Bir çeşit efsane de olmuştu ki sonradan açılan davada kepçe operatörü kepçesine el koyduğunu, bir yerden bir yere götürdüğünü bile iddia etmişti.
Burada kurum kurum kurumsal biyografisi var: Yüksek Mimar Mücella Yapıcı TMMOB Mimarlar Odası Afet Komisyonu ve İstanbul Büyükşehir Şubesi Kentleşme, Afet Komitesi ve Çevre Etki Değerlendirme Kurulu üyesi… Ama yok, bunlar çok kuru, eksik, onu karşılamaktan uzak. Neredeyse tüm ömrü, formel mimarlığın Roma’dan bu yana hep iktidarlara hizmet etmesine, kadınları, çocukları, yaşlıları korumamasına isyanla; kültür ve tabiat varlıklarını, sağlıklı ve çağa uygun bir şehir hayatını, insanları, geleceği korumaya çalışmakla geçti. Gezi’den önce de ne zaman bir yerde konuşsa, fonda ya aptal bir yapılaşma ya insanların hayatını tehlikeye atan, kültürlerini yok eden bir ‘proje’ vardı. Ama yine yetmez: Çalışkan, sorumluluk sahibi, toparlayıcı, güzelleştirici, feminist, ressam, vakit bulsa yazar, hak savunucusu, muzip, eğlenceli, yoldaş anne, iyi dost Mücella Yapıcı’nın hikayesi çok daha fazlasını hak ediyor.
En beklenmedik soruları o sordu
(Bebekken Taksim’de…)
1951 İstanbulu’nda üç kız çocuklu bir ailenin birinci kızı olarak dünyaya geldiğinde, ilk cin gibi bakan gözleriyle dikkat çektiğine emin olabilirsiniz. Küçük yaşlarından itibaren ailenin en meraklısı, en ilginç, en beklenmedik soruları soran çocuğu oldu ki bu özelliği halen sürüyor. Okumayı, öğrenmeyi, üzerine bir şeyler katmayı hep tutkuyla sevdi. Bu özelliği de aynen devam. Bizim son yıllarda sadece karakol, mahkeme gibi yerlerde tanık olduğumuz zekâsı, lafı gediğine anında yerleştirivermesiyle de ezelden beri ünlüydü. Bir de başladığı işin peşini layıkıyla bitirmeden bırakmamasıyla… Hattat gibi yazı yazan, karikatürleri yayınlanan babasından geçme yetenekle resim yapmayı, kitap okumayı, örgü örmeyi, ortalığı toparlamayı, kardeşleriyle ilgilenmeyi, el işine göz nuru dökmeyi bir arada yapabilirdi; kardeşlerine bakar ama oynamaz, pek akrabası olmayan annesiyle dertleşmeyi tercih ederdi.
Zirai Donanım Kurumu’nda muhasebeci olan babasının görevi nedeniyle ilkokula Diyarbakır’da başladı, Ankara’da devam etti. İstanbul’a döndüklerinde ortaokulluydu artık. Bu ailede ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite dörtlüsü mutlaka bitirilmeliydi. Küçük kardeş Müberra matematik, daha sonra erken yaşta kaybettikleri Müfide tıp okudu. Ama en gurur verici ilk olay, kuşkusuz Mücella’nın ailenin bir eğitim mabedi olarak gördüğü İTÜ’ye girmesiydi.
Herhalde tarihin bir cilvesi olarak, üniversiteye tam 1968 yılında başladı. Kardeşi o zamanlar pek siyasi bir figür olarak hatırlamıyor onu, daha çok, hep proje çizerken hatırlıyor. Ancak o yılların, bugün tanıdığımız, olan bite-meye-n kötülüklere muhalif, toplumun tüm sorunlarına duyarlı, çözüm için elini hep taşın altına koyan, feminist Mücella Yapıcı’nın tüm bunlara gayet uygun hamuruna çok şey kattığı söylenebilir. Mimarlık okumadaki gözle görülür heves ve heyecanını de katarak, “İTÜ’de kendini tamamen buldu” diyor kardeşi Müberra Zöhre.
