Metin KIYAN Çin’den yazdı – Çin malları hakkındaki kalitesiz imajı kullanılarak Çin aşısının da güvenilir olmadığına dair algı yaratılmak isteniyor. Alman, İngiliz, Amerikan aşısı ne kadar güvenilir ise Çin’de üretilen aşı da o kadar güvenilirdir.
Başlık yanlış, “bulaşmamalı” diye yazılmalıydı diye düşündüyseniz, belirtelim yazım hatası yok. Bilerek öyle dedik. AKP’nin covid stratejisini tanımlamak için. Niye mi? Anlatalım.
Ülkemizde sağlık bakanımız özel hastaneler zincirinin patronu. Özel hastanelerde her gün en az 100 bin civarında test yapıldığını varsayalım. Test ücreti en düşük 250 TL. 100 bin X 250 = 25 milyon TL. Onunla da bitmiyor, muayene ücreti, akciğer filmi derken masraflar 3’e, 4’e katlanıyor. Yani her gün 100 milyon TL’nin döndüğü yeni bir covid ekonomisi oluşmuş durumda.
Tabi biz yine de sağlık bakanını zan altında bırakmayalım. Çünkü o Allah’tan korktuğu ve iyi bir Müslüman olduğu için eminiz ki şeytana uymayacaktır! Buradan küçük bir servet kazanmayı aklının ucundan bile geçirmemiştir.
Covid-19 Çin’de yayılmaya başladıktan sonra çeşitli yazılar yazdık. Daha en başından beri AKP’nin virüsle mücadelede ciddiyetsiz davrandığını söylemiştik. Virüsle mücadele etmek yerine muhalefetle mücadele ettiğini yazmıştık. Salgını hem iktidarını pekiştirmek, hem de başka türlü fırsatlara çevirdiğini dile getirmiştik. Cinayeti seçti demiştik, virüsle kumar oynuyor demiştik. Yalanlarla seyircileri oyalamaya çalıştığını ve kontrolü kaybedebileceğini yazmıştık. Uzunca bir dönem yazma fırsatı olmadı, fakat aradan geçen zamanda AKP söylediklerimizi bir bir doğruladı.
Tek yanıldığım nokta dünya genelinde birçok ülkenin virüsü kontrol altına alıp diğerlerine karşı avantaja geçme yolunu seçeceğini düşünmemdi. Ne saflık! Virüsün yayılmasını engellemek için birçok ülke Mart ve Nisan aylarında yavaşlama ve kapanma eğilimine girmişti. Fakat kapitalizm işte. Kısa vadeli çıkarlar uzun vadeli faydanın önüne geçti. Uyanık ülkeler, “diğer ülkelerin kapanmasını fırsata çevirir miyiz acaba” hesabı yapmaya başladılar. Kendi ülkelerinde salgının kontrol altına alınmasını beklemeden tekrar açılma yolunu seçtiler. Bu durum zincirleme olarak geri kalmak istemeyen diğer ülkelerin de benzer yola girmesi ile sonuçlandı. Çünkü kapitalizm duramazdı, küresel rekabet buna imkan vermiyordu.
Dünya savaşlarından sonraki en büyük katliam
Sonuç olarak, virüs eskisinden daha hızlı bir biçimde yayılmaya başladı, kontrolden çıktı. Virüs bulaşan insan sayısı 75 milyona dayanırken, 1.6 milyonun üzerinde kişi virüs nedeni ile yaşamını yitirdi. Dünya bir seri cinayete şahit oluyor. Seri cinayet diyoruz çünkü salgın önlenebilecek bir şey iken, önlenmemesi seçildi. Önlenebilirdi, çünkü bunun örnekleri vardı. Dünya savaşlarından sonraki en büyük insan katliamından söz ediyoruz.
Çok az sayıda ülke virüsü bastırmayı öncelikli hedef haline getirerek bundan sonuç aldı. Fakat virüs her boşlukta yeniden üreme potansiyeline sahip olduğundan ve global çapta bitmediği için her ülke açısından tehlike devam ediyor.
