Mehmet Özgen yazdı – Mihri Belli’den sık sık işittiğim şey, işçi sınıfı ile Kürt halkı arasındaki ittifakın devrimin temel dayanağı olduğudur. Öcalan’la yaptığı görüşmede de Türk devrimi ile Kürt devrimi etle tırnak gibidir sözleriyle bunu tekrar eder.
Mihri Belli aramızdan ayrılalı 10 yıl oldu. 10 yıldır da onu anmak için herhangi bir etkinlik düzenlenmedi..
Buna eksiklik tanısı koyup geçemeyiz.. Bir tereddütün olduğu kanısındayım. Mihri Belli, devrimci kişiliği ile anlatılır daha çok. Ama o devrimci formasyonun asıl belirleyenleri, düşünce ve eylem bütünlüğü içinde konu olmaz. Siyaset teorisi, özellikle 1965-71 döneminde ortaya attığı MDD tezi ve bu tez çerçevesinde izlediği ittifak politikaları, mücadele ve siyaset tarzı geçiştirilir.
‘İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen onların bilinçleri değildir, bu maddi koşullar onların bilinçlerini belirler.’
Marx’ın bu düşüncesini yorumlarken maddi koşulları sadece üretici güçler ve üretim ilişkilerinden ibaret olarak anlamamak gerekir. İdeoloji de bu koşullar içinde, üretim ilişkileri çerçevesinde rol oynayan bir unsurdur. Bu koşullar her dönemde farklı biçimler aldığı gibi, onların bilince çıkış biçimleri de farklıdır.
Bu nedenle dünün koşullarından çok, geçmişi güncel normlar üzerinden yargılamaya ve kavramlaştırmaya çalışmak; hem kolaycılıktır hem de bugünün kavramlarını geçmişe taşımak anlamında anakronizmdir de. Maddi koşulları gözardı eden bir anlayış tarihsel materyalist bir anlayış olamaz. Dolayısıyla, her dönemi ve o dönem içinde rol oynayan bireyleri, o dönemin sınıf mücadelesi koşullarının özgünlüğü ve ideolojik evreni içinde değerlendirmek gerekir.
Genel olarak ve özellikle Mihri Belli söz konusu olunca böyle bir tarih bilincini yansıtan bir yaklaşıma nadir olarak rastlanır. Yapılan daha çok Belli’nin, kullandığı dili, siyaset yapma tarzını dönemsel bağlamından kopararak, dolayısıyla, somut durumun somut tahlili ilkesine aykırı olarak ‘eleştirmek’, ama bunu da kendi öznel tarihini yapılaştırmakta bir gerekçe olarak kullanmaktır.
Oysa geçmişin devrimcilerini, sosyalist eylemcilerini, sadece yaşamlarını devrime adadıkları için değil, örnek mücadeleleri ve harekete düşünsel ve pratik katkıları ile de değerlendirmeli ve anmalıyız. Bu, öncelikle, onların pratiklerini eleştirel süzgeçten geçirerek geleceği inşa etmek için yapılmalıdır. Devrimci geleneği sürdürmenin esaslı bir yolu budur. Sadece geleneği sürdürmek adına değil, sosyalizm uğruna mücadeleyi devrimci bir tarzda yeniden-üretmek ve ilerletmek için de.
Burada, milliyetçilik, örgütlenme, Kürt sorunu gibi, Mihri Belli ile ilgili bazı tartışmalı alanlar üzerinde durmak istiyorum.
