MAHİR SAYIN Yazdı: “Düşmanın anladığı dilden konuşmak” onun dilini öğrenmek ve kullanmak demektir. Düşman idam ettiğinde, işkence yaptığında, ormanı içindeki hayvanlarıyla birlikte yaktığında insanlık suçu oluyor da biz yaptığımızda insanlık hayrına mı olacak? Düşmanın dili ne kadar iyi öğrenilirse zihnin işleyişi de o ölçüde ona benzer.
MAHİR SAYIN
Düşmana zarar verdiği sanılan birçok eylem ona zarardan çok yarar getiriyor olabilir.
Düşman rakibini eğitir: Tarih boyunca köle sahiplerine karşı mücadele edenler arasından köle sahiplerinin ideolojisini benimseyerek, başardıklarında kendileri köle sahibi olanlar çıkmıştır. İşçi sınıfını burjuvazinin egemenliğinden kurtaracağını söyleyenlerin de onu kendi egemenlikleri altına aldıklarını da gördük.
Düşman Kürt halkını katlediyor ise, biz de Türk halkını katletmeyi mubah görmeyiz. Düşman Kürdistan şehirlerini yerle bir ediyor ise biz de onun şehirlerini yerle bir etmeye kalkışmayız. Düşman Kürt bebeklerini öldürüyor ve kadınların ırzına geçiyor ise biz de onun bebeklerini öldürmeyiz. Düşman Kürdistan ormanlarını yakıyor, fosfor bombaları atıyor ise biz de onun ormanlarını yakmayız. Düşman dağa bayıra anti personel mayın yerleştiriyor ise biz de aynısı yapmayız; tam tersine bunu yasaklayan uluslararası sözleşmeye imza atarız. Düşmanın yaptıklarının birçoğu bizim mücadele yöntemlerimize dahil olan şeyler değildir.
Neden değildir?
Çünkü her amaç kendine uygun araçlarla hayat bulur; Hiçbir “kutsal” amaç her türlü aracın kullanılmasını mübah kılmaz. Kendi amaçlarıyla çatışan araçların aracılığıyla kazanılan zafer o araçlar hangi amaca denk düşüyor ise son tahlilde onu egemen kılar.
Bütün kötü işler düşmanın yaptıkları örnek gösterilerek haklı gösterilirler. Hemen bütün dinler günahı ortadan kaldırmak için işlenen günahın günah sayılmayacağını savunur ve hatta sevap olacağını benimser. Soykırım hikâyelerinden dinlediğimiz, “ne kadar kâfir öldürürsen o kadar sevap kazanırsın!” vaazı bir sapığın uydurması değil, kâfire düşman olan Allah’ın rızasını kazanma anlayışının sonucudur. İŞİD’çiler insan yakarken Allah’ın hoşuna giden bir iş yaptıklarına inanarak, cennetteki yerlerinin garantiye bağlandığından muhtemelen emindirler.
Bütün kötülüklerin kurumlaşmış hali olan azınlık devletleri de varlıklarını başkalarının saldırısına karşı koyma ile meşrulaştırma imkanına kavuşmuştur.
“Düşmanın anladığı dilden konuşmak” onun dilini öğrenmek ve kullanmak demektir. Düşman idam ettiğinde, işkence yaptığında, ormanı içindeki hayvanlarıyla birlikte yaktığında insanlık suçu oluyor da biz yaptığımızda insanlık hayrına mı olacak? Düşmanın dili ne kadar iyi öğrenilirse zihnin işleyişi de o ölçüde ona benzer.
Biz insanın doğayla uyum içinde olduğu, insanın insanı, bir milliyetin diğer milliyeti, bir cinsin diğer cinsi, bir renkten olanın diğer renkten olanı köleleştirmediği, eşitlik ve özgürlük içinde yaşanacak bir dayanışma dünyasının yaratılması için mücadele ediyoruz. Onun için yıldızımızda, kırmızı, yeşil ve mor renkleri taşıyoruz. Onun için Kürdistan özgürlük savaşçıları programlarının başlığına, “cinsiyet özgürlükçü, ekolojik-demokratik toplum/devrim” yazıyorlar.
Sömürgeci Türk oligarşisine karşı propagandanın nasıl yapılacağı kaygılarıyla bu yukarıda söylenenlerin hiç birinin değişikliğe uğramasına imkân vermemek gerekir. Önce amaçlarımız konusunda kararlı ve net olalım. Bunun deklere edelim ve ondan sonra sömürgeci oligarşiye karşı söyleyeceklerimizi, bunları hiçbir değişikliğe uğratmadan söyleyelim.
Fırsatçılığa izin vermeyiz
Kuşkusuz biliyoruz ki, bu söylediğimiz değerlere asla sahip olmaksızın bu durumu fırsat bilerek, “bunlar orman da yakıyorlar!” diyerek bizim cenahımızdan kendilerine destek olacak seslerin çıkmasını sağlamaya çalışanlar olacaktır. Bizim onlara verebilecek en küçük bir desteğimiz dahi olamaz. Ama onlara destek vermeyeceğiz diye de bizim cenahımızda işlenen günahı kebairlerin de üstünü örtmek değil, bir daha yapılmasına imkan vermeyecek düzeyde yerin dibine batırılması gerekir. Aksi takdirde bu yolla kazanmak değil, bizden öncekilerin başına geldiği gibi tam bir batış gerçekleşecektir. Bu hem yığınlar gözünde itibar kaybetmek dolaysıyla batış olacaktır, hem daha da tehlikelisi olarak kendi amaçlarımıza karşı sabotaj yapmak, giderek amaçlarımızı terk etmek gibi büyük bir kayıp dolaysıyla böyle olacaktır.
