SEÇTİKLERİMİZ – Tayfun Atalay T24’e yazdı: “Yahu Efendiler, hepi topu iki ay geçti, nereden nereye geldiniz Kürdistan lafzında böyle bir lahzada?.. Bu ne dönüş, bu ne kıvraklık, bu ne elastikiyet? Bu ne, terazi lastik jimnastik?!..”
Kürdistan’ı “matbu” olarak ilkin 1997’de kullanmıştım; Toplum ve Bilim dergisinin 72’nci sayısında yayımlanan “Kaşkaylar ve Kürtler: İki kitap temelinde Orta Doğu’da aşiret-devlet ilişkileri üzerine bir karşılaştırma denemesi” başlıklı yazımda…
O yazıda iki antropoloğun Ortadoğu etnografyası üzerine çığır açıcı mahiyetteki çalışmalarının; Martin van Bruinessen’in Ağa, Şeyh ve Devlet: Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi (İngilizce ilk baskı, 1978) kitabıyla Lois Beck’in İran’da yaşayan Türkî konar-göçer Kaşkay aşireti üzerine kaleme aldığı İran Kaşkayları (1986) kitabının karşılaştırmalı bir çözümlemesine gidiyordum.
Okuyan bazıları, yazımın içeriğinden, akademik kıymeti ya da kıymetsizliğinden çok, yazıda (Suriye Kürdistanı, İran Kürdistanı, Irak Kürdistanı’nın yanı sıra) geçen “Türkiye Kürdistanı” tabiriyle ilgilenmiş, bunu dert etmiş ve bu dertle bana veryansın etmişlerdir.
Ayrıca bu yazıma da okuma listesinde yer verdiğim “İnsan Topluluklarında Siyasal Örgütlenme Biçimleri” dersinde yıllarca aşiret-devlet ilişkilerinden söz etme noktasında yeri gelince “Kürdistan” sözcüğünü antropolojik/etnolojik bir rahatlıkla telaffuz ettiğim zamanlarda da sıkıntı yaşamadım değil… Derste paylaştığım bilgi ve görüşlerden ziyade kullandığım “Kürdistan” sözcüğüne takılıp kalan bazı öğrencilerimin çatık kaşlı çehrelerle soru adı altında sorgulamalarına muhatap oldum sık sık. Bazı “ihbar değirmenleri”nin işleyişinden de nasibimi alarak!..
“Kürdistan diye bir yer…”
Gel gelelim bir kez antropoloji “mikrobu” düşmüştü içimize!.. Ve insanlığın kültürel haritasının modern dünyada ortaya çıkmış (çoğu durumda “çıkarılmış”) siyasal sınırlarla çakışık olmaması karşısında “kültürel insanbilim” neyi öneriyorsa onu öğretiyor, neyi bildiriyorsa onu aktarıyor, neyi gerektiriyorsa da onu söylüyor yazıyorduk.
Aynı doğrultuda, yine yukarıda zikrettiğim “Ağa, Şeyh ve Devlet”in genişletilmiş ve geliştirilmiş 1992 baskısının Türkçeye İletişim Yayınları tarafından özenli bir çeviriyle yeniden kazandırılması üzerine 2003’te kaleme aldığım bir tanıtım yazısında da kullanmaktan kaçınmadım Kürdistan sözcüğünü… Üstelik bu defa başlığa da taşıyarak (“Kürdistan diye bir yer…” Virgül, Sayı: 67, 2003).
Elbette bu başlığı da hem açık açık yüzümüze karşı hem de gıyabımızda soran, soruşturan ve sorgulayanlar oldu.
Biz de açıklamaya devam ettik; siyasal değil kültürel bir itki ile, ideolojik değil antropolojik bir hassasiyetle kullanıyoruz Kürdistan’ı diyerek…
Kürtlerin otokton, yoğun ve yaygın olarak yaşadıkları tarihsel-coğrafyadan söz ediyoruz diyerek…
Farsça “istân” son-ekinin “yer” anlamına geldiğini ve “Kürt coğrafyası”, “Kürt illeri” diye, iktidara/rejime kul-köle ağızlardan bile dökülen nitelemelerle de aslında kaçak-kaçamak şekilde Kürdistan tabiri ile aynı kapıya çıkıldığını belirterek…
İsmail Beşikçi olayı
Homur homur çok söylenen olduysa da daha ötesi olmadı.
Ama daha ötesine, hem de çok daha ötesine maruz kalanlar oldu bu ülkede.
Müteaddit defalar yazdığım üzere, Kürt toplumsal gerçekliğine ilişkin öncü çalışmalara imza atmış sosyolog Dr. İsmail Beşikçi bunların başında gelir.
Beşikçi’nin 1967’de tamamlanmış doktora tezi temelinde 1969’da yayımlanmış Doğu’da Değişim ve Yapısal Sorunlar (Göçebe Alikan Aşireti) ve yine bununla aynı yıl yayımlanmış Doğu Anadolu’nun Düzeni başlıklı kitapları sonrasında hayatı, 1971’den başlayarak 1999 yılına kadar, başka yazdıklarıyla da “titreşimli” şekilde, periyotlar halinde ceza evine girip çıkmalarla geçti.