Milliyetçilik ve sosyalizm
27 Mayıs 1960 sonrasında kendi tarihinin en büyük çıkışlarından birini gerçekleştiren sosyalist hareket (Yön dahil, TİP ve MDD hareketi) dönemin ırkçı-milliyetçi söylemlerine karşı her biri karşıt milliyetçilik söylemlerine başvurdu. Doğan Avcıoğlu, “Gerçek Türk milliyetçisi”nin, “Türkiye’nin … geri, bağımlı durumuna isyan eden ve tek çözüm yolu olan sosyalizm yolunu tutma kavrayış ve cesaretini gösteren” kişi olduğunu yazdı.(1) TİP, kendisini tanımak üzere hazırladığı bir broşür aracıyla kamuoyuna, “TİP, Türkiye’nin ancak gene Türkiye’deki emekçi halk tarafından kalkındırılacağına inanan gerçek milliyetçi bir partidir” diye seslendi. (2) MDD hareketinin lideri Mihri Belli, “sosyalistlerin en tutarlı milliyetçiler olduğunu” savundu.(3)
Bu üç akımın ya da tarz-ı siyasetin milliyetçilikle ilişki kurma nedeninin başında egemen milliyetçiliğin sosyalist düşünceyi “gayri milli”, “kökü dışarda” ve sosyalistleri de milli çıkarlara değil, başka devletlerin (özellikle Sovyetler Birliği’nin) çıkarlarına hizmet eden “millet düşmanı” kimseler olarak tanımlamasıydı gelmekteydi. Sosyalistlerin “gayri milli” olduğu düşüncesi II. Dünya Savaşı atmosferinde, ırkçı-milliyetçi akım tarafından şekillendirilmiş ve toplumun önemli bir bölümüne benimsetilmişti. Bu yüzden de, tüm dünyada faşizm ile özdeşleştiriliyordu. Dünyadaki genel milliyetçilik algısının hegemonyasına paralel olarak ırkçı milliyetçi akım, savaş yıllarında Türkiye’de kendi program ve kimliğini, ‘kızıllık’, ‘sosyalistlik’, ‘komünistlik’ karşıtlığı üzerinden oluşturdu. Irkçı-Turancı akımın söyleminde kurulan sosyalizm ve sosyalist imgesi, yıllar içinde sağ düşüncenin tüm türlerine nüfuz etti ve toplum katında da kendini kabul ettirdi. Irkçı düşüncede sosyalizm, komünizm ya da Marksizm, Yahudilerin dünya egemenliği stratejisinde kullandıkları ideolojilerdi. Dolayısıyla, sosyalistler de dünyanın her yerinde Yahudilikten, Masonluktan ve Rus emperyalizminden emir alarak hareket eden vatan haini, millet düşmanı, satılmış, hatta “piç” kimselerdi. (4)
Milliyetçi söylemin 1940’larda yarattığı “sosyalist” imgesi, İslamcı ve muhafazakâr akımlar tarafından da paylaşıldı. Sonradan geliştirilen Türk-İslam Sentezi’nin baskın karakteri de anti- komünizmdi. Necip Fazıl Kısakürek’in, komünistlerle mücadele için sivil elbiseli “Komünistlikle Mücadele Polisi” kurmayı önermiş olması, devletin dilediği şahsı durdurup “komünist olmadığını ispat et” diyebilme selâhiyetine sahip olması gerektiğini savunmasını da ekleyelim. (Büyük Doğu, Rapor 7/9)
27 Mayıs’tan sonra kısa bir duraklama süreci geçiren milliyetçi hareket, geçmişten devraldığı anti-komünist söylem mirasıyla “reaksiyonerlikten aksiyonerliğe” geçti. Ocak 1962’de Milli Türk Talebe Federasyonu’nun öncülüğünde “solcular ve solcu basını tel’in mitingi” bu adımların ilkiydi. Taksim Meydanı’nda toplanan milliyetçi gençler Yön Dergisi ile Cumhuriyet, Milliyet, Dünya ve Akşam gazetelerini yakarak “memleketimizin problemleri komünizan metodlarla çözülemez. Bu metodlar, Türk milletine düşman fikirlerin metodlarıdır” demiş ve “kızılları her an ezmek için” yemin etmişlerdi. Ankara’da da aynı başlıkla yaptıkları mitinde “Komünistlere Türkiye’de Hayat Hakkı Yoktur” yazılı pankartlar taşımışlardı.(5)
Milliyetçi örgütlenmelerin, sosyalistlerin “millet düşmanı” olduklarına ilişkin temayı işledikleri eylemleri ve toplantıları bu tarihten sonra durmaksızın devam etti. TİP toplantıları basılacak, devrimci gençlere saldırılar, Kanlı Pazar’lar gündeme gelecek, Türkeş’in sahneye çıkmasıyla komando kampları kurulacak, Komünizmle Mücadele Derneklerinin faaliyetleri artacak ve devlet yetkilileri de bunları destekleyecekti. Sosyalist düşüncenin, kendine belli bir meşruiyet kazanması; devlet ve toplum katında kabul görmüş, kitleleri etkileyen, böylece maddi bir güç haline gelmiş gayri millilik iddiasını aşındırması gerekiyordu. Böylece harekete bir meşruiyet alanı açmak, ırk birliğini ulusun temel karakteri sayan Turancı-milliyetçi çevrelerden gelecek saldırıları boşa çıkarmak, emperyalizmin işbirlikçisi sermaye uşaklarının gerçek yüzlerini açığa çıkarmak için milliyetçilikle pozitif bir ilişki geliştirdiler.
