DEM Parti Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş, Adalet Bakanlığı’nın 2025 yılı bütçe görüşmelerinde; “Umut hakkı konusunda kanun teklifimiz var. Belirli sürelerde mahpusların iyi hâllerinin gözden geçirilmesi, bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı da var ama maalesef bu konuda hücre cezaları verilerek umut hakkından faydalandırılmıyor. Umut hakkı kabul edilmediği takdirde insanların fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmesi demek. Bu nedenle, iç hukukta bunun behemehâl verilen teklifler de dikkate alınarak kaldırılması gerekiyor ve umut hakkının yaşam bulması gerekiyor” dedi.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Adalet Bakanlığı’nın 2025 yılı bütçesi üzerindeki görüşmeler sürüyor. DEM Parti Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş, yargıdaki usulsüzlüklere, kayyum atamalarına, Kobani davasına, uygulanmayan AİHM ve tartışılan AYM kararları ile umut hakkına ilişkin açıklamalarda bulundu.
“HSK Başkanı sıfatınızla aslında en büyük gölgeyi düşürüyorsunuz”
Danış Beştaş’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“Adalet her şeyin temeli aslında; bütün yaşadıklarımızın çıktığı nokta, adaletsizlik ve adaletsizlik şu anda maalesef Türkiye’de hüküm sürüyor. Bir kara düzen var, şu anda suç işleyenlerin serbest; muhaliflerin, demokratların parmaklıklar arasında olduğu bir iklimde yaşıyoruz. Dilan Polatgillerin serbest, Selahattin Demirtaşların, Figen Yüksekdağların rehin tutulduğu bir adaletsizlik düzeninde yaşıyoruz. Kimse yoksulluğu, adaletsizliği konuşmasın diye maalesef suç çeteleri aklanıp paklanıp bir de evimize kadar misafir ediliyorlar. Evet, adaletsizlik maalesef hüküm sürüyor. Yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığı çok önemli, çok hayati ve bütün meselelerin tabii ki adaletin de yolu yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığından geçiyor fakat Türkiye’de şu anda siz HSK Başkanısınız ve tarafsız değilsiniz doğal olarak ve HSK Başkanı sıfatınızla aslında en büyük gölgeyi düşürüyorsunuz. Tabii ki diğer mekanizmayı anlatamıyorum. Venedik Komisyonu’nun, uluslararası mekanizmaların bu konuda çok sayıda raporu var ve maalesef, şu anda yargıda taraflı ve bağımlılık ilişkisi var ve iktidar işine geldiği kararları alkışlayan, işine gelmediği kararları eleştiren bir tabloda.
Yolsuzluk ve rüşvet çarkının derinleştiğini de bence siz de gayet iyi biliyorsunuz. Mafyatik ilişkilerin nasıl hüküm sürdüğünü bizler de görüyoruz. Öyle bir tablodayız ki yenidoğan çetesi gibi bir yargılama var Türkiye’de; hepimiz için çok iç acıtıcı, benim canım yanıyor, eminim, bütün insanların canı yanıyordur, bebeklerimizin katledildiği bir dosyadan söz ediyoruz. ‘Burada yargıyla ilişkisi ne’ diyeceksiniz, ortaya çıktı ki bebeklere ilişkin daha önce ihbar ve şikâyetler var ama hasır altı edilmiş, etkili bir soruşturma yapılmamış ve korku-menfaat karşılığında bu tip dosyalarda yargı mensuplarının görevlerini yapmadığını öğrenmiş bulunuyoruz. İşte, yenidoğan çetesini konuşurken yargının bu konudaki sorumluluğunu da dikkate almamız lazım. Bu çok hayati bir mesele.
“Suçsuzluk karinesi aleyhe mi döndü?”
Yargı o kadar taraflı ve bağımlı ki talimat verildiğinde on yıllık dava dosyasını bir gün içinde karara bağlıyor. Cevdet Konak, Dersim Belediyesi Eş Başkanı’mızın 10 yıldır devam eden bir yargılaması vardı, önce hakkında ceza kararı verildi, iki gün sonra da kayyum atandı. Kim bize bunun tesadüf olduğunu anlatabilir? Sıddık Akış, Hakkâri Belediyesi Eş Başkanı’mız yine 11 yıldır devam eden yargılaması nasıl olduysa önce bir soruşturma başlatıldı, sonra gözaltına alındı, tutuklandı ve hemen kayyım atandı. Bu iki örnek bile aslında yargının nasıl bir istişare hâlinde yönetildiğini taraflı ve bağımlı olduğunu gösteriyor.
