M. Kemal KAÇAROĞLU yazdı – Kitle temelinde yürütülmeyen “ÖNCÜ SAVAŞI” yenilgiye uğramıştı. Ama peşlerinden gelecek devrimcilerin örnek alacağı ve günümüze kadar etkilerini sürdürecek bir kahramanlık ve direniş destanı, bir dayanışma geleneği bırakacaklardı.
Marx 1870 Eylül’ünde Komün’den altı ay önce “ayaklanma umutsuz bir budalalık eylemi olacaktır” diyerek Komün girişimine karşı çıkıyordu. Fakat 1871’de Komün başarısızlığa uğramasına rağmen Komün ve Komüncülerden övgüyle söz ediyordu.! Marx, Komün girişimi için “Paris’teki bu kalkışım- eski toplumun kurtları, domuzları ve aşağılık köpekleri tarafından ezilmiş olsa bile- Haziran ayaklanmasından bu yana, partimizin en şanlı hareketidir.” diyerek devamla Komüncüler için “Göğü fethetmeye çıkan kahramanlar” övgüsünü yapıyordu.! Marx’ın burada her şeyin üzerinde değer verdiği şey ‘yığınların tarihsel inisiyatifiydi.’ 1971 Direnişi Kızıldere’de politik ve örgütsel plânda yenilgiyle sonuçlanmasına rağmen, Türkiye Devrim hareketi üzerindeki etkileri günümüze kadar devam etmiştir ve etmeye de devam edecektir. Komün nasıl Dünya proletarya hareketinde -ilk proletarya diktatörlüğü deneyimi- özel bir önemi olmuşsa, 1971 Direnişi de Türkiye ölçeğinde özel bir öneme sahiptir ve Marx’ın Komüncüler için söyledikleri Mahir’lerin, Deniz’lerin ve Kaypakkaya’ların öncülük ettiği 1971 Direnişçileri için de geçerlidir. Onlar “göğü fethetmeye çıkan kahramanlardı.” Çünkü onlar Türkiye Devrim Hareketinde bir ‘ YOL AYRIMI” yaratmışlardır.!
Kızıldere katliamıyla noktalanan 1971 Direnişine geliş süreci ve dolayımıyla ‘Yol Ayrımı’ konusunda kısa bir değerlendirmenin ışığında katliamın sosyalist harekete etkilerini değerlendirmek daha doğru olacaktır.
1960 ihtilali sonrası 1961 Anayasasıyla birlikte gelen nisbi demokratik ortamda (DİSK’in kuruluşu, grev hakkı, söz-yazı, örgütlenme özgürlüğü…) Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurulur. Kırk yıllık illegal sosyalist hareket legale çıkar. ‘60’lı yılların ortalarından itibaren şiddetlenen sınıf mücadelesi sosyalizm konusundaki ayrışmayı da körükledi. ‘40-50’li yıllarda sosyalist hareket içinde süren ayrılıklar TİP’e de taşındı. Buna SBKP (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) ve ÇKP (Çin Komünist Partisi) arasında çıkan ayrılık da eklenince tek merkezli olan sosyalizm iki merkezli hale geldi. Bu ayrılığın TİP’deki ifadesi Milli Demokratik Devrim (MDD) ve Sosyalist Devrim şeklinde oldu. Meselenin esası TİP’e egemen olan mücadele anlayışıyla MDD’cilerin sahip olduğu mücadele anlayışları arasındaki farktı. Daha sonra bizim için önemli hale gelecek mesele SBKP’ye karşı tutum meselesi olacaktı. TİP bu konuda sessiz kalırken biz SBKP’ye modern revizyonist diyecektik.