Mihri Belli’nin sosyalistlerin “en derin anlamıyla milliyetçi” olduğu, “Gerçekten Türk milliyetçisi, Türkiye’nin bugünkü bağımlı, geri durumunu hazmedemeyen ve Türkiye’nin insanının başı dik insanca bir yaşantıya kavuşması için tek çıkar yolu, bilimin ve gerçeklerin emrettiği yolu, devrim yolunu tutmak kavrayış ve yürekliliğini gösteren kimsedir” sözleri de bu çerçevededir. (6)
Türkiye’de sosyalist hareketin milliyetçilikle pozitif bir ilişki kurma söyleminin gelişiminde, sosyalizm mücadelesi ile milliyetçilik arasındaki olumlu ilişkinin yeniden kurulduğu dünya çapındaki ideolojik iklimin etkisi yadsınamaz. Sömürge ve bağımlı ülkelerin emperyalizme karşı ulusal kurtuluş mücadelelerinin dünya çapında bir seferberlik halini aldığı, bu mücadelelerin sosyalist anti-emperyalizmle özdeşleştiği bir dönemde doğdu.
Bu atmosfer içinde, Mihri Belli’nin bu söylemi kullanması, sosyalistlerin emekçi kitleleri kazanmaya yönelik bir ideolojik hegemonya mücadelesi kapsamındadır.
Şu anekdot meseleyi çarpıcı bir şekilde somutlaştırıyor: Mihri Belli bir söyleşisinde, 1969 yılında arkadaşlarından Velî Kasımoğlu’nu MİT’çilerin yolda çevirip bir MİT evine götürdüklerini nakleder. “Karşısına bir Albay çıkıyor. Albay, eskiden bildikleri Kasımoğlu’na diyor ki, ‘Şimdi Mihri Belli’nin evine dadanmışsın, sık sık gidip geliyorsun. Söyle ona, bu memlekette Türk yurtseverliğini tekeline alarak biz adama komünist rejim kurdurtmayız’. Anlamış kerata meseleyi.” (https://www.politez1.com/detail/-/9762/marksist-devrimci-olarak-mihri-belli)
Belli, 20. Yüzyıl devrimlerinin bir karakteristiği olarak, sömürge, yarı-sömürge ve bağımlı ülke halklarının emperyalizme, yerli işbirlikçisi burjuvaziye ve feodal gericiliğe karşı mücadelelerinin aynı zamanda uluslaşma mücadelesi olduğunu ve “uluslaşmayı gerçekleştirmenin de milli demokratik devrimlerin görevi olduğunu” söylüyordu. Sosyalizmin ilk aşaması ise “halkların ulusal açılıp gelişmesini, uluslaşma sürecinin tamamlanmasını, halkları, ulusal kültür sınırları içinde kalmakta yetinmeyecekleri, bu sınırları gönüllü olarak aşacakları tarihi döneme yaklaştıracak”tı. (7)
Bu anlayış içinde Millet Gerçeği başlıklı yazıda şöyle der: “Türkiye halkının en derin anlamıyla uluslaşması uğruna mücadelede sosyalistlerin öncü durumunda olmaları neyi ifade eder? Sosyalistler kent ve köy proletaryasının özlemlerine tercüman olduklarına göre, Türkiye proletaryasının toplumda sadece en devrimci değil, en ulusçu güç olduğunu.”(8)
Bunun, Marx ve Engels’in, “Her ülkenin proletaryası, her şeyden önce, politik iktidarı ele geçirmek, kendisini ulusun yönetici sınıfı durumuna yükseltmek, kendisi bizzat ulus olmak zorunda olduğuna göre, proletarya esasen millidir; ama sözcüğün burjuva anlamında değil” çağrısı ile özü itibariyle tutarlılık içinde olduğunu düşünüyorum. (9)
70’lerde ve daha sonrasında böyle bir sorunla karşı karşıya olmadıysak, değilsek, bunun bir nedeni 60’larda verilen ideolojik hegemonya mücadelesidir. Bunu “ideolojik mengene” olarak görmek, 68 gençliğinin, emekçilerin devrimci saflara, devrimci sendikalara katılmasında bu mücadelenin payını küçümsemektir. Denilebilir ki, 60’lı yıllarda sosyalistler ve Mihri Belli, şoven milliyetçilere karşı mücadelede, onların bu silahını etkisizleştirmek ve anti-emperyalist bilinci yaygınlaştırmak için çubuğu fazla büktü. Bunun farkında olmalı ki, Belli, daha sonra milliyetçilik söylemini yurtseverlikle değiştirir. Türk yurtseverliği değil, Türkiye’yi Kürtlerin ve Türklerin gönüllü birlik içinde yaşadığı ortak vatan kabulüne dayalı Türkiye yurtseverliği olarak.
