VOLKAN YARAŞIR – Diğer Yazıları …
Metal direnişi sınıf mücadelesinde yeni bir döneme girişi simgeliyor. Metal patlaması tesadüfi bir gelişme değil, uzun bir birikim sürecinin ve olağanüstü bir enerji sıkışmasının dışavurumu oldu. Sarsıcı ve etkileyici sonuçlar yarattı. Önümüzdeki dönemin yönelimleri hakkında birikimler sundu. Direniş dalgası, daha şimdiden tarihsel bir pratik olarak sınıflar mücadelesinde yerini aldı.
YENİ DÖNEM, YENİ MOMENT
Kapitalizmin yapısal krizi küresel düzeyde sınıfsal antagonizmayı şiddetlendirdi. Çok vektörlü bir sürecin kapıları aralandı.
Bir tarihsel momentin içindeyiz. 2008 sonrası, küresel boyutta büyük sınıf ve kitle hareketleri, ayaklanmalar, isyanlar ve savaşlar yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.
Bir yanda katastrof riski artıyor, diğer yanda umut ayaklanıyor. Büyük toplumsal salınımlar yaşanıyor.
Sınıflar mücadelesinin zengin diyalektiğiyle karşı karşıyayız. Sınıfsal antagonizmanın yoğunlaşması ve derinleşmesi sürecin tüm dinamiklerini belirliyor.
Sınıfın otonomisi, sürece damgasını vuran bir başka faktör olarak dikkat çekiyor. Yani diyalektik işliyor.
ONTOLOJİK KARŞI DURUŞLAR VE DİRENİŞ BİÇİMLERİ
Aynı süreçte Türkiye’de büyük alt üst oluşlar yaşandı. Sınıfsal kutuplaşma şiddetlendi. Finans kapitalin sınıfa stratejik saldırıları yoğunlaştı. Sermaye birikimi ve emek gücünün yoğun sömürüsünü realize etmek için gerçekleştirilen saldırılarla, sınıf enkazlaştırılmak ve köleleştirilmek istendi.
Bu saldırılara karşı işçi sınıfı ontolojik bir karşı duruş sergiledi. Farklı direniş ve eylem biçimleriyle barikatlar oluşturdu. Militan bir savunma hattı yaratmaya çalıştı.
2008 sonrası, krizin yansımalarıyla işçi sınıfı üç düzeyde eylemler gerçekleştirdi.
Birincisi; Türkiye işçi sınıfı tarihinde çok rastlanmayan bireysel eylemlerdi. Bireysel direnişleriyle işçi sınıfının mücadele ruhunu kendilerinde cisimleştiren direnişçi işçiler, model kimlikler olarak iz bıraktı ve bir direniş geleneği oluşturdu. Muhteşem direnişleriyle onurun ve mücadelenin simge isimleri oldular.
İkincisi; bir işçi cehennemine dönüşen işyerlerinde ve organize sanayi bölgelerinde gerçekleşen lokal eylemlerdi. İşçi sınıfı, işten atılmalara, tensikatlara, işyeri kapatmalarına, sendikal örgütlenmeleri engellemek için başlatılan saldırılara karşı yaygın lokal direnişler gerçekleştirdi.
Bu eylemler içinde en çok dikkat çeken ve 2010’dan sonra yaygınlaşan fabrika işgal eylemleri oldu. Fabrika işgal eylemleri sınıfın yıkıcı gücünü gösteren, sarsıcı eylemler olarak önem taşıdı. Daha naif içerikte Sinter işgal eylemiyle başlayan bu pratikler, uzun soluklu Fen-İş ve etkili ve sarsıcı Greif işgaliyle taçlandı. Kazova özyönetim pratiği sürecin en dikkat çeken eylemlerinden biriydi. Aynı dönemde sınıf dinamikleri içindeki en önemli gelişme, hemen hemen her direnişte kurulan taban örgütlenmeleri oldu. 1989 Bahar Eylemleri’den sonra taban örgütlenmeleri ilk defa bu derece yaygınlaştı. Bugün Metal işçileri, bu birikimlerden ve kendi öznel deneyimlerden hareket ederek direnişlerini taban örgütlenmeleri üzerinden ördü.
Dikkat çeken başka bir gelişme ise 2010 yılından sonra direnişlerin her birinden etkili ve karizmatik yönleri olan, doğal işçi önderlerinin çıkması oldu. Her direniş doğal işçi önderleri ve komiteler tarafından yürütüldü. İşçi önderleri, sınıfın kolektif iradesini yansıttı. Komiteler ve doğal işçi önderleri, direnişleri sürükleyen ve yönlendiren işlev gördü. Metal direnişi de kendi doğal işçi önderlerini yarattı.
Üçüncü eylem tipi öfke patlamalarıydı. Bursa Bosch pratiği (2012), taşıdığı potansiyelle metal sektörünü mobilize edebileceğini ve bir kent grevi olasılığını gösterdi. Ardından 11 bin işçiyi kapsayan, Gaziantep tekstil işçilerinin fiili grevleri geldi. Bu direniş de kenti tutuşturabilirdi.