Toplamda 17 yılı aşkın bir mahpusluk süresidir bu ve esas itibarıyla Beşikçi, Kürt gerçeğine dikkat çektiği içindir.
Kürt’ten, Kürtçeden, Kürdistan’dan söz ettiği içindir.
Düşünün, “Ağa, Şeyh ve Devlet”in yazarı bu ülkede olsa başına neler gelirdi!..
Ya da tersten düşünün: “Ağa, Şeyh ve Devlet” gibi bir kitabı yazmak, bu ülkede mümkün olabilir miydi?!..
İktidar bir “tatlı yatak”
Dediğim gibi, örnekler sadece Beşikçi ile sınırlı değildir, ama kanımca en çarpıcı, sarsıcı ve kahredici olanı onun başıma gelendir.
Bir zulüm rejimi için en büyük utanç nişanesi olan da odur.
Bir dönem Kürt ve Kürtçe var demek yasak ve suçtu bu ülkede.
Şimdi de Kürdistan demek yasak ve suç sebebi sayılmakta… Daha doğrusu sayılmakta idi!
Düne kadar öyle idi!..
Burası öyle bir ülke ki ve birileri için iktidar öyle tatlı bir “yatak” ki ve de o yataktan çıkmamak için öyle keskin virajlar almak mümkün ki Kürdistan lafzına ilişkin trajik siyasi seyrin bir “komedi”ye vurması dahi söz konusu olabiliyor!..
Daha düne kadar “Kürdistan” dolayımıyla dinbaz iktidar sahiplerinin üzerimizde kriminalizasyon rüzgârları estirmesine, sözcüğün zikrini bize zehir etmelerine hem tanıklık ediyor hem de bunu deneyimliyorduk.
Hele bakın, gün nasıl dönmüş ve şimdi sözcük, onu hepimize zehir eden iktidar ağızlarından şakır şakır dökülüyor!..
Kürdistan: Bir varmış bir yokmuş!
Ne diyordu 31 Mart seçimleri öncesi AKP’li Cumhurbaşkanı meydanlarda gümbür gümbür:
“Türkiye’de Kürdistan diye bir bölge var mı?.. Sen Türkiye’yi terk et! Bizim Kürdistan diye bir bölgemiz yok. Güney’de Irak’ta Kürdistan bölgesine git. Benim ülkemde böyle bir bölge yok.”
Bilindiği üzere AKP’li Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri, HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli’nin seçim öncesi sarf ettiği, “Kürdistan’da kazanacağız, Batı’da da AKP ve MHP’ye kaybettireceğiz” sözlerine karşılık olarak telaffuz edilmiş, onu kriminalize etmeyi hedeflemişti.
Peki ya şimdi AKP’li İstanbul belediye başkan adayı Binali Yıldırım ne diyor, buyurun bakalım:
“Kurtuluş Savaşı mücadelesini başlatırken, daha savaş yıllarında bile Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni toplayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün davet ettiği millet temsilcilerinin arasında Kürdistan mebusu da vardı Lazistan mebusu da vardı.”
Yahu Efendiler, hepi topu iki ay geçti, nereden nereye böyle bir lahzada?!
Bu ne dönüş, bu ne kıvraklık, bu ne elastikiyet?..
Bu ne, “terazi lastik jimnastik”?!..
Baş döndürücü bir “memnu”niyet!
Tabii Yıldırım’ın ağzından çıkan sözlerin izini geçmişe doğru sürün, yine karşınıza çıkacak isim Erdoğan olacaktır.
Hakikaten, insanın başının dönmemesi mümkün değil! Bakın, 2013 yılında bir Meclis konuşmasında, o dönem muhalif olarak karşısında yer alan CHP ve MHP’ye hitaben ne diyor Erdoğan:
“İlk Meclis zabıtlarında, Gazi Mustafa Kemal’in nutuklarında Kürt kelimesini de Kürdistan kelimesini de görecekler.”
Demek ki 2013’te “Kürdistan”, dinbaz iktidar sahiplerince meşru imiş.
2019 Mart’ında ise memnu…
Ama şimdi 2019 Haziran’ında yeniden meşru.
Gel de çık işin içinden!..
Gitti “Beka Sorunu”, geldi “Kürdistan”
Önce bir oturun baş dönmeniz geçsin! Sonra da bu iktidar “fırdöndü”sünü anlamaya, anlamlandırmaya ve açıklamaya çalışalım!..
Bunu yaparken karşımızda hakiki bir “beka sorunu” olduğunu göreceksiniz.
Ama bu “beka sorunu”, “Cumhur” adı altında bir “iktidar cümbüşü”nde buluşmuşların 31 Mart seçimleri öncesi dillerinden düşmeyen, ama şimdi “cısss”, unuttukları, adeta telaffuzuna dillerini mühürledikleri “beka sorunu” değil.
Tabii burası da ayrı enteresan! Bilindiği gibi, YSK’nın tepesine binip tekrar-seçim kararı aldırttılar ve şimdi 180 derece farklı bir “dil”le seçim kampanyası yürütüyorlar.
