sıra devletin içindeki güçler veya onların desteğiyle işlenmiş suçlardır” ifadelerini kullandı.
JİTEM’in devlet içinde kurulmuş bir “savaş örgütü” olduğunu söyleyen Özdoğan, JİTEM davalarının “insanlığa karşı suç” kapsamına alınması gerektiğinin altını çizdi. İnsanlığa karşı suçlarda zaman aşımının işlemeyeceğini ifade eden Özdoğan, “Kürtlere karşı, politik, etnik saiklerle ve kimi raporlarda da kısmen yer aldığı üzere askeri, istihbari birimlerin de yer aldığı bir planlama doğrultusunda işlenmiş olması sadece uluslararası hukuk değil, TCK bağlamında da bu suçların insanlığa karşı işlenmiş suç olarak kabul edilmesini zorunlu kılar” diye kaydetti.
‘Fail mahkeme ve Adalet Bakanlığı’
ÖHD olarak Musa Anter ve diğer faili meçhul dava dosyalarını takip ettiklerine dikkati çeken Özdoğan, Anter Davası’nın zaman aşımı riskiyle karşı karşıya kalmasına dair şunları söyledi: “Davayı en başından beri takip eden meslektaşlarımızın büyük emeği ve ailenin ısrarlı takibi ile yürüyen bir süreç söz konusu. Bu dosyanın zaman aşımına girmesinin bir faili mahkeme ise, diğer faili Adalet Bakanlığı’dır. Dosyanın yeniden açılmasını sağlayan sanık Abdulkadir Aygan’ın ayrıntılı ifadeleri iken yurtdışında yaşayan, kimi zaman basına demeç veren kişinin ifadesinin mahkeme kanalıyla alınması yıllardır gerçekleştirilememekte. Aygan’ın basına verdiği demeçler zaten asli delil niteliğindedir. Ancak bakanlık yazışmalara sağlıklı yanıt vermemekte ve sonuçta sanıklar lehine zaman kazandırmaktadır.”
Oyalama taktiği
Son duruşmada da sanık Aygan ifadesinin alınması için Adalet Bakanlığı’na yazılan yazıya cevap beklenmesi yönünde karar verildiğini hatırlatan Özdoğan, “Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Abdülkadir Aygan’ın itiraflarını ihbar kabul ederek soruşturmayı başlattığı tarih 2009 yılıdır. O günden bugüne bu sanığın yakalanması veya ifadesinin alınması konusunda yeterli ve sonuç alıcı bir çalışma yürütülmedi. Adeta oyalama taktiği izlendi” diye belirtti.
Yarın görülecek duruşmada sanık Hamit Yıldırım’ın adli kontrolünün kaldırılması ihtimalinin de olabileceğine işaret eden Özdoğan, “Bu halde ulaşılabilen tek sanığın da yurtdışına kaçma ihtimali doğacaktır. Suçu ortaya çıkartma ve aydınlatma amaçlı bir süreç yürütülmemektedir” dedi.
Katılım çağrısı
Bu davanın aydınlatılmasının ancak ve ancak yaygın ve güçlü katılımla mümkün olacağını vurgulayan Özdoğan, davanın takip edilmesinin ve toplumsal desteğin güçlü olmasının gerektiğinin altını çizdi. Özdoğan, “Adaletin gerçekleşmesi ve gerçeklerin ortaya çıkartılması talebinin yaygınlığı ve kitleselliği ancak bu yargılama süreçlerini gerçek anlamda hakikatle yüzleşme süreçlerine çevirebilir” ifadelerini kullandı.