FKF ( Fikir Kulüpleri Federasyonu ) 1965 yılında TİP’in öğrenci örgütü olarak kurulur. Doğal olarak TİP’deki ayrılıklar kısa sürede FKF’ye taşınır. MDD aslında Türkiye’nin somut koşullarının somut tahlilinden uzak Çin Devrimi’ni örnek almaktaydı. Yani Çin gibi Türķiye’yi de emperyalizm tarafından fiili işgale uğramış feodal bir ülke olarak tarifliyordu. Yani özcesi MDD stratejisi emperyalizme karşı milli, feodalizme karşı demokratik devrim şeklinde tanımlanmaktaydı. Fakat emperyalizme karşı mücadele -sokak hareketi- ve halk savaşı gibi kavramlar gençliğe daha cazip gelecektir. Bu arada Küba’ da Fidel’le birlikte Batista diktatörlüğüne karşı Sierra Maestra dağlarında devrimin fitilini ateşleyen Komandante Che Guavera da gençliğin idolüydü. MDD’nin sözcülüğünü Mihri Belli yapmaktadır. Mihri Belli gerilla savaşındaki ismiyle Kapetainos Kemal, Yunan iç savaşında enternasyonalist bir tutumla faşistlere karşı komünistlerin saflarında savaşmış, yaralanmış birisidir. Sonrasında 1951 tevkifatında Sansaryan Han’da uzun süre işkenceli sorgularda direnmiş ve konuşmamış, hapis yatmış biridir. Yani gençlik içinde karizmasıyla oldukça etkili olmuştur. Bu da MDD görüşünün gençlik içinde benimsenmesinde önemli bir etken olmuştur.
Bunlara TİP’in, başlayan faşist saldırılar karşısında gençliğe “aman kıpırdamayın faşizm gelir “ gibi söylemleriyle hareketsizliği, bir anlamda teslimiyeti önermiş olmasının da gençliğin TİP’e mesafe koymasında etkili olduğunu ekleyelim. Bu arada başta işçi sınıfı olmak üzere kitlelerin ekonomik-demokratik mücadeleleri gençliği etkileyecektir. Gençlik nezdinde TİP bir DÜZEN PARTİSİ olarak görülecektir. Ve bu tüm nedenlerle FKF, TİP’in etkinliğinden sıyrılıp bağımsız bir gençlik örgütü konumuna gelecektir.
1968 baharında Paris sokakları işçiler ve gençler tarafından işgal edilir. İşçiler ve gençler kapitalist ve bürokratik sosyalist nizama başkaldırırlar. Bu hareket tüm Avrupa ve dünyaya eşzamanlı yayıldı. ‘68 Hareketi Türkiye’ye anti-emperyalizm olarak yansıyor ve bu dönemde işçi sınıfının yükselmekte olan sınıf mücadelesiyle kendiliğinden bütünleşiyordu. Anti-emperyalist eylemler FKF’yle başlayan ve daha sonra Dev-Genç ismini alan gençlik örgütünün öncülüğünde tüm Türkiye’ye yayılıyor. İstanbul’da Deniz Gezmiş’in öncülüğünde Dolmabahçe’de Amerikan 6. Filosu’ndan çıkan Amerikan bahriyelilerinin denize dökülüşünü, Türkiye’ye büyükelçi olarak atanmış Kommer’in arabasının ODTÜ’de devrimci gençler tarafından yakılması takip eder. Kommer Vietnam’da komünist direnişini kırmak için görevlendirilmiş ‘holocost’ yani ‘Vietnam kasabı’ da denilen bir pasifikasyon uzmanı.! Bu dönem özellikle Türkiye’de gelişmekte olan anti-emperyalist hareketlerin pasifize edilmesiyle görevlendirilmiş birisi. Yine bu eylemlerin yanında İzmir’de Kordonboyu’nda 6 Filo’ya karşı yapılan eylemler ve Balgat’ta Amerikan İktisadi Yardım Teşkilatı’na (AİD) düzenlenen sabotaj o dönemin önemli anti-emperyalist eylemlerinden.
Bu arada Alpaslan Türkeş’in önderliğinde komando kamplarında eğitilen faşist çeteler kontrgerillanın da desteğiyle devrimcilere karşı saldırılarını okullarda ve diğer alanlarda yoğunlaştırıyordu. Artık mücadelenin boyutları bir proletarya partisinin öncülüğü söz konusu olmadığından bir gençlik örgütü olarak Dev-Genç’in boyutunu aşmaya başlamıştı.