Türkiye’ye geri dönecek olursak, AKP hükümeti de salgını nasıl fırsata çeviririz diye hesaplar yapanlardandı. Önceleri salgın Çin’de yayılırken, eller ovuşturulup “acaba Çin’in yerine üretim merkezi olabilir miyiz” hayalleri kuruluyordu. Fakat çok geçmeden Çin’in salgını durdurması ve Türkiye’de virüsün yayılmaya başlanması bu hayalleri söndürdü. Ardından “salgında sağlık turizmi geliştirebilir miyiz” hesapları yapıldı. Muhalefetin elindeki belediyeler tarafından açılan ve salgında gerçek ihtiyaç olan sahra hastaneleri kapatılırken, diğer tarafta yurtdışından hasta çekmek üzere Atatürk Havalimanı’na hastane inşa edildi. Ülkenin çekici hale getirilmesi için vaka sayıları ve ölüm oranları düşük gösteriliyordu. Bununla aynı zamanda yaz döneminde turizmin canlanması da hedefleniyordu. Yurt dışından gelenlere karantinaya alınmadan seyahat edebilme olanağı sağlandı. Fakat beklenenler olmadı, ne sağlık turizmi, ne de tatil turizmi canlandı.
AKP baştan beri virüsü ciddiye almamıştı. Öyle ki alınan en önemli tedbir, her akşam halka “tedbirlere uyalım” demekten ibaretti. Bir ülkenin başının bir şeyi ciddiye almadığı yerde halkın ciddiye alması beklenebilir miydi? Hasta temaslarına test yapılmayıp, temaslar özel hastanelere yönlendirildi. Virüs tespit edilen işyerlerinde üretim devam ettirildi. Hastalar izole edilmek yerine toplu taşıma ile evlerine gönderildi vb.
Yalancının mumu yatsıya kadar, AKP’nin ki nereye kadar?
Salgın, Türkiye’nin her yerinde patlak verirken sayılar ise artık gizlenemez hale gelmişti. TTB’nin açıkladığı rakamlar, İBB’nin Mezarlık Daire Başkanlığı’ndan gelen veriler hükümeti rakamları gerçeğe biraz daha yakın açıklamaya zorladı. Öyle ki, İstanbul’da bir günde bulaşıcı hastalıklar nedeni ile ölenlerin sayıları, sağlık bakanının tüm ülke genelinde açıkladığı covid sonucu ölen insan sayısından çok daha fazla çıkıyordu. Bu işteki garipliğin nedeni belli idi, gündemde başka bir bulaşıcı hastalık olmadığına göre.
Sağlık bakanlığı saklanamayan vaka artışını, hasta ile vaka ayrımı icat ederek aşmaya çalıştı. Dünyada semptom gösteren ve göstermeyen tüm vakalar rapor edilirken, bakanlık bu verileri halktan ve dünyadan gizlemişti. AKP pişkin pişkin yalanları başka yalanlarla kapatma yöntemini seçti.
Hükümet medyası, AKP’nin salgın yönetimi için güzellemeler düzerken, başarının ulaştığı noktayı bir gecede değişen rakamlardan öğrendik. Bu başarı salgında bir başka başarı destanı yazan ve birinci sırada yer alan Trump yönetiminin başarısı cinsinden bir başarı idi. Rakamlarda güncelleme yapıldı, meğerse vaka sayısında dünya genelinde en başlarda yer alıyormuşuz. Şu an en yüksek 6. vaka sayısına sahibiz, düzeltmeden önce 20. sıralara yakın idik. Günlük yeni vaka sayısında ise 3. ve 4. sıralarda yer alıyoruz. Elbette hükümetin bu konuda alçak gönüllü davrandığını biliyoruz ve yerimizin daha yukarılarda olduğundan eminiz.
Salgının kaderini aşılar belirleyecek
Salgının kontrolünde aşıların önemli rol oynaması bekleniyor. Bugüne kadar 59 aşı adayı klinik deneylere başladı en az 89 tanesi ise ön klinik deney aşamasında. Klinik deneylerin son aşaması olan faz üç evresine ise 12 aşı adayı girmiş bulunuyor. İlk sonuçların gelmesi ile birlikte bazı aşılar acil durum kullanımı için devletlerin sağlık otoritelerinden onay almaya ve kullanılmaya başlandılar bile.
Türkiye ise Çinli Sinovac firması ile aşı konusunda anlama sağlamış durumda. Bu aşının faz üç testlerinin yapıldığı ülkelerden birisi de Türkiye. Aşıların salgınla mücadele konusunda önemli bir rol oynayacağı kesin fakat bu çok hızlı gerçekleşmeyecek. Her şeyden önce yeterli aşının üretilmesi zaman alacak. Öte yandan aşıya ulaşmak ise ucuz olmayacak. Yoksulluğun olduğu ülkelerde birçok insan aşıya ulaşamayacak. Kapitalist şirketler aşıları insanlığın hayrına üretmiyorlar ve buraya yaptıkları milyon dolarlık yatırımları fazlası ile çıkarmak isteyecekler.
Aşılar tarafından geliştirilen bağışıklığın da ömür boyu olmayacağı öngörülüyor. Az sayıda hastanın iyileştikten sonra tekrar virüse yakalanması, insanın geliştirdiği bağışıklığın kalıcı olmadığına işaret ediyor. Dolayısı ile ilaç endüstrisinin bu salgından epey karlı çıkacağı kesin. Fakat birçok aşı adayının olması insanlığın lehine bir faktör. Çünkü diğer adayların da başarıya ulaşması aşıya ulaşımı kolaylaştırabilir.
Aşı karşıtlığı yersizdir, uzak durulmalıdır
Gelinen aşamada hükümetler insanlara aşılanmaktan başka bir çare bırakmamış durumdalar. Kapitalizmin insanlığı aşıya mahkum bırakması, dev ilaç firmalarının süreci avuçlarını ovuşturarak izlemesi ve yönetmesi, aşıya karşı doğal bir tepkinin oluşmasına yol açtı. Öyle ki bütün bu süreci ilaç sektöründeki tekellerin tezgahladığını düşünen insan sayısı hiç de az değil. Baştan belirtelim, süreci fırsata çevirmiş olmaları gerçek olmakla birlikte baştan beri birileri tarafından planlanmış bir tezgahın içinde olduğunu düşünmüyoruz. Görüldüğü gibi bir çok firma ve devlet bu sektörde rakip olarak hareket ediyor ve bu rakiplerin başlangıçta bir araya gelip bir tezgah planlama olasılığı yok. Kapitalizmin insanlığı aşıya mahkum bırakmasından anlaşılması gereken, bir tezgahın planlamış olduğu değil, kapitalizmin işleyiş yasalarının bu sonucu doğurmuş olması. Sözü bağlamak isteğimiz nokta, buraya bakarak aşı karşıtlığı yapmanın yersiz olduğudur.
Aşılar bugüne kadar birçok hastalığın kökünün kurutulmasında rol oynadı. Daha öncesinde seneler süren aşı geliştirme proseslerinin Covid-19 için bir sene dolmadan gerçekleşmiş olması soru işaretleri yaratıyor. Fakat ne teknoloji eski teknoloji, ne de bilim aşı geliştirmeyi yeni öğrendi. Öte yandan salgının dünya çapında yaygın olması aşı üreticilerinin işlerini kolaylaştırdı, klinik deney aşamaları çok sayıda gönüllünün katılımı ile hızlıca gerçekleşebildi. Bununla birlikte salgının yaygınlığı ilaç devlerinin ve devletlerin gözlerini kamaştırmış, bu alana odaklanmalarına yol açmıştır. Bu da aşıların hızlıca geliştirilmiş olmasında etken olmuştur.