Sayın Bakan, bir açıklama yaptınız ‘Belediye başkanları cezası kesinleşmediği için belediye başkanvekilini Meclis üyeleri seçemiyor’ dediniz. Ne yani suçsuzluk karinesi aleyhe mi döndü? Cezası kesin olursa Belediye Meclisi seçebilir ama suçsuz kabul edildiği için kayyum atıyorsunuz. Dersim, Halfeti, Batman, Ovacık, Mardin’e kayyum atandı. Sizin bu söyledikleriniz doğrudan pratik yaşama farklı yansıtıyor.
“Yargı neden direniyor?”
Yargı taraflı ve bağımlı, adaletsizlik hüküm sürüyor, kayyum atamalarının yargı tarafından önceden zemini hazırlanıyor. Ulusalüstü sözleşmeler iç hukuktan önce geliyor fakat hukuksuzluk hukuksuzluğu doğuruyor ve başka konularda da ısrarcı tavır devam ediyor, AİHM ve AYM kararlarına uyulmuyor. Bu konuda kamuoyunda da sıkça tartışılan Yüksekdağ, Demirtaş, Osman Kavala, Yalçınkaya davaları çok somut örnek. 18’inci madde ihlali var. Şu anda hiçbirinin cezaevinde olmaması gerekiyor. Yargı neden direniyor? İşinize geldiğinde AYM bir mahkeme, işinize gelmeyen kararlar verdiğinde ise kapatılmak istenen bir heyula gibi tartışma konusu yapılıyor. Yargıtay aracılığıyla AYM’ye muhtıra çekildi ve Şerafettin Can Atalay milletvekili olduğu hâlde şu anda bu sıralarda değil ve bunun sebebi de hukuksuzluğun, adaletsizliğin neticesidir. AİHM tarafından verilen kararları siyasi olarak değerlendirip siyasi rövanş saikiyle hareket eden iktidarın acaba hukukla ilgisi var mı? Siz kayyum atamak için ceza verdiren bir iktidarsınız ya, bunun başka bir izahı olabilir mi?
“Kobani kumpas davasındaki cezalar derhâl ortadan kaldırılmalı”
Kobani davasını da söylemeden geçmeyeceğim son olarak. HDP’ye dönük kumpas davasına gerekçe oluşturmak, HDP’li siyasetçileri siyaset alanından uzaklaştırmak, seçimlerde kara propaganda malzemesi olarak kullanmak ve iktidarın bir siyaset aracı hâline gelen yargı eliyle muhalifleri demokratik siyasetten uzak tutmak gibi Kobani kumpas davasının ajandası oldukça geniş. 2014 yılı ve o tarihleri herkes gayet iyi biliyor. Şimdi, arkadaşlarımız bu cezadan, mahkeme başkanı Ata Dedeler çetesinden yargılanıyor, ev hapsiyle. Soruşturuldu ama onun verdiği kararlarla, arkadaşlarımıza yüzlerce yıl ceza verildi ve tahliye edilmediler. Kobani kumpas davasındaki cezaların derhâl ortadan kaldırılması gerekiyor.
Umut hakkı konusunda kanun teklifimiz var. Belirli sürelerde mahpusların iyi hallerinin gözden geçirilmesi, bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı da var ama maalesef bu konuda hücre cezaları verilerek umut hakkından faydalandırılmıyor. Umut hakkı kabul edilmediği takdirde insanların fiilen ölüm cezasına mahkûm edilmesi demek. Bu nedenle, iç hukukta bunun behemehâl verilen teklifler de dikkate alınarak kaldırılması gerekiyor ve umut hakkının yaşam bulması gerekiyor. Aksi hâlde Türkiye idam cezasını, ölüm cezasını kaldırmamış gibi olacak.”