Belli, Marksist düşünce ve devrimci eylemle 1936’da iktisat öğrenimi için gittiği Amerika Birleşik Devletleri’nde tanıştı. Gençlik ve işçi hareketlerine katıldı. 1937-1938’de Mississippi’de siyah tarım emekçileri arasında faaliyetlerde bulundu.1940’ta San-Francisco’da ABD Komünist Partisi adına sokak hatipliği yaptı. O sırada patlak veren İspanya İç Savaşı’na katılmak için yollar aradı. 1947’de Yunanistan iç savaşına katılan, 3 yıl boyunca savaşan Türkiyeli tek komünistti. Demokratik Ordu gerillası olarak savaştı. Tabur komutanlığına yükseldi. Çatışmalarda iki kez yaralandı. Bulgaristan ve Sovyetler Birliği’nde tedavi gördü. Özetle, Türkiye’de enternasyonalizminden şüphe edilmeyecek biri varsa o da Mihri Belli’dir.
Örgütlenme
1968’lerde gençlik hareketinin faşist saldırıların da etkisiyle Latin Amerika’daki gerilla hareketlerinin etkisinde kaldığı doğru mudur? Doğrudur. Ne olabilirdi? Mihri Belli’nin de “yapmalıydık” dediği şey, saldırıların başladığı bir süreçte merkezi savunma örgütü kurmak, bu eğilimi frenleyebilirdi. Tabi partileşmenin bir adımı olacaktı bu. Partileşmeye resmen adım atıldığı zamanda geç kalınmıştı.
György Lukacs, proletaryanın mücadeleyi kazanması için, “burjuva toplumun dağılmasına katkıda bulunacak her eğilimi kışkırtmalı ve desteklemelidir ve herhangi biçimde ezilen bir tabakanın her hareketini -ne kadar içgüdüsel ya da kapalı olursa olsun- devrimci genel hareketle bütünleştirmek için elinden geleni yapmalıdır.” der. (10) Mihri Belli’nin 1960’ların ikinci yarısında izlediği politika tam da bu anlayışa dayanır. Sol Kemalistlerle ittifakı savunması bu çerçevededir. Ancak Lukacs’ın bu sözleri proletarya partisini önvarsayar. TİP’ten ayrılma süreci başladığında partinin inşa süreci de başlamalıydı. Çünkü adanmış kadrolar, disiplinli, ideolojik tutarlılığı olan bir örgüt olmaksızın hareketin kendiliğindenciliğe sürüklenmesi de kaçınılmaz olur, böyle de oldu. Ekim 1970’de Proleter Devrimci Kurultay toplandığında THKO ve THKP-C kurulmuştu artık.
Kurultayda yaptığı konuşmadan Belli’nin legal parti kurma fikrinde olduğu, bunun da ayrışma noktalarından birini teşkil ettiği söylenir ki, doğrudur. Ama nasıl bir parti? Onun düşüncesinde legaliteyi son katresine kadar kullanmak var. Kitleleri örgütleyerek devrimci şahlanışı sağlamak. Egemen güçler üstümüze gelirlerse günah bizden gitti demek. O noktadan itibaren her türlü mücadele biçimini devreye sokmak. Konuşmasında böyle bir parti var.
Belli 74 affından sonra da bu anlayışı sürdürdü. O zaman güçlü bir hareket vardı. Ancak parti kurma fikrine 60’ların devrimci gençlik önderlerinden M. İ. Gürkan ve arkadaşları tarafından ikna edilmişti. Ne var ki, alttan alta Mihri Belli’ye karşı muhalefet etmekten çok bir tezvirat sürdürdüler. Rasih Nuri İleri’nin arşivinden Belli’nin 1944’teki İlerici Gençlik Derneği tutuklanmasındaki ifadesini bir koz olarak kullanmaya kalktılar. Daha sonra TKP yolcusu olacaklardı. Mülteci TKP de partinin sendikalardaki temsilcilerini tasfiye edecekti. Eş zamanda DGM partiye (TEP) kapatma davası açmıştı. Hareket böylece güç kaybetmişti.