Bu nedenle Dev-Genç içinde konumlanmış gruplar da bir arayış içine girmişti. Filistin’e gerilla eğitimine gidenler yanında, Türkiye içinde Ege Bölgesi’nde Beşparmak Dağları’nda, Karadeniz’de ve Akdeniz’de Toroslar’da gerilla eğitimleri yoğunlaşmıştı. MDD stratejisi gereği “kırlardan şehirlerin kuşatılması” şeklinde ifade edilen Halk Savaşı’nın ilk aşaması hazırlıkları hızlanmıştı. Artık doğum yakındı.!
Burada Dev-Genç’in konumu için şunlar söylenebilir. Dev-Genç hareketi öğrenci hareketi olarak doğmuş, gelişmiş ve bir tarihsel döneme damgasını vurmuştur. Demokratik muhalefetin en solunda yükselirken, Türkiye’de revizyonizme ve geçmişe hem tepki, hem de bir alternatif olarak gelişmişti. Dev-Genç, Marksist-Leninist bir partinin öncülüğünün olmadığı o günün Türkiye koşullarında Türkiye sosyalist hareketinin öncüsü ve sözcüsü durumuna geldi.
MDD stratejisi, devrimde proletaryanın ideolojik, politik ve örgütsel öncülüğü yani fiili önderliği yerine ‘ideolojik önderliği’ni öngörmekteydi. Bu da proletaryanın olmadığı veya zayıf olduğu Çin gibi ülkelerde devrimin köylü ordusu temelinde gerçekleşeceği düşüncesine dayanır. Sosyalist saflarda ilk kırılma 15-16 Haziran işçi direnişiyle gerçekleşir. Binlerce işçi sendikal hakları için sokağa dökülür. Hayat durur. Ülkede sıkıyönetim ilan edilir. Yüzlerce işçi, öğrenci tutuklanır. MDD stratejisi sorgulanmaya başlar. THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) grubu yollarına devamla kır gerillasını örgütleme çabalarına hız verirler. Mahir Çayan ve arkadaşlarının oluşturduğu ve benim de içinde yer alacağım THKP-C zemini işçi sınıfının devrimdeki öncülüğü sorununda yoğunlaşır.
Özellikle Mahir Çayan teorik kıvraklığıyla Türkiye’nin emperyalizme bağımlı bir kapitalist ülke olduğunu ve Çin’e değil, bir Latin Amerika ülkesine benzediği tespitini yapar. Bu tespit ışığında ülkemizde emperyalizmin Çin’deki gibi ‘dışsal bir olgu değil, içsel bir olgu’ olduğundan hareketle ‘gizli işgal’den söz eder. Bu tür ülkelerde emperyalizm kendisine bağımlı kapitalizmin içinde yer almaktadır. Özcesi, emperyalizmin ne kendi askerleri ne de doğrudan kendi yöneticileri söz konusu olmaksızın ülkedeki ekonomik ve siyasal hayatı yönlendirme şekline biz, emperyalizmin içsel olgu haline gelmesi diyoruz. Doğal olarak işgalin böyle bir biçimine de GİZLİ İŞGAL diyoruz. Böyle bir işgalin yarı sömürge ülkelerin devrim mücadelesi için getirdiği önemli sonuç ise, mücadelenin ulusal plan yerine sınıfsal bir plana bürünmesidir. Ve birkaç ay içinde devrim stratejisi değişir. Kırlar temel iken şehirler temel hale gelir. Daha sonra farklı formülasyonlara dönüşse de, işçi sınıfı dolayısıyla şehirlerin önemi görülmüş ve silahlı mücadele şehir gerillası olarak formüle edilmiştir. Kır gerillası yerine şehir gerillası hazırlığı başlar. Ve bu bağlamda artık ideolojik öncülük sorunu Mahir Çayan’da “İdeolojik-politik-örgütsel öncülük” biçiminde ifadesini bulur. İşçi sınıfının öncülüğü sorununda Mahir Çayan’ın 15-16 Haziran direnişi yanında MDD’ye eleştirel yaklaşan Hikmet Kıvılcımlı’dan da etkilenmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Bu özetten sonra 1971 Direnişi ve Yol Ayrımı konusuna açıklık getirebiliriz; 1970’lere değin Türkiye solunda ayrı ayrı görünümler olsa da tek bir çizgi egemendir. Türkiye solunda egemen olan bu çizgi genel olarak “kendi sağındaki güçlerden medet umma” anlayışıdır. Bu çizgi reformizmin çizgisidir. Sorun ‘devrim anlayışında’ yatıyordu. Bütün bu çizgi proletaryanın devrim yapabileceğine inanmıyor ve devrime payandalar arıyordu. Bunun temel dayanağı da “Kurtuluş Savaşı ve Kemalizm” konusuna dayanıyordu.