İşçi sınıfının egemenliği için savaş yoluna düşenlerin takipçilerinin vardıkları yerin işçi sınıfının yeni bir egemenlik altına sokulması olduğunun örneğini yıkılan sosyalizm tarihinde gördük. Duvarda açılan delik kapatılamadığında büyür ve nihayetinde duvarın duvarlık görevi yapmasını ortadan kaldıracak bir düzeye ulaşır. Onun için tehlikeyi mazur gösterecek hiçbir mülahazaya izin vermeden, düşmana karşı yapılacak propagandayı kopmaz biçimde bu itiraza yerleştirerek bu tür eylemlere karşı çıkmak gerekir. Ama bizim karşı çıkışımızı alıp kullanmaya kalkışacak düşmanlarımızın da onda kendilerine yönelen düşmanlığımızı, mücadele kararlılığımızı ve kendilerinin deşifrasyonunu görerek buna tevessül etmelerine imkân vermeyecek bir dille ve mantık örgüsüyle konuşmamız gerektiğinin de unutulmaması gerekir. Bizim sözlerimizde kendilerine destek olarak bulabilecekleri, “idam ipinin asılana verdiği destek”ten başka bir şey olamamalıdır.
Mazeret kabul edilemez
Yapılan eylemin istenmeden gerçekleştiği konusundaki mazeretler de asla kabul edilmemelidir. İslam’da bir kural vardır: “Günahtan korkuyor isen, kuşkulu bulduğunun yanına yaklaşma!”
Biz, Jose Mujica gibi bir devlet başkanı çıkarmış olan Tumapamaroları yiğit ve başarılı savaşçılar oldukları için, Uruguay oligarşisini her adımda açmazlara sokabildikleri için severdik. Doğru olduğundan yüzde yüz emin olmasak da, en çok da, kimi vuracağı belli olmayan el bombası gibi silahların kullanılmasından imtina ettikleri için severdik.
Gerçekleştirdiği eylemi başarılı bir mücadele örneği olarak göstermeye çalışan “Halkların Birleşik İntikam Milisleri” ismi bir şeyleri çağrıştırıyor olsa da, asıl önemli olan kısmı bu eylemin halklarla değil sadece intikamla bir ilişkisinin olduğudur. İntikam ise bizlerin literatüründen silinip atılması gereken, egemen ideolojinin ezilenlere dayattığı ve hatta onları kendi içlerinde –“kan davası” gibi intikam eylemlerinde görüldüğü gibi- bölüp daha kolay denetim altında tutmasına yarayan, özgürlük düşüncesinin en büyük düşmanlarından biridir. Toplumsal bir devrim amacı peşinde koşanların en temel görevi bilinen anlamıyla intikamların her türüne son verip, tüm bireylerin rekabetten uzak bir dayanışma içinde yaşadığı yeni ilişkileri yaratmaktır. İntikam, rekabetin en kural tanımaz halidir ve bu ruh halini benimseyenlerin dünya üzerinde yapamayacakları kötülük yoktur. Onun için de intikam duygusuyla motive olanların, orman yakmayı bir mücadele biçimi olarak görmelerine de şaşmamak gerekir; bu ruh halinin derinliğine bağlı olarak ellerine nükleer silah geçerse bunu da kullanmaktan imtina etmeyeceklerine dair bir düşüncenin akla gelmesini tuhaf karşılamamak lazım.
Kimin yararına
Bu yapılan eylemden birçok kesim rahatsız olmuştur kuşkusuz ama hiç rahatsız olmayan, zil takıp oynayan ise AKP ve ortaklarının oluşturduğu faşist iktidardır. Zaten kendileri doğayı tahrip edip bundan rant sağlamanın politikasını yürütürken, bu politikaya karşı duranların saflarını bölebildikleri gibi fiilen yeni bir rant alanının kendi düşmanları tarafından açılmış olmasına da bir başka açıdan sevinmiş bulunmaktadırlar. Bundan dolayı olsa gerek, yangının söndürülmemesi için işi, bugüne kadar bu işleri yapan THK uçaklarına havale etmek yerine (bu uçakların masrafı mimarlık şirketine ödenen miktarın yarısı kadar tutmakta imiş) bir “mimarlık” şirketine vermeleri, tutumun ne olduğunu ayan beyan ortaya koymaktadır.
Türkiye ve Kürdistan ormanlarını ve genel olarak tüm doğasını rant için yıkıma uğratmaktan en ufak bir sıkıntı duymayan AKP iktidarının bu eylem sonucu hangi zarara uğradığını, “halkların mücadelesinin” ise hangi kazancı elde ettiğini kestirebilmek olanaklı değilse de hangi zararlara uğradığını görmek zor değildir.
***
Son alarak da, bu meseleye gösterdiğimiz hassasiyetin (eğer gösterilecekse) sömürgeci oligarşinin doğa yıkımındaki marifetlerine ve özellikle de Kürdistan’daki orman yakma, baraj yapımı, zehirli bombalar kullanma türünden olan zulmüne karşı da gösterilmesi gerektiğini akıldan çıkarmamak gerekir. Kuşkusuz doğa yıkımına karşı, Kürdistan’da, Karadeniz’de, Ege’de, Akdeniz’de canla başla mücadele eden insanları ve yapıları bu söylediğimden muaf tutuyorum.