SEÇTİKLERİMİZ – Kemal CAN, Gazete Duvar için yazdı: Son yıllardaki siyasi gerilim imalatında –iktidar daha çok zorlandığı için, eskisi gibi- gündelik meseleler yerine “kavramsal” konuların daha ağırlık kazandığına tanık oluyoruz
Hadisenin fişeği geçen hafta sonu atılmıştı. Haftaya sert gündem başlıklarından biri olarak giriş yaptı. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Ramazan’ın birinci günü, ilk Cuma hutbesinde yaptığı konuşma, tartışmalara ve artık alıştığımız üzere hemen ardından gelen soruşturmalara konu oldu: Erbaş “İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti” demişti. Kuran’da geçen bir kıssadan yola çıkarak cinsel ayrımcılığa, mesnetsiz güncel (salgın) bir suçlamaya yürüyen haliyle, Anayasa ve uluslararası hukuk açısından fazlasıyla sorunlu bir yorumdu bu. Sosyal medyada oluşan tepkiler yanında bazı barolar, Erbaş hakkında suç duyuruları içeren açıklamalar yaptılar. Mesele bu noktadan sonra başka bir muhteva kazandı. Bir takım devlet yetkililerinin, sözcülerin, bakanların, valilerin, kayyımların “Erbaş yalnız değildir” etiketi altında paylaşımları başladı. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın “Erbaş’ın sözleri ilahi hükümdür” paylaşımındaki “Allah’ın hükmüne dil uzatanlar bu dünyada da ahirette de hüsrandadır” sözü, işin sürüklendiği noktayı mükemmel özetiyordu. Bu örgütlü –ve galiba hazırlıklı- sahiplenmenin hemen ardından, Erbaş’ı kınayan barolar hakkında da soruşturmalar açılmaya başlandı. Son olarak Cumhurbaşkanı meseleye dahil oldu ve “kullanılan üslup, konu ve şahıs boyutunu aşıp doğrudan İslam’a yönelen kasıtlı bir saldırı halini almıştır. Zira Diyanet İşleri Başkanımıza yapılan saldırı devlete yapılan saldırıdır” dedi.
En üst ve en yetkili mercii tarafından dine ve devlete saldırı olarak işaret edilmesinin, bunu emir telakki edenlerce nasıl ilerletileceğini tahmin etmek zor değil. Sorunlu bir yorumun dine ve devlete saldırı kapsamında ele alınmasının gerekçeleri ve sonuçları hakkında tartışmadan önce bir küçük hatırlatma yapayım. Diyanet İşleri Başkanı’nın bu yorumuna benzer bir olay altı hafta önce yaşanmıştı. 16 Mart’ta Habertürk’te konuk olan Ali Rıza Demircan, korona salgını vesilesiyle Erbaş’la neredeyse birebir aynı biçimde, İslam tarafından yasak edilen zina ve eşcinselliğin hastalıklara neden olduğunu söylemişti. Bu sözler tepkilere neden olmuş, hatta programın sunucusu Veyis Ateş, “ilahi hükmü” dile getiren Demircan ile ilgili bir açıklama yayınlamak zorunda kalmıştı: “Mevzuyu toplumu ayrıştıran konulara getirmesinden ve yayın ilkelerimizle bağdaşmayan nitelikte beyanlarda bulunmasından ve buna yayın esnasında gereken tepkinin gösterilememesinden dolayı çok üzgün olduğumu belirtmek isterim”. Anlaşılan medya kuruluşlarının yayın ilkeleriyle çelişen “yorum”, devletin temel nitelikleri açısından pek bir sorun teşkil etmiyor. Benzer bir başka örnek, Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Bedri Gencer’in erken yaştaki evliliğe verilen dini ruhsata aykırı davranışın deprem şeklinde belalar yarattığı iddiası. Gencer’in dersleri bu ifadeleri nedeniyle geçici olarak durdurulmuştu. Bu pencereden bakılınca Habertürk ve Yıldız Teknik Üniversitesi’ne de soruşturma açılması gerekmez mi?
Olayın ilahiyat cephesi ve teolojik yönü bambaşka bir konu. Sadece Müslümanlıkla sınırlı olmayan bu geniş münazara için başvurulabilecek çeşitli kaynaklar mevcut. Ayrıca bir ibadet ayının başlangıç günü için çok uygun bir tema olup olmadığı, konuşacak başka konu bulunup bulunmadığı da başka bir soru işareti elbette. Özel olarak Erbaş’ın söylediklerinin ne kadar “ilahi hüküm” sayılabileceği konusu ise Berrin Sönmez’in yazısında söylediği gibi son derece tartışmalı. Uluslararası sözleşmelerle (Avrupa İnsan Hakları ve İstanbul Sözleşmesi) güvence altına alınmış olan “ayrımcılığın yasaklanması” gibi sarih hukuki bir meselenin, “ilahi hüküm” gerekçesiyle bir engizisyon tartışmasına dönüştürülmesi ise başlı başına bir sorun. Erdoğan, yaptığı açıklamada “Elbette Diyanet İşleri Başkanımızın sözleri kendini Müslüman olarak tanımlayan kişiler için bağlayıcıdır. Kendini bu sıfatlarla tanımlamayanlar için söz konusu ifadeler sadece bir görüşten ibarettir” diyor. Yani dolaylı olarak Erbaş’ın sözlerine itiraz etmeyi ancak inanç dairesinin dışına çıkmakla mümkün olabileceğini işaret ediyor. Ancak burada durmayıp, Diyanet İşleri Başkanı’nın bir devlet görevlisi, din konusunda devlet adına konuşmaya yetkili tek merci olduğunu hatırlatarak, ettiği sözün “devlet sözü” kabul edilmesi gerektiğinin de altını çiziyor. Özetle, Erbaş’ın söylediklerine uymak ihtiyari ama halen yürürlükte olan temel pek çok hukuki norma aykırı olarak söylediklerine itiraz etmek ise suç…
…Kemal CAN'ın Gazete Duvar'daki yazısının tamamı için TIKLAYIN