1965 sonrasında özde birtakım değişiklikler ortaya çıkmaya başlamış, ‘70’lerde bu açık bir çizgi olarak kendini ortaya koymuştur. Biz buna Türkiye Devrim Hareketi’nde YOL AYRIMI diyoruz. ‘71 Direnişine damgasını vurarak bir Yol Ayrımı yaratmış olan üç hareketten söz edilebilir. THKP-C, THKO, TİKKO. Bu üç hareketin önünde iki seçenek vardı. Burjuvazinin çizdiği sınırlar içinde kalıp ‘DÜZEN’ örgütünü yaratmak mı, yoksa proletarya mücadelesinde hiçbir sınır tanımayıp kendi ‘SAVAŞ’ örgütünü yaratmak mı? Onlar devrimci olanı, ikincisini seçtiler. Ve ‘işçi sınıfının öz gücüne dayanarak devrim yapma anlayışını’ hayata geçirmeye çalıştılar.
Türkiye’de, 1968’lerde dünyayla eşzamanlı başlayan kapitalizmin zulmüne, sömürüsüne karşı isyan ve direniş 1971’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere’de katledilmeleriyle son bulacaktı. Evet kitle temelinde yürütülmeyen “ÖNCÜ SAVAŞI” yenilgiye uğramıştı. Ama peşlerinden gelecek devrimcilerin örnek alacağı ve günümüze kadar etkilerini sürdürecek bir kahramanlık ve direniş destanı, bir dayanışma geleneği bırakacaklardı. Onlar arkadaşlarını idam sehpasından kurtarmak için Kızıldere’de göğüslerini oligarşinin kurşunlarına siper etmişlerdi.
‘Öncü Savaş’ anlayışının Mahir Çayan’da önceden oluştuğunu işaret edebilecek, Mahir’le bizzat yaşadığım bir anımı burada paylaşmak istiyorum; 1970 Ocak ayıydı. Akhisar bölgesinde Dev-Genç’in yerel küçük üreticileriyle birlikte örgütlediği tütün mitingindeyiz. Miting öncesi Dev-Genç’in görevlendirdiği ekipler bölgede çalışma yürütmüşlerdi. Biz bir gün önce gelmiştik. Dev-Genç bu mitinglere Ankara, İstanbul ve İzmir’den otobüslerle kitlesel bir katılımla destek veriyordu. Bir gün önce ekipler oluşturulup Akhisar’ın merkez köylerine son defa propaganda çalışmalarına gidildi. Benim ve Mahir Çayan’ın da içinde olduğu Mülkiyeli arkadaşlarla beş kişilik bir ekip oluşturmuştuk. Ve biz de akşama doğru merkeze yakın bir köye gittik. Köy kahvesinde birikmiş köylülere Mahir hitap etti. Köylüler nasıl bir ağır sömürü altında olduklarını sorular karşısında anlattılar. Tüccarın daha ürün tarladan kalkmadan nasıl ucuza kapattığını ve yıl bitmeden gelecek yıla nasıl borçlu girdiklerini ayrıntılarıyla ifade ettiler. Mahir’in propaganda-ajitasyon konuşmasını hiç tepki vermeden dinlemişlerdi. Onları ertesi günkü mitinge çağırdık. Akşam karanlığında köyden minübüsle ayrıldık. Mahir’le arka koltukta yalnızdık. Yolda bana döndü köylülerin ağır sömürü koşullarını kastederek “Kaçar, onca sömürü altında olmalarına rağmen bilinçlenmiyorlar. Uyanmıyorlar. Anlamak güç. Bilinçlenmeleri için silahtan başka yol yok. Ancak silah sesleri onları uyandırır”dedi.! Daha sonra “politikleşmiş askeri savaş stratejisi” olarak Kesintisiz Devrim broşüründe formüle edeceği “politik bilincin kitlelere silahlı propaganda” yoluyla götürülmesi düşüncesinin Mahir’de önceden oluştuğu söylenebilir.!