Hyatt regency onun sayesinde yükselemedi
Sınıf arkadaşı Memik Yapıcı ile evlendi (fotoğrafta elinde elma olan). Aileye katılan Burcu ve Cansu’ya, “bütün çocukların isteyeceği aşırı demokrat anne” oldu. Toplumsal cinsiyet rollerini hiç takmadığı için o anlamda saçını süpürge etmedi ama hep yanlarında, arkalarındaydı; bazen onları anne yapıp kendi çocuk olmayı da ihmal etmeden. Tabii ki anneliği de eğlenceliydi. Çocuklarına arkadaş, yoldaş, Cansu’ya aynı zamanda meslektaş oldu. Sahada-raporda birlikte çalıştı, birlikte eğlendi, birlikte Gezi’ledi.
Eşiyle ortak ofiste çalışıyorlardı; ’99 depreminde Maltepe’deki ev hasar görünce bir süre ailecek ofiste yaşadılar. Gönüllü hasar tespit çalışmaları, Düzce Umut Evleri projesini yaptılar. Afyon’da çok yönlü bir kimsesiz çocuk yurdu planladılar. Kadınlarla Dayanışma Vakfı ile birlikte Köseköy’de kadınlar için, ana binası ödül alan Yeni Adım Sitesi’ni yaparken, 21 gün içinde kaybetti eşini. Bir hafta sonra, kadınların da çalıştığı inşaatın tepesindeydi; kızı Cansu’nun anlattığına göre “binayı tek başına bitirdi, hayatı örgütledi, çocukları toparladı.”
Ondan önce Fatma Girik’in başkanlığındaki Şişli Belediyesi’nin planlama müdürü olarak Hyatt Regency oteli binasının tarihi üniversitesi Taşkışla’yı geçmesini engelleyendi. Arada da filmdeki rolü için saçını kestiren Girik’in kaşınan başını kaşıdığı oluyordu. Okullar gibi başka pek çok bina projesi yaptı, sonra Mimarlar Odası’nda çalışmaya başladı. Emek ve Saray Sinemaları için mücadele etti. Odadaki işinin yanısıra Oda Tarihinden Portreler sözlü tarih kitap serisini başlattı; dört kitabın söyleşilerini yaptı.
Çıplak aramayı 7 yıl sonra konuşabildiler
Mimarlar Odası’ndayken ve Gezi geldiğinde girdi çoğumuzun hayatına ama o mesela Sulukule’de, Tarlabaşı’nda çok kişinin hayatındaydı zaten. Her birine dokunur, hepsi de onu severdi.
Gezi polisleri hariç! 2013’te kızı Cansu’yla gözaltına alındıklarında ikisine ayrı ayrı “soyun” dedi polis kadın. Bunun neden gerektiğini sordu Mücella Yapıcı, “Burası böyle” cevabı aldı. İkisi de yaşadıklarının ağırlığıyla sustu, birbirlerine anlatmadıklarını, birbirlerinden habersiz avukata anlattılar. Avukat olayı tutanak altına aldı. Mücella Yapıcı bunu başkalarının da yaşamaması için açıklayınca şöyle bir konuşup yine kapattılar.
Yapıcı arama sırasında “utanma” diyen polise gerekeni söylemiş, “Ben niye utanayım, utanması gereken sizsiniz!” diyecek kadar güçlüydü ama kızı ve o yaşadıklarını ancak 7 yıl sonra, dava açıldığında konuşmaya başlayabildiler. Birbirlerine güç verirken, Mücella Yapıcı bir yandan da Türkiye’de çıplak arama olmadığından çok emin açıklamalar yapan AKP Milletvekili Özlem Zengin’e cevap veriyordu: “Öyle mi? Sizde hiç utanma arlanma yok mu? Bir parkı savundum diye beni 60 yaşımda aşağılayıcı bir şekilde çıplak aramaya maruz bıraktınız. Açtığım dava hala devam ediyor. Susun bari.”
