Evrensel’e yazmış olduğum “Nobel vesilesiyle” başlıklı yazıdan sonra, mezunu olduğum İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin Mezunlar Cemiyetinden (İFMC) “Nobel, Acemoğlu, İktisat” bağlamında bir konuşma yapma önerisi aldım. Sevgili Hocam Prof. Dr. Fuat Ercan ile birlikte katıldığımız program bizim için oldukça keyifli geçti. Umarım katılımcılar için de öyle olmuştur.
Nobel ekonomi ödülleriyle kapitalizmin gelişme süreci arasındaki kabaca gözlenebilen ilişkinin daha derinlemesine bir çalışmaya dönüşmesi gerektiği konusundaki ihtiyaç ile beraber bir Marksist iktisatçının Nobel ekonomi ödülü alıp alamayacağı konuşuldu. Bilindiği üzere diğer alanlarda örnekleri bulunsa da ekonomi alanında bugüne kadar böyle bir şey söz konusu değildir.
Tartışma haklı olarak bir “Marksist İktisadın” mümkünlüğü noktasına taşındı. Bu önemli bir tartışma başlığıdır. Kısmen bu başlık üzerinde duracak daha sonra da Marksist sosyal bilimciler için Nobel’e alternatif olarak görülebilecek başka bir ödül sürecinden bahsederek yazıyı tamamlayacağım.
İktisat olarak Türkçeye çevirdiğimiz “Economics” kelimesinin oldukça yeni bir kelime olduğunu söyleyerek başlayalım. Kavram “Ekonomi Politik”ten çeşitli saiklerle hızlıca uzaklaşma telaşındaki kimi düşünürlerin Plutology, Crematistics- ki daha yerinde olabilirdi-, Catallactics vb. çeşitli önerilerinin ardından ilk defa 1875 yılında H. Dunning MacLeod tarafından önerilmiştir. Kavramı daha yerleşik kılan Jevons’un ilk olarak 1871 yılında yayımlanan “The Theory of Political Economy” başlıklı kitabının 1879’daki ikinci basımında, kitabın adı aynı kalsa da metin içindeki politik ekonomi kullanımının yerini “economics”e bırakmasıdır. İkinci baskıya önsözde Jevons bunu şöyle açıklamaktadır: “Bilimimizin çift kelimeli eski sıkıntılı adını mümkün olduğunca çabuk bir kenara bırakmanın iyi olacağını düşünmekten kendimi alamıyorum.” Bu eğilim Alfred Marshall ile birlikte dönüşsüz bir yerleşiklik kazanmıştır.
Burada bir kenara bırakılanın yalnızca bir ad olmadığını söylemek gerekir. Ekonomik olanın anlaşılmasında bir kenara bırakılan ekonominin toplumsal, tarihsel, politik bir ontolojiye sahip olduğu gerçeğidir. Yaşanan, maddi yaşamın üretim, bölüşüm ve yeniden üretimini tüm boyutlarıyla kapsama, diğer bir deyişle bir tür birleştirilmiş bir sosyal bilim olma arayışındaki politik ekonomiden, haz ve acının kalkülüsünü, sınırsız istek ve kıt kaynakların optimizasyonunu çalışan bir disiplin olarak Economics’e bir “büyük kaçış”tır. İktisadın bu yeni anlamıyla şüphesiz bir Marksist İktisattan bahsedilemez.
Ama Marx’ın kendisini döneminde hâkim olduğu biçimiyle bir politik iktisatçı olarak görmek de mümkün değildir. Diğer bir deyişle o basitçe Smith-Ricardo çizgisinin bir devamcısı değildir. Kapital’in alt başlığı ile ifade edersek onun amacı “politik ekonominin eleştirisi”dir. Burada eleştiri iki anlamda kullanılır. Birincisi politik ekonomik ilişkilerin somutlandığı kapitalist sivil toplumun eleştirisi iken ikincisi bizzat bunun bilgisini üreten klasik politik ekonominin bir eleştirisidir- buna Marx’ın apologetik dediği vulgar politik ekonomiyi de ekleyebiliriz. Bu anlamda bir politik iktisatçı olarak da Marx’tan bahsetmek zordur.
