BAHATTİN DEMİR yazdı: “Hatun Tuğluk’un cenazesine yapılan saldırı, ölü bir bedene yapılmamış, bu ülkede yaşayan emekten, demokrasiden ve barıştan yana olan herkese yapılmıştır. Bu coğrafyanın her insanına uygulanmış bir şiddettir.”
BAHATTİN DEMİR
“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.” Albert Camus’un bu ünlü cümlesini bugün başka bir cümle ile tamamlamak gerekecek, “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl gömüldüğüne bakın.”
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesi Ankara’da ırkçı bir grubun saldırısıyla gömüldüğü yerden çıkarıldı. Hatun Tuğluk’un vasiyeti Ankara’da gömülmek iken cenaze Dersim’e gönderilmek zorunda kalındı.
Ankara Valiliği’ne göre bu yaşananlar altı üstü bir “girişim”, “sataşma girişimi”. Valilik açıklamasının ilk cümlesi şöyle, “Eski Milletvekili Aysel Tuğluk’un, 13/9/2017 tarihinde vefat eden annesi, merhume Hatun Tuğluk’un, İncek Mahallesi Mezarlığına defninde, 20-25 kişilik bir grubun sataşma girişimi [abç] meydana gelmiştir.”[1]
“Şehit mezarı var, bu mezarlığa Ermeniler, PKK’lılar gömülemez” demek veya “gömerseniz çıkartır parçalarız” tehditlerini savurmak, cenazenin mezardan çıkartılmak zorunda kalınması Ankara Valiliği’ne göre, anlaşılan o ki “sataşma” bile değil, sadece “bir girişim”; sataşma noktasına bile gelmeden bitirilmiş bir şey yani.
Düpedüz faşist bir saldırının Ankara Valiliği’nce nasıl gördüğü elbette önemli ama bu ancak büyük resmin sadece bir parçasına denk gelir. Asıl büyük resim, Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana ağır ağır ama bilinçli bir şekilde toplumun dokularına işlenen, siyasi iktidarlarca yeniden, yeniden ve yeniden üretilerek topluma sunulan “ırkçı milliyetçilik” ve onun bugün yarattığı toplumdur.
Ölüye, mezara verilen değerin dinsel, ahlaki ve kültürel norm olduğu bir toplumda yaşadığımız, övünülerek ne kadar söylenirse söylensin, bu saygınlık biçimsel bir geçerliğe sahiptir. İktidar istediği noktada kişiyi bu kutsiyetin dışında ve mezarsız bırakabilir. Mustafa Suphi’lerden, Berfo Ana’nın mezarını dahi göremeden öldüğü oğlu Cemil Kırbayır’a kadar muhaliflerin mezarsız bırakılması zaten bir iktidar geleneğidir. Bu coğrafyada diri de olsa ölü de olsa muhaliflerin iktidarlar tarafından değersizleştirilmeye çalışıldığı sayısız örnek var (mezarsız bırakarak değersizleştirme sadece ulusal değil uluslararası bir devlet geleneğidir).
Her Cumartesi ellerinde fotoğraflarla oğullarının, kızlarının, eşlerinin mezarını arayan, Cumartesi Anneleri mezarsız bırakmanın ne demek olduğunu bizlere anlatmıyor mu?
Bu yüzden ne “ırkçı milliyetçiliğin” kendisini besleyen dini değerleri yine din ve milliyetçilik adına ayaklar altına alabileceğini göstermesi, ne de Ankara Valiliği’nin saldırıyı “sataşma girişimi” olarak görmesi hiç şaşırtıcı değil. Hatta bundan sonra da bu tür saldırganlıkların devam edeceğini söylemek kehanet olmaz. Çünkü OHAL koşullarında “ırkçı milliyetçiliğin” kendisi için en uygun zemini bulduğu konusunda hiç kimsenin kuşkusu yok ve bu zemin her gün daha bir uygun hale getiriliyor ona.
Bu zemin sadece Müslüman olmayanlar (Ermeni, Yahudi ve Rumlar), Alevilere ve Kürtlere nefretin değil tüm muhalif kesimlere yönelik nefretin bir zemini haline getirildi. Tarih boyunca kimi anlarda katliam noktasına vardırılan bu düşmanlığın asıl amacı da toplumu ve özellikle muhalifleri baskı altına alabilmek, yalnızlaştırmak ve susturabilmek.
Zaten kişiyi mezarsız bırakmak veya mezarını tahrip etmek sadece o kişiyi değersizleştirmek için yapılan bir şey de değildir; asıl amaç, yaşayanlar üzerindeki baskıyı bir kat daha arttırabilmek, “benzerini siz de yaşarsınız” mesajıyla tehdit etmektir. İnsan zihninden ve toplumsal hafızadan ölen kişinin yaşarkenki mücadelesini ve bu mücadeleye duyulan/duyulacak inancı silebilmektir.
Hatun Tuğluk’un cenazesine yapılan saldırı, ölü bir bedene yapılmamış, bu ülkede yaşayan emekten, demokrasiden ve barıştan yana olan herkese yapılmıştır. Bu coğrafyanın her insanına uygulanmış bir şiddettir. Yaşananları hiç olmamış, yaşanmamış, duymamış gibi geçiştirerek hayatına devam eden milyonlar olsa da…
Diyarbakır Sur örneğinde olduğu gibi yaşayanları evsiz bırakmak, Nuriye ve Semih örneğinde olduğu gibi KHK ile çalışanları işsiz bırakmak, Hatun Tuğluk örneğinde olduğu gibi ölüleri mezarsız bırakmak artık bir iktidar aracına dönüşmüşken bütün bunlara karşı vakit geçirmeden ortak bir mücadelede birleşmek kaçınılmazdır.
Işıklar içinde yat Hatun Tuğluk…