Bu dönem, Mihri Belli’ye karşı bir tecrit politikası da yürürlükteydi. Özellikle PDA (Aydınlıkçılar) başrol oynadı. Tecrite yalan ve iftira ile katkıda bulundu. Şahin Alpay, Aydınlık Sosyalist Dergi’nin (ASD) 12. sayısında (Sonradan Beyaz Aydınlık’ın teorisyeni, en son Cemaatçi) “Türkiye’de proletarya bugün devrime öncülük edecek objektif ve subjektif şartlara tam olarak sahip değildir”, “Bu şartlar altında Avcıoğlu’nun ‘ülkemizin bugünkü gelişme aşamasında, milliyetçi devrimciler bir kez daha ön planda rol oynamaya aday gözükmektedir’ sözü hiç olmazsa bir süre için yanlış değildir” diyerek Doğan Avcıoğlu’nun artık su yüzüne çıkan cuntacı çizgisini desteklemiştir. Bu ASD’de tartışmaya yol açtı. Oğuzhan Müftüoğlu bu konuda şöyle diyor: “MDD içinde Doğu Perinçek etrafında kümelenen grubun Devrim dergisi çevresiyle yakın ilişkileri vardı. O zamanki Aydınlık dergisinde -özellikle Şahin Alpay tarafından yazılan- cuntacılığa ideolojik zemin hazırlamaya dönük yazılar yer alıyordu. Bu çerçevedeki farklılıklar MDD içindeki ilk bölünmeyi getirdi.”(11)
ASD’de Mihri Belli ve Mahir Çayan’ın karşı yazıları çıktı. Mahir Yeni Oportünizmin Niteliği başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Asker-sivil-aydın zümrenin öncülüğü meselesinde Avcıoğlu ile ‘sağ sapma’ hemfikir. Gerekçeler de aynıdır. ‘Ülkenin iktisadi gelişmesi proletaryanın değil de, asker-sivil aydın zümrenin öncülüğüne uygundur.’ Avcıoğlu’nun ‘kapitalist olmayan yolu’nu eleştiren sağ sapma, değişik bir tarzda tıpatıp aynı şeyleri söylemektedir.”(12)
Ne var ki, 74’ten sonra PDA cuntacılığı Mihri Belli’ye izafe eden bir kampanya yürüttü. Onların bu yalan ve iftiralarına bugün bile inanan siyasi gruplar var.
Kürt Sorunu
Mihri Belli’nin Kürt sorunu karşısındaki tutumuna yönelik eleştirilerin bilimsel olmadığını düşünüyorum. Bunlar bana göre demokratik devrimin özünü kavrayamamaktan ileri gelen eleştirilerdir. Demokratik Devrim dediğimiz şey kategorik olarak burjuva devrimidir. Ancak 20. yüzyılda, Lenin’in İki Taktik’de geliştirdiği formülasyonun ışığında, Çin’de, Vietnam’da olduğu gibi, bu devrimlere devrimci proletaryanın hegemonyasındaki cepheler öncülük etmiştir. Bu devrimler neyi çözer ya da çözmüştür? Feodalizmin, yani derebeyliğin, toprak ağalığının tasfiyesini, onun uluslaşmanın önüne koyduğu engelleri kaldırmıştır.
Peki demokratik devrimin Türkiye’ye uyarlanmış özgül biçimi olarak MDD neydi? 60’larda solun kitleselleşmesi yükselirken ülkenin sosyo-ekonomik yapısı da çok yönlü olarak tartışılmaya başlandı. Bu yönde bir çok araştırma, teorik analiz yayınlandı. İki farklı eğilim ortaya çıktı. Birincisi, Türkiye kapitalist bir ülke tespitini yapıyordu. 2’incisi, Mihri Belli’nin ortaya attığı tez; ‘Türkiye demokratik devrimini tamamlamayan, emperyalizme bağımlı, işbirlikçi burjuvazi ve feodal mütegallibe ittifakının egemenliği altında bir ülkedir’ diyordu. Özellikle Türkiye Kürdistanı’nda feodal, yarı-feodal üretim ilişkileri hakim. Bu ilişkiler Kürt halkını sadece feodal baskı ve sömürüye maruz bırakmıyor, aynı zamanda uluslaşmasını, demokratik gelişmesini de engelliyor. (Bu feodal gericilik bugün de koruculuk sistemi altında Özgürlük Hareketine karşı silahlı bir güç olarak sürdürülmektedir.) Bu yüzden devrimin stratejik hedefleri de anti-emperyalist ve anti feodaldir; temel güçleri ise işçi sınıfı ve yoksul köylülüktür. Bu köylülük ise, esas olarak feodal boyunduruk altındaki Kürt yoksul köylüsüdür. Çünkü feodal, yarı feodal ilişkiler batıda değil, doğudadır. MDD’nin esası bu. Demek oluyor ki, MDD’nin temel stratejik hedeflerinden biri Kürt halkının özgürleşmesini sağlamak.