Ancak Marx’ın özellikle klasik politik ekonomiyi eleştirip aşma sürecinin dilinin, yönteminin, içeriğinin ve formunun onu, bir tür birleştirilmiş bir sosyal bilim olarak “Eleştirel Ekonomi Politik” adını verebileceğimiz bir alanı inşa etmeye yönlendirdiğini söyleyebiliriz. Bu anlamıyla “Eleştirel Ekonomi Politik” asıl olarak “kapitalizmin bilimi” olarak karşımıza çıkar. Günümüzde Alman siyaset bilimci Fülberth de benzer kaygılarla kapitalizmin bilimi olarak “Kapitalistik” kavramını önerir.
Toparlarsak yukarıdaki nedenlerle “Marksist İktisat” olamayacağı gibi “Marksist iktisatçı” da olamaz. Marx, Smith-Ricardo çizgisini sürdüren bir klasik politik iktisatçı değildir. Ancak ekonomiyi bütünlüklü bir ontolojik zeminde ele alarak “Eleştirel Ekonomi Politiği” inşa eden Marx olduğu gibi, Marksist sosyal bilimciler de ekonomiyi böylesi bir çerçeveden ele alırlar.
Uzmanlığını aldığı disiplin ne olursa olsun, iktisat, sosyoloji, siyaset, tarih, coğrafya, edebiyat ya da başka bir alan, bir Marksist, temelde bir sosyal bilimcidir. Bu, Marksistler dışında başka hiçbir “uzman” için gerekli olmayan ekstra bir yük, güç bir görev ama gerçekliği daha doğru ve bütünlüklü bir şekilde anlayabilmek için de bir zorunluluktur.
Bu tarz sosyal bilimciler neyse ki vardır, sayıları da azımsanmayacak ölçüdedir. Oldukça değerli çalışmalar üretiyorlar. Bu isimlerin bazıları ise Nobel ödüllerine Marksist bir alternatif olarak görebileceğimiz, Marksist gelenekte veya bu gelenek hakkında her yıl en iyi ve en yenilikçi çalışmaya verilen “Deutscher Memorial Prize” ödülüne layık görülmektedir. Isaac ve Tamara Deutscher Anma Ödülü, tarihçi Isaac Deutscher ve eşi Tamara Deutscher’in onuruna verilmektedir. Ödül ilginçtir ki Nobel Ekonomi ödülleriyle aynı yıl olan 1969 yılında verilmeye başlanmıştır. Ödülün verilmesini takip eden yıl düzenlenen “Tarihsel Materyalizm (Historical Materialism)” konferansında “Deutscher konferansı” başlığı altında ilgili çalışmaya bir oturum ayrılmaktadır. Bu yıl Kasım başında yirmi birincisi yapılan HM (Tarihsel Materyalizm) konferansında “Deutscher konferansı” 2023’de ödülü alan Heide Gerstenberger’in “Market and Violence: The Functioning of Capitalism in History (Piyasa ve Şiddet: Kapitalizmin Tarihteki İşlevi)” çalışmasına ayrıldı.
Tarihsel seyrine bakıldığında ise ödülü alanlar arasında kimler yoktur ki: I. Meszaros’dan M. Liebman’a, G.A. Cohen’den G.E.M.de Ste. Croix’ya, R. Brenner’den, E.M. Wood’a, T. Eagleton’dan, E. Hobsbawn’a, P. Gowan’dan M. Lebowitz’e, K. Van der Pijl’den B.Fine’a, D. Harvey’den, L.Panitch’e, K. Saito’dan J.B. Foster’a kadar adlarını burada sayamayacağımız çok sayıda isim katkılarından dolayı bu ödüle layık görülmüştür.
2024 yılı ödülü ise 2023’te Verso’dan çıkan Matteo Pasquinelli’nin, The Eye of the Master: A Social History of Artificial Intelligence isimli çalışmasına verildi. Çalışma adından da anlaşılacağı üzere yapay zekanın toplumsal tarihine odaklanıyor.
Türkiye’de de eleştirel çalışmaları ödüllendiren organizasyonlar yok değildir. Türkiye’nin önde gelen eleştirel sosyal bilimcilerince yönetilen, kuruluş tarihi yine 1960’ların sonlarına giden ama düzenli olarak ödül vermeye daha geç başlayan Ankara merkezli Türk Sosyal Bilimler Derneği herhalde bunların arasında özellikle belirtilmesi gereken bir öneme sahiptir. Gerek Dernek özelinde gerekse Behice Boran ödüllerinde olduğu gibi, farklı organizasyonların bu tarz çalışmaları desteklemesi ve daha fazla görünür kılması eleştirel çalışmaları daha da cesaretlendirmesi bakımından oldukça önemli görünmektedir.