Çevre etki değerlendirme raporunu yazdığı cezaevine kondu
Henüz susmaya değil, susturmaya dönük niyetler iyice ortaya konup “tüm yaptıklarının” cezası olarak 18 yılla tutuklandığında, yıllar önce çevre etki değerlendirme raporunu yazdığı Bakırköy Kadın Cezaevi’ne kondu Mücella Yapıcı. Hemen hatırladı binayı ve rapora yazdığı, mesela basacak toprak olmaması, sakinlerinin sürekli elektrik yüklenmesi, deprem durumunda kilit sistemiyle nasıl baş edileceği gibi eksiklikleri… Tabii ki Prison Break’teki gibi bir amaçla değil, en iyi bildiğini, koşulları düzeltmeyi amaçlayarak notlar almaya başladı.
Çocukluğundan bu yana gerekeni söylemesi, ağzını bağlasalar “mmm…” diye söyleyecek olması, genelde haklı çıkması ve asla vazgeçmemesiyle bilinmesini akılda tutarak ‘içeride’ bir karar daha aldığını da söyleyelim: Daha önce vakitsizlikten gidemediği doktorlara bir bir kontrole gitmeye başladı. Neden mi? Lisedeyken “Üç ayda 7 kilo vereceğim” meydan okuması nedeniyle Acıbadem sokaklarında yaz boyu koşarak ve kardeşlerini de koşturarak dediğini yaptığı, bir türlü kullanamadığı bisiklete dört pedallı da olsa 65 yaşında bindiği gibi, bu kez de cezaevinden tamamen sağlığıma kavuşmuş bir şekilde çıkmayı planladığı için!
Koğuşta maske ipinden zihni sinir icatları
Yerleştirildiği gazeteci Sedef Kabaş’ın eski koğuşunda, zihni sinir icatlarına da devam ediyor: Her gece saçını maske ipinden yaptığı bigudilere sararak uyuyor, su ısıtıcısının içine yine maske teliyle sarkıttığı karton bardakta süt ısıtıyor, kahvesine koyuyor. Bir de bulduğu muşambadan yaptığı klozet kapağı var; fistolu.
O bir toparlama, bulunduğu ortamı güzelleştirme insanı. İnce zevki, sade ama şık tarzı, eğlenceli, çokça muzip haliyle her şeye, herkese dokunmayı sevdi hep. Ortama şöyle bir bakıp tek sözüyle tamamen değiştiren gücünü, çizdiği projelerde 10 yıl sonrasını da gözeten titizliğini hesaba katarsak, Gezi’de yaptığına da hükümeti devirmeye, Gezi’yi finanse etmeye çalışmak filan değil; düzelttiğinde “o oda bu oda mı?” diye sorulmasına neden olan, şehri, insan hayatını ‘düzeltme’ çabası denebilir ancak. Kısacası, işini yapmak! Evde kedi kıvamında yaşamayı, bulaşık yıkarken Türk Sanat Müziği söylemeyi, en çok kendine gülmeyi, eti döküm tencerede 7 saat pişirmeyi, ekle-çevir-pişir yöntemiyle bir malzemeden birkaç çeşit yemek çıkarmayı, Yeşilçam filmlerinden sonra felsefi tartışmalar yapmayı seven bir kadınından başka ne beklenebilir ki.
Son sözü olarak değil ama son olarak, mahkeme heyetine yönelik “Hayatımı onurumla yaşadım, umarım benim yaşıma geldiğinizde siz de aynı onuru duyarsınız” dediğini duyduk.
Yani anlayacağınız, sözünün sonuna daha çok var ve söyleyecek ne çok şeyi. Annesi, anneannesi ve kayınvalidesinin hikayelerini anlatacağı “Annemler” kitabını da aradan çıkarmasını bekliyoruz.