Mihri Belli’den sık sık işittiğim şey, işçi sınıfı ile Kürt halkı arasındaki ittifakın devrimin temel dayanağı olduğudur. Öcalan’la yaptığı görüşmede de Türk devrimi ile Kürt devrimi etle tırnak gibidir sözleriyle bunu tekrar eder.
Diğer taraftan bu eleştirilerin bir kaynağı da Mihri Belli’nin 1960’larda, o dönemde anti-emperyalist eğilim içindeki sol Kemalistlerle ittifak siyaseti izliyor olması. Öncelikle Mihri Belli’nin devrimin imkanlarını gözeten bir siyasal çizgiye sahip olduğunu hatırlatmamız gerekir. Sol-Kemalistler, kent küçük-burjuvazisinin en ileri unsurlarını (asker-sivil aydın zümreyi) içeriyordu. Kemalizm Kemalizm olmadan önce, yani 1920’lerdeki emperyalizme karşı mücadeleyi 60’ların anti-emperyalist mücadeleleriyle birleştirerek sahipleniyorlardı. Belli bunu devrim için bir imkan olarak görüyordu. İşte bu ittifak anlayışı nedeniyle onun Kürt sorununa en ılımlı ifadeyle pasif bir tutum takındığı iddiası var. Gerçek tam tersidir. Mihri Belli, TİP yönetiminin Doğu sorunu dediği Kürt sorununu, Millet Gerçeği adlı yazısında adını koyarak, 40 yıllık bir tabuyu yıkarak ortaya koydu. Bunun için tutuklandı. İlk kez orada meseleyi Leninist açıdan UKTH ilkesi çerçevesinde açıkladı. İkinci olarak, ittifakı savunduğu sol-Kemalistlerin lideri Doğan Avcıoğlu’nun kısa bir yazısı var. Kürt Meselesi diye. Orada “Resmi tez ne olursa olsun, bir Kürt meselesi vardır.. Hayli sert metodlarla uygulanan (asimilasyon) politikası, mutlak bir entegrasyonu amaç edinmişti. Bir etnik grubun, dili ve kültürü unutturularak, hakim etnik grupla kaynaştırılması söz konusu idi” der ve artık bu meselenin gündeme gelmesi ve çözülmesi gerektiğini savunur. (13) Yani Kemalistlerin 40. Yıllık inkar politikasını açıkça eleştiriyor; bir başka deyişle, TİP Kürt sorunu diyemezken, Kemalist Avcıoğlu adını koyuyor. Onu bu yaklaşıma getirenin ne olduğunu anlamak lazım. Bu herhalde Mihri Belli’nin ittifak politikasının bir yansıması olsa gerekir.
Büyük Dönüşüm diye adlandırılan Mihri Belli-Öcalan buluşmasında, Öcalan’ın ‘MDD’yi Kürdistan’da biz uyguluyoruz’ dediğini hatırlatmak isterim. Nitekim, 1980’lerde Kürt Özgürlük Hareketinin ortaya çıkması ve mücadelesi, özellikle güçlü bir kadın hareketinin yükselmesi, Kürt coğrafyasında feodal ilişkilerin çözülmesinde devrimci bir rol oynadı. Ağaların kapitalist patronlara dönüşmesi de bu süreçte oldu. Bu mücadele sürüyor. Dolayısıyla, Mihri Belli’nin 1984 atılımını selamlaması ve desteklemesi MDD tezi ile çelişen değil, tam da onun gereği olarak aldığı (ve aynı zamanda enternasyonalist) bir tutumdur.. 1960’lardan farklı olan nedir? “İlk kez enternasyonalist bir tutumu biz onda gördük” dediği ulusal devrimci-demokratik bir hareket şahsında cisimleşen bir müttefikin ortaya çıkmasıdır. 60’larda bir muhattap yoktu. TİP’in reformist yönetimiyle hareket eden Kürt aydınları bu konumda değildi.