Ekrem İmamoğlu’nun 31 Mart seçimlerine giderkenki dili ile şimdiki dili arasında fark var mı, yok.
Peki siz, eğer önceki seçim sizin hakkınızdı da çalındıysa, şimdi neden o seçimi size “kazandırmış” dilden vazgeçtiniz?!..
Niye o dehşet verici “beka sorunu”ndan söz etmez oldunuz da o zaman sözcük olarak lanetlediğiniz Kürdistan’ı şimdi dilinize dolar oldunuz?..
Sizi gidi “yavuz hırsız” misali iş yürüten, kul hakkı yiyen, iktidardan başka yatacak yeri olmayan dinbazlar siziii!..
Hiç mi vicdanınız sızlamıyor?
Neticede insanlara “Kürdistan” dedi diye hayatı, hem de kelimenin gerçek anlamında zindan etmeye azmetmiş dinbaz iktidar, şimdi bu dinbazlığına “dilbaz”lığı da ekleyerek Kürdistan sözcüğüyle oynuyor da oynuyor. (Malûm, dinbazın da dilbazın da sonundaki “bâz” eki, “oynamak” demek!)
Peki ama Efendiler, hiç mi vicdanınız sızlamıyor; bir dolu insana Kürdistan sözcüğünden dolayı linç kampanyaları düzenlettiniz, soruşturmalar açtırdınız, hatta cezai müeyyideler uygulattınız!..
Hemen aklıma gelen örnek, 2017’de Meclis’te “Ben Kürt halkının bir evladı olarak, Kürdistan’dan gelen bir temsilci olarak…” ifadesinden dolayı hem iki birleşim Meclis’ten çıkarılma hem de 12 bin lira para cezasına çarptırılan HDP milletvekili Osman Baydemir…
Yahu hiç mi insafınız, iz’anınız yok da şimdi bu kadar “rahat”sınız “Kürdistan”ı dilinize dolarken?!..
“İktidarda kalmak istiyoruz!”
Evet, bu “fırdöndü” hali, “beka sorunu” kaynaklı. Dün olduğu gibi bugün de…
2013’te “Barış Süreci” lakırdıları hâlâ havada uçuşurken Kürdistan, “kullanışlı” bir sözcüktü kendileri için…
7 Haziran 2015 seçimlerindeki düşüş ve iktidarı kaybetme korkusu, o zaman da zorlaya zorlaya sağladıkları bir tekrar-seçimle bu dinbaz iktidarın yolunu “strateji” olarak barış sürecinden “savaş süreci”ne ve güvenlikçi siyasete çıkardı. 1 Kasım 2015’teki tekrar-seçim öncesi başlayıp sonrasına da hâkim olan o korkunç çatışmacı iklimde artık “Kürdistan”, şeker-lokum gibi telaffuz edilir olmaktan çıktı, zehirli ve dil yakan bir sözcük kılındı.
Yani öncesinde, “Kürdistan mı? Var var var var var! Çünkü iktidarda kalmak istiyoruz”du.
Sonra, “Kürdistan mı? Yok yok yok yok yok” oldu.
Lâkin sebep aynıydı:
“Çünkü iktidarda kalmak istiyoruz!..”
“Retorik” kaybettirince…
2019 başından bu yana yaşanan da tıpkısının aynısı.
Yaşlı ve bitap ama hırsı hâlâ zinde bir Türkçü-milliyetçi siyaset erbabı ile kol kola, "iktidar bekası" için ona muhtaç halde girilen yerel seçim sürecinde Kürt siyasi hareketini de, onu ve seçmenlerini meşru sayan muhalefeti de kriminalleştirmek, terörle irtibatlandırmak için dendi ki:
“Kürdistan mı? Yok yok yok yok yok! Çünkü iktidarda kalmak istiyoruz!..
Şimdi belli, zatıâlilerine denmiş ki “Bu retorik bize kaybettirdi”.
O yüzden işte buyurun, yeniden, “Kürdistan mı? Var var var var var!”
Çünkü…
“Ebed-müddet iktidar istiyoruz!..”
Dinbazlığın formülü
Hep dediğimiz gibi, dinleri-imanları iktidar.
O yüzden “Kürdistan”, bunlara teferruattır!..
Başkaları Kürdistan dediğinde yanmış, yıkılmış, hayatları zindan olmuş, umurlarında değil. Hiç hicap duymaksızın, son bir umut, “Kürdistan” diyorlar, akıllarınca Kürtleri “tavlarız” da İstanbul’u alırız hesabıyla…
Peki, Osman Baydemir’in cezası ne olacak, taznim edecek misiniz Binali Bey?!
Bu kul hakkı yemelerin hesabını Mahkeme-i Kübrâ’da nasıl vereceksiniz Binali Bey?..
Dindarlıkla dinbazlık arasındaki ayrım da işte tam da bu “kul hakkı” meselesinde berraklaşmıyor mu Binali Bey?..
“Nasıl yani?” diyorsanız, denklemi sunalım, bitirelim Binali Bey:
Dindarlık, eksi, kul hakkı, eşittir, dinbazlık.