Ama olmadı. Bu iki hareket, sınıfın büyük öfke patlamaları olarak iz bıraktı.
Bu iki eylem dalgası, metal işçilerin açtığı yeni yüksek konjonktürün ön verileriyle yüklüydü.*
1968 İTALYA, GREV STRATEJİLERİ
Sınıf mücadelesinde her eylem M. Löwy’in ifadesiyle en yerel karakterde olsa da enternasyonal bir mahiyet taşır. Bu nitelik sınıfın ontolojisiyle ilişkilidir ve sınıfın enternasyonal karakterinden bağımsız ele alınamaz. Kapitalist toplumda proletarya iki temel sınıftan birini oluşturur.
Sınıf kolektif bir hafızaya sahiptir. Deneyimlerini biriktirir, nesilden nesile aktarır. Kapitalizmin küresel bir sistem olması ve uluslararası bir işbölümüne dayanması deneyimleri ortak hafızanın parçası yapar ve enternasyonalizmin parçası haline getirir.
1968 küresel ayağa kalkışı, İtalya ve Fransa’da yaygın ve sarsıcı işçi eylemlerine sahne oldu. Bu iki ülkede işçi konseyleri kuruldu. Ön devrimci durum yaşandı. Fransa’da tarihin en büyük genel grev dalgaları (Mayıs 1968) görüldü.
İtalya işçi grevleriyle sarsıldı. Sistem içi yapıya dönüşmüş, burjuva demokrasisinin aparatları haline gelmiş FKP ve İKP (daha sonra bu iki parti ve İspanya Komünist Partisi, Avro-Komünizm’in kurucuları olacaktır), bu devrimci dalgadan ürktü. İşçi eylemlerini goşizm olarak değerlendirdi. Bitirilmesi yönünde aktif rol oynadı. J. P. Sartre’nın o dönemde FKP’ye yönelttiği ağır eleştiriler son derece önemlidir ve bir anlamda FKP özelinde İKP’yi de anlatmaktadır.
Fordizmin krizinin açığa çıktığı bu konjonktürde İtalyan işçi sınıfı, sanayi işçileri merkezli muhteşem pratikler gerçekleştirdi. İşçi sınıfı finans kapitale karşı yeni grev stratejileri geliştirdi. Bu eylemler sınıfın stratejik hamle yeteneğini ve taktik zenginliğini gösterdi.
SATRANÇ GREVİ VE ZİNCİRLEME GREVLER
İtalyan işçi sınıfı 1968’de metal sektöründe, ağırlıkta otomotiv fabrikalarında iki grev yöntemi geliştirdi.
Birincisi, Satranç Grevi’ydi. Sektörün stratejik, ana fabrikaları bu grev yönteminin ortaya çıktığı yerler oldu.
Ana fabrikanın hemen hemen tüm ihtiyacı hem işçi maliyeti, hem de hızla üretilmesi açısından bir merkezi olmayan, dağınık, atölye tipindeki yan ya da alt sanayide üretiliyordu. İhtiyaç duyulan parçalar ayrı ayrı atölyelerde üretilmekteydi. Bu atölyeler, organize sanayi bölgeleri diyebileceğimiz alanlarda yer almaktaydı ve ana fabrikayla yüksek oranda entegreydiler.
Satranç grevi, yan sanayide örgütlenmelerin (dağınıklığı ve koordinasyon güçlüğü gibi nedenlerden dolayı) zorluğunu görerek, bütün ağırlığın stratejik fabrikaya ya da Şah’a verilmesini içeriyordu. “Şahın yıkılmasıyla”, “oyun” sınıf tarafından bitiriliyordu. Çünkü tek hamleyle şah, şah-mat oluyordu. Bu grev tarzı yani şahın yıkılması, yan sanayiyi felç ediyordu. Ağır koşullarda çalışan yan sanayi işçisi, böylece hızla harekete geçebiliyordu. Ana fabrikadan çevreyi kuşatma taktiği, 1968 yılında son derece etkili sonuçlar verdi.
İkinci strateji ise çevreden ana fabrikayı kuşatmaydı. Bu grev tarzına da Zincirleme Grev adı veriliyordu. Ana fabrikalarda işçi aristokrasisinin varlığı, bürokratik sendikalarının nüfuzu bazı fabrikalarda örgütlenme ve hareket zorluğu yaratmaktaydı. Bu noktada izlenen taktik, örgütlenmesi ne kadar zor olursa olsun yan sanayideki atölyelerde yoğunlaşmayı içeriyordu. Yan sanayideki atölyelerin uzun bir biriktirme döneminden sonra tek tek örgütlenmesi ve zincirleme tepki vermesi hedefleniyordu. Bu Zincirleme Grev tarzıyla, yan sanayideki üretime yaşamsal bağlılığı olan ana fabrikanın kuşatılması amaçlanıyordu. Yani diğer “işlevli taşlar” devreye sokularak (satrançta her taş işlevlidir ve bazen yıkıcı- oyunu bitirici- etkiye sahiptir), Şah’ın mat edilmesi amaçlanıyor ve zincirleme grevlerle Şah- mat çekiliyordu.