Devrim ve reform
Devrimci mücadele içinde yer alan her insanın hataları, yanlışları olur. Ancak onun durduğu nokta önemlidir. Benim baktığım yerden Mihri Belli bana sürekli, 90’ında bile devrimi arayan adam olarak durdu. Onun yazılarında, konuşmalarında devrimin imkanlarını araştıran, bu hedef için ittifak politikaları geliştirmeye çalışan devrimci bir tutum vardır.. Devrimci bir kitlesel arzuyu ve mücadele azmini yaratmak için, temelinde bilgiye yaslanan bir inanca ve kararlılığa ihtiyaç vardır. İşte bu inanç ve kararlılığı aşılayan bir duruş vardır onda. Demir Küçükaydın şöyle yazar: “Mihri Belli’nin hayatının her döneminde militan ve radikal olana bir eğilim, ondan uzak düşmeme kaygısı sezilir. Bu içgüdüsü veya hayatın tecrübelerinden süzülmüş sezgisi, teorik ve ideolojik olarak çok yanlış ya da belirsiz olduğu durumlarda bile onun daima daha muhalif, daha radikal bir konumu sürdürmesini sağlamıştır.” (14) Ertuğrul Kürkçü aynı özü şöyle dile getirir: ‘’Mihri hiçbir sisteme uyum sağlamadı. Onun için devrim hep günceldi, hep bir devrim olacaktı, sadece bugünkü şartlar uygun değildi, onun için şu ya da bu hareketleri yapmamız icap ederdi.’’ (15)
Lucaks’ın Lenin için söylediği bir söz var. “Lenin’in düşüncesinin özü ve onu Marx’a bağlayan belirleyici halka devrimin güncelliğidir” (16) Bana göre Mihri Belli’yi de Marksizme bağlayan aynı şeydir. Bıraktığı en önemli miras da budur. Bu mirasın ne kadar bilincinde olup olmadığımız ise ayrı bir konu. Ama yeterince kavranmış değil.
Yine Demir Küçükaydın Dostoyevski’nin “biz hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık.” sözünü Mihri Abi’ye uyarlamış, “O bizler için “Gogol’ün Paltosu”dur” demişti. Peki o “palto”da ne var? 68’deki gençlik hareketinin devrimci eğilimleri Mihri Belli’nin görüş ve düşüncelerinde karşılık bulmuştu. O yıllarda dünyada gelişen mücadeleler, Cezayir Kurtuluş Savaşı, Küba Devrimi, Vietnam Kurtuluş Savaşı, Afrika kurtuluş savaşları gibi kapitalist-emperyalist sisteme karşı mücadele doruklarda. Mihri Belli ise tam da devrimin diliyle konuşan adam. Milli Demokratik Devrim tezi bu ülkelerin mücadele deneyimlerini hem içeriyor, hem de bu devrimlerin esin kaynağı olmasında itici bir rol oynuyordu. Belli yazılarında parlamentarizmi eleştiriyordu. Değişimin devrimle mümkün olduğunu anlatıyordu. 1960’lı yıllar da sosyalizm mücadelesi kitleselleşirken hem bu kitleselleşmeyi devrimcileştiren hem de ondan beslenen radikal bir kopuş gündeme geldi. Önceki dönemlerin sınıf mücadelesi çizgisini aşan süreklilik içinde bir kopuştu bu. Bu kopuşa özellikle Mihri Belli’nin eylem felsefesi damgasını vurdu. Diyebilirim ki, eğer o günün şartlarında sosyalist gelenekte bir kopuş yaşanmışsa bu büyük ölçüde Belli’nin devrimin güncelliği bilincinden kaynaklanmıştır. TKP geleneğinde bu anlayış ve buna uygun bir mücadele çizgisi yok. Esas olarak 3. Enternasyonal’in ve Kominform’un politikalarını uygulamak var.
1993’de bir söyleşide tarihsel TKP için şöyle diyor:
“Genellikle söylenen sözler doğrudur, eğer sorumlu parti neşriyatına bakarsak bu böyle. Ama çoğu lafta kalmıştır, gereken yapılmamıştır. Ne işçi sınıfının iktidarı almaya yönelik örgütlenmesi ve Sovyet modelinin izlenmesi yolunda önemli bir eylem olmuştur ne de Kürt isyanlarında ızdırap çeken halkın önüne geçip onu devrimci bir önderlik altında harekete sevk eden olmuştur.” (17)
50 yıllık TKP’nin mücadele anlayışını aşan ve devrimci mücadeleyi yeni koşullara militan mücadele ruhuyla uyarlayan adamdır Mihri Belli. Bu önemlidir, çünkü Mihri Belli’yi bu mantık içerisinde ele almazsak, Deniz’in ve özellikle Mahir’in katkılarını da anlamlı kılamayız. Aşma zincirinin halkaları olarak kavrayamayız.