Bu açıklamalardan sonra geleceğe taşınacak şu mirasların şekillenmekte olduğunu söyleyebiliriz. İHTİLALCİLİK, İŞÇİ SINIFININ DEVRİMDEKİ ÖNCÜLÜĞÜ ve Sosyalist hareketin bütününe egemen olan revizyonizm eleştirisi. Ve bunların yanında Kızıldere’de ifadesini fazlasıyla bulan ve Sosyalist hareketin karakterini belirleyen DAYANIŞMA geleneği.
Bunların yanında Mahir Çayan’ın emperyalizmin İÇSEL OLGU olduğu tespiti bugün de güncelliğini korumaktadır. Bu saptama Türkiye devrimi için bir katkı olarak görülmelidir.
Kızıldere bir isyan, direniş ve dayanışma geleneği olarak yolumuzu aydınlatmaya devam etmektedir. ‘70’lerin devrimcileri “onlar karanlığı yırttı, biz aydınlığı getireceğiz” diyerek faşist kurşunlara göğüslerini siper ettiler. “ONLAR” kalbimizde ve mücadelemizde yaşıyorlar.!
Paris Komün’ünden beri elden ele dalgalanarak günümüze kadar taşınmış bulunan proletaryanın kızıl sancağı oligarşinin burçlarına dikilene kadar mücadelemiz sürecektir. Mahir Çayan’ın sözleriyle; Düşenler devrim için devrim yolunda vuruşarak düştüler. Kalbimize, ruhumuza ve bilincimize gömüldüler. Onlar kurtuluşa kadar savaş şiarını devrim yolunda kanlarıyla yazdılar. Yolumuz devrim yolunda düşenlerin yoludur.!
Kimsesizler Mezarlığı’ndan Karşıyaka Mezarlığı’na…
Bu arada yeri gelmişken Mahir Çayan’ın mezar nakliyle ilgili de birkaç noktaya işaret etmek istiyorum. Sene 1974 yazı. 12 Mart sonrası. Hapisten yeni çıkmıştık. Mamak Cezaevi’nde birlikte yattığımız Ziya Sümer arkadaş, ki daha sonra Kurtuluş hareketinin yayın organları Kurtuluş Dergi ve gazetesinin yayın koordinatörü olmuştur. Bize gelerek -Mahir Sayın, İlhami Aras ve bana- Mahir Çayan’ın mezarının ‘kimsesizler mezarlığında’ olduğu ve oradan alınmazsa mezar yerinin kaybolacağı haberini verdi. Hemen harekete geçtik. Bürokrasi için emniyete başvuru yapılması gerektiği bilgisi verildi. Adres açısından Mahir’lerin evi de Ankara’da olduğundan resmi işi Mahir’in üstlenmesinin daha doğru olacağını düşündük. Ve başvuruyu Mahir yaptı. Emniyet’ten ailesinin izni gerektiği söylenmiş. Mahir Çayan’ın babası 12 Mart öncesi ölmüştü. Annesi sağdı. Annesi Naciye Teyze’nin adresini bulduk. İstanbul’da Feneryolu’nda oturuyordu. Ben atlayıp gittim. İki gün Naciye Teyze’nin misafiri oldum. Kendisine durumu anlattım. Mezar nakli için gerekli vekaleti aldım ve Ankara’ya döndüm. Prosedür tamamlandı ve bir Ağustos günü Mahir’in kemiklerini kimsesizler mezarlığından alıp şimdiki yerine defnettik. Kefenini de şimdi hayatta olmayan Mahir Sayın’ın annesi Meryem Teyze dikmişti.