Sınıfın üstün manevra kabiliyetini gösteren, taktik yeteneğini ve stratejik hamle gücünü açığa çıkaran bu grevler, bugün Metal işçilerine yol gösteriyor.
KENT VE HAVZA GREVLERİ
Metal işçileri büyük öfke patlamasıyla ayağa kalktı. Renault’un “alevlenmesi”, bütün kenti, Bursa’yı, tutuşturdu. Hatta öfke dalgası Türkiye proletaryasının en önemli bölgesine Marmara’ya ve çevresine yayıldı. Ankara, Sakarya, Gebze- Kocaeli, Bolu, Eskişehir öfke denizine dönüştü.
Stratejik fabrikalar senkronize bir şekilde harekete geçti. Fiili grev dalgası havzaları mobilize etti. Bir anlamda dar boyutta kent grevi ve havza grevi yaşandı.
Metal direnişi ve fiili grev dalgası, kent ve havza grevlerinin artık bir olasılık olmaktan çıktığını ve realize olabileceğini ortaya koydu.
Metal direnişinin ve öfke dalgasının sektörün stratejik fabrikalarına yayılması, havzada etkisini göstermesi ve farklı sektörleri eylem anaforu içine çekmesi, sınıf mücadelesinde son derece önemli bir birikimdir. Ve yeni bir momenti işaretlemektedir.
Artık ana fabrikalardan yan sanayiye yayılan ya da yan sanayiden ana fabrikayı kuşatan grevlerin önü açılabilir. İtalyan tarzı bu eylemleri yıkıcı ve sarsıcı kent ve havza eylemleri izleyebilir.
Metal sektörünün sınıfın taşıyıcı sektörü olması, bugün metal eksenli ve stratejik fabrikalarla sınırlı eylem dalgasını inanılmaz noktalara ulaştırabilir.
Bir anafor etkisiyle yan sanayi yanında, diğer sektörler de harekete geçebilir. Hatta sınıfın bir sosyal anafor yaratarak, farklı toplumsal kesimleri ve dinamikleri etki alanına alıp, kapitalist krizin yarattığı yıkıcı sonuçlarla karşı karşıya kalmış emekçi yığınları ayağa kaldırabilir.
Önümüzdeki dönem fiili grev senkronlarına, geniş kitle gösterilerine, meydan işgallerine, farklı kitle mobilizasyonlarına, sivil itaatsizlik eylemlerine, geniş yığınların sokağa çıkışına sahne olabilir. Yıkıcı bir kriz olasılığı, sivil diktatörlük yönündeki düzenlemeler, siyasal İslam’ın toplumu kuşatan uygulamaları, sınıfa stratejik saldırılar ve Kürt özgürlük hareketinin yarattığı dinamizm bu olasılıkları mümkün kılabilir.
Bu bir anlamda yıkıcı bir kent/ kitle grevidir. Sarsıcı havza grevidir. Güney Kore işçi sınıfının tarihinde benzer kent grevleri yaşandı. Güney Kore işçi sınıfı, 1980’li yıllarda bir kaç defa kent/kitle grevleriyle faşist diktatörlüğe darbe vurdu.
Metal direnişi ve öfke dalgası artık birçok ihtimalin ve bahsettiğimiz muhteşem eylemlerin olanaklı olabileceğini ortaya koydu.
İki haftada işbirlikçi sendikal yapının kuşatmasını parçalayan ve işçi sınıfının (sınıftan kaçışın yaygın olduğu, kimlik politikalarının sükse yaptığı, mikro politikaların göklere çıkarıldığı, öznenin yok sayıldığı koşullarda) toplumsal maddi bir güç olduğunu gösteren Metal işçileri, sınıfsal öfke ve kinin gücünü dosta düşmana hissettirdi.
Sınıfın yıkıcı gücünü ortaya koydu. Toplumsal kasırganın merkezini işaretledi.
Metal direnişi, sınıfın taşıdığı muazzam yıkıcı potansiyeli açığa çıkardı.
İzlenmesi gereken yolu gösterdi. Sınıfın otonomisinin ve yıkıcı enerjisinin ne derece sarsıcı olabileceğini pratik olarak ortaya koydu.
Ve devrimci komünistleri ana rahmine çağırdı. Bu çağrı aynı zamanda “imkansızı istemenin ve yaratmanın” yoludur. Ve bir özgürlük çığlığıdır.
*Bazı makaleler: Volkan Yaraşır, Sınıfsal öfke ve kinin birikimi (19 Kasım 2012), Lokal direnişlerden, Havza grevlerine (16 Nisan 2013), Sınıfsal öfke birikiyor (Haziran 2013), İşgal, direniş, grev ve sabotaj (23Ocak 2009), Sınıfın yıkıcı silahı: fabrika işgal eylemleri (14 Ağustos 2010).