Şu aşamada aşı insanlığın en önemli salgından çıkış aracıdır. Bunun alternatifi olan doğal bağışıklanma milyonlarca insanın ölümü anlamına gelmekte, mobilizasyonun azaltılarak virüsün bastırılması stratejisi ise devletlerin bu politikayı benimsememesi nedeni ile mümkün olamamaktadır.
AKP’ye Çinli firma ile anlaştığı için muhalefet edilmeli mi?
Türkiye’de AKP’nin aşı için Çin firması ile anlaşmış olması eleştiri konusu yapılmaktadır. Çin malları hakkındaki kalitesiz imajı kullanılarak Çin aşısının da güvenilir olmadığına dair algı yaratılmak isteniyor. Baştan belirtelim Alman, İngiliz, Amerikan aşısı ne kadar güvenilir ise Çin’de üretilen aşı da o kadar güvenilirdir. Aynı prosedürlerden geçerek test edilmektedir. Çin’in salgını kontrol altına alma konusundaki başarısı ortadadır. Çin, nüfusunun yoğunluğuna ve salgının ilk ortaya çıktığı yer olmasına rağmen hızlıca salgını kontrol altına alırken diğer saydığımız ülkeler salgını kontrol etme konusunda sınıfta kaldılar. Yayılmasına göz yumdular, üstelik zamanları varken. Buradan bakıldığında eğer bir güven problemi varsa hangisine güvenilmeli?
Çin’de taklit ürünler, kalitesi düşük ürünler bol bol üretilmektedirler. Salgının başlarında bazı Çinli firmalar dünyaya düşük doğruluklu test kitleri satmışlardır. Fakat bunun ortaya çıkmasının ardından Çin yönetimi olağanüstü tedbirler alarak bu satışları durdurmuş, sağlık ürünleri konusundaki ihracatı denetim altına almış ve onaylanmamış üreticilerin ürünlerinin satışını engellemiştir. Kuşkusuz Çin’de de olsa kapitalizmin yasaları işlemektedir, fakat Çin’e has devlet yönetimi bazı şeylerin frenlenmesine olanak tanımaktadır.
AKP’ye muhalefet edilecekse başka birçok noktadan muhalefet edilebilir. Fakat Çin’li firma ile anlaştığı için AKP’ye muhalefet etmek, insanlığın en temel ihtiyacı haline gelen bir şeyi karşıya almak olacağı için itibarsızlaşmaya yol açacaktır. Dolayısı ile büyük hatadır. Muhalefet, aşının ihtiyaç önceliği sırasına göre ve ücretsiz olarak yapılması konusunda ısrar edebilir. Bugün AKP aşının ücretsiz yapılacağını söyleyerek bu konuda söylenecekleri muhalefetin elinden almış gözükse bile ileride durum öyle olmayacaktır. Çünkü söz konusu olan AKP’dir. Her şeyden ekonomik ya da siyasi çıkar gözeten bu partinin, halka karşılıksız hizmet götüreceğine dair bir beklenti içinde olunabilir mi? Aşıya ödenecek paraların karşılığını fazlası ile almaya çalışacakları şüphesizdir. Örneğin aşı devlet hastanelerinde ücretsiz olur fakat devlet hastaneleri size bir sene sonrasına sıra verebilir. Mecburen özel hastanede parası neyse vererek aşı yaptırmak zorunda kalabilirsiniz. Yaşanıp görülecek.
Sol muhalefet salgın sürecinde, salgının ya da dünyanın kaderini değiştirici bir rol oynayamadı. Türkiye’de de gerçeklerin açıklanması dışında etkili olabildiği söylenemez. Salgında bazı muhalif belediyelerin inisiyatif almaya çalışması AKP tarafından engellenmişti, yine bazı kurumların maske dağıtması benzer bir akıbete uğramıştı. O zamanlar AKP salgını önlemede “başarılı” yönetim imajını yaymaya çalışıyordu. Fakat şimdi o dönem değil. AKP itibarını büyük oranda yitirdi. Hem salgının kontrolünü kaybetti, hem de ekonominin. İnisiyatif almanın zamanı.