TİP’teki ayrışmayı da bu çerçevede ele almak gerekir. TİP yöneticileri sosyalizmin parlamentarist mücadele ile gerçekleşeceğini savunuyorlardı. 65 seçimlerinden sonra partinin 15 milletvekili çıkarmasıyla artık 69 seçimlerinde başa güreşeceğiz demeye başladılar. Onların sosyalist devrim dedikleri esas olarak buydu. Dolayısıyla TİP’te yaşanan ayrışma iki farklı devrim anlayışı değildi. Devrim ve reform ayrışmasıydı. Ve bu ayrışmaya yön veren de Mihri Belli’nin MDD kapsamındaki görüşleriydi. 19. Yüzyılın sonunda Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde parlamentarist-reformist çizgiyi savunan Bernstein’a karşı Rosa Luxemburg’un siyasal iktidarın fethi ve toplumsal devrimden yana tutumu neyse Mihri Belli’nin ki de odur.
***
Belli 3. Enternasyonal geleneğine bağlı bir komünisttir, ama bu bağlılık daha çok geleneğin devrimci içeriğine, ruhunadır. “Marksizmi bağımsız ve yaratıcı bir tutumla kavramak ve uygulamak”. Bu, Marksist hareketin tarihinde onurlu bir yere sahip, düşünceleri ve eylemleri bugün bile esin kaynağı olan birçok Marksisti olduğu gibi, Belli’yi de özgün kılan bir tutumdur. Bu tutumu, 1962’de, Sovyet-Çin çatışmasının uç verdiği günlerde SBKP’nin bizzat kendisine yaptığı, “TKP’yi canlandırın, dış büronun başına da İ. Bilen’i getirin” önerisine, “dış büronun başına kimi getireceğimiz bizim işimizdir” diyerek karşı çıkışında gösterir. Bu tutum o dönem ve daha sonra 70’lerde Ho Chi Minh tavrı olarak da bilinir. Sovyetlerin çöküşünden sonra dünya komünist hareketinde baş gösteren krizde, bu tutum içinde olan sol hareketin nispeten daha az hasar görmesinde rol oynadığını söylemek gerekir.
‘’İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten gelen koşullar içinde yaparlar’’ (Marx, Brumaire, Seçme Yapıtlar I, s.477, Sol Yayınları) Dolayısıyla, geçmişe, olanaklar ve olasılıklar alanını sınırlayan nesnel bir çerçeve yokmuş gibi, her şey mümkünmüş ya da her şey bireyin iradesi tarafından kararlaştırılıp belirleniyormuş gibi yaklaşamayız. Mihri Belli de, stratejik düşüncesi ve taktikleriyle o koşulların sınırlarını zorlayan, bir tarih yapıcı olarak devrimin imkanlarını kollayan bir devrimci olarak rol oynadı..
Bu mücadeleye ruhunu veren şeydir. Günümüzün mücadelesinde de eksik olan bu ruhtur.
1. “Türk Milliyetçilerine Sesleniş” Yön, 110: 8-9. 1965,
2. Türkiye İşçi Partisini Tanıyalım, İstanbul: Karınca, 1965
3. “Devrimci Milliyetçilik ile Proleter Enternasyonalizmi Birbirini Tamamlar”, Aydınlık Sosyalist Dergi, 23: 357–371
4. Reha Oğuz Türkkan, Solcular ve Kızıllar, https://issuu.com/toluhan/docs/reha_o_uz_t_rkkan_-_solcular_ve_k_z
5. http://mttb.com.tr/wp-content/uploads/2018/05/52.-dönem.pdf
6. Mihri Belli, Yazılar, 297-98, Sol yayınları, 1970
7. “Devrimci Milliyetçilik ile Proleter Enternasyonalizmi Birbirini Tamamlar”, s.357
8. Yazılar, s.288
9. Marx/Engels, Komünist manifesto, s.49, BSY, 1976
10. György Lukacs, Lenin’in Düşüncesi: Devrimin Güncelliği, s. 31, Belge Yayınları 1979
11. http://solsiyaset.org/muftuoglu-kiblesi-6-filo-olanlarla-mucadele-devam-ediyor/
12. ASD, 15.ci sayı, s.197, Ocak 1970
13. Yön Dergisi, sayı 194, 16 Aralık 1966
14. https://demirden-kapilar.blogspot.com/2014/08/gogolun-paltosu-mihri-bellinin-90-yas.html
15. http://www.ertugrulkurkcu.org/haberler/ertugrul-kurkcuyle-soylesi-mihri-belli-icin-devrim-hep-bir-devrim-olacakti/
16. György Lukacs , s. 9
17. (https://www.ozgurlukdunyasi.org/arsiv/413-sayi-054/1784-turkiye-sol-hareketi-uzerine-bir-tartisma-2)