Mehmet CAN yazdı – “Lübnan çoğulcu ve farklı yapısı nedeniyle Ortadoğu’da sınıf temelli, enternasyonal bir değişimin de ateşleyicisi olabilir. Sosyalist temelli devrimci bir çıkış Ortadoğu’daki ezilen halklar için de bir model olabilir ve halklar arasındaki gerçek barışı sağlayabilir.”
Düşünsenize bir ülkede yaşıyorsunuz ve Hristiyan toplumunun en envai çeşidi var (Ortodoks, Katolik, Protestan vs). Müslüman toplumunun en envai çeşidi var ( Şii, Sünni vs).
Bir taraftan İsrail gelmiş, Beyrut’a girmiş; öte taraftan Suriye gelmiş, Lübnan’a girmiş, diğer taraftan ise ABD donanması kıyıdan bindirme yapıyor. Hem çok farklı, hem çok karışık bir durum. Evet bu ülke Lübnan, bir dönem Ortadoğu’nun küçük Paris’i olarak geçen Beyrut, şimdi her ne kadar iç savaş durulsa da harabeler içinde bir kent. Cadde cadde, mahalle mahalle, sokak sokak gerilla örgütlerinin yerlerinin ve alanlarının olduğu, kimin dost kimin düşman belli olmadığı bir yer Lübnan. Dünyadaki birçok gerilla örgütünün talim yaptığı, siyasi eğitim aldığı, kısacası doktrinlerini geliştirdikleri bir yer. Lübnan’da yıllarca süren iç savaş ve bu iç savaşın ortaya çıkardığı siyasi boşluk, dünyadaki gerilla hareketlerinin ilk provalarını Beka Vadisi’nde, Lübnan’da yapmalarına neden olmuştur. Dolayısıyla Lübnan, bu demografik ve farklı yapısı nedeniyle Ortadoğu ve dünya siyasetini de etkiliyor.
Lübnan’da eğitim görmüş örgütler, örneğin Filistin Kurtuluş Örgütü, İrlanda Cumhuriyet Ordusu, ETA, ASALA, Taşnaklar, Hınçaklar, sol örgütler, PKK vs, buradan çıkan bu örgütler dünyanın dört bir yanına dağılmakta ve gittikleri ülkelerin de siyasetlerini büyük oranda etkilemektedirler. Lübnan’dan çıkan silahlı veya silahsız doktrin gücü yüksek bu insanlar, buradan dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Yani Lübnan’a bakarken, işte Lübnan biraz İsrail, biraz Suriye işi değil; Lübnan çok geniş bir yelpazeyi kapsayan, içine alan bir yer. Ayrıca Lübnan, siyasi örgütlerin yanı sıra dünyadaki istihbarat örgütlerinin ve ajanlarının da cirit attığı bir yer. Lübnan’ın bu duruma gelmesinin en büyük nedeni, demografik yapısının süreç içerisinde büyük değişiklikler yaşamasıdır. 1948’de İsrail’in Ortadoğu’daki işgali, yani Filistin topraklarına dönük işgali gerek Ortadoğu’nun gerek demografik yapısını, gerek ise Ortadoğu’daki güç dengelerini büyük oranda değiştirmiştir.
İsrail’in bu işgalinden sonra Filistinlilerin bir kısmı, kimisi Ürdün’e, kimisi Suriye’ye, esas yoğunluk ise Lübnan’a doğru göçe zorlandı. Fakat daha sonra Ürdün de, 1948 işgaliyle ülkelerine yerleşen Filistinlileri aldığı bir kararla 1970-80 arası sınırdışı etmeye başlıyor. Buradaki kesimin de Lübnan’a geçmesiyle, Lübnan’ın demografik yapısı ciddi oranda değişiyor. Daha önce Hristiyan Maroniklerin yoğun olarak yaşadığı Lübnan’da, Müslüman nüfus da bu göçler nedeniyle Hristiyan kesim ile eşitlenerek bir nevi dengeliyor onu. Lübnan’da siyasi istikrar, yaşanan bu yer değiştirmeler ve nüfus hareketleri nedeniyle bir türlü sağlanamıyor. İç savaşın bu kadar uzun sürmesinin nedeni de bu. 1975’lerde filizlenen, 1980’lerde tamamen bir iç savaşın yaşandığı Lübnan’da 1990’lar ile beraber bir barış ortamı egemen olmaya başlıyor. 1975’lerde filizlenen iç savaşı tetikleyen şey, aslında dönemin konjönktürünün buna çok uygun olması. Zaten 1970 yılında dünyadaki iki süper gücün, ABD ve SSCB’nin kendilerini deneyecekleri, kendilerini sınayacakları bir yer lazımdı. Burası öyle bir yer olmalıydı ki, zaman zaman ona destek vermeli, zaman zaman ise “işte bak bu terör örgütüdür” diye üstüne binmeliydi. Zaman zaman İsrail’le işbirliği yapar gibi yapıp “ama Lübnan halkı” diyebilmeliydi, Sovyetler açısından ise Baas rejimine bakıp “bak ama Suriye” diyebilmeliydi vs. Bütün bunlar için çok uygun bir yer Lübnan.
Bugün için bile bu durum Lübnan’da geçerli. Etnik gruplar ve mezhepler üzerinden büyük güçler kendi siyasetlerini şekillendiriyor. Lübnan’ın demografik yapısı nedeniyle kendi iç dinamikleri her zaman bir iç savaş çıkaracak durumda zaten. Ortam, zemin çok müsait. 14 Eylül 1982’de Hristiyan başbakan Beşir Cemal öldürülünce, 16 Eylül’de yani bu olaydan 48 saat sonra, Hristiyan Maronikler İsrail’in de yol vermesiyle Savra Şatilla kampını basarak katliam yaptılar. Bu kamp Filistinlilerin kaldığı bir kamp, 1990’lara kadar süren iç savaşı tetikleyen de bu olay, yani Beşir Cemal’in öldürülmesi ve daha sonra Hizbullah’la İsrail’ in karşılıklı misillemeleri. Ayrıca Maroniklerle Hizbullah arasında bitmeyen gerginlik. Bu olaydan sonra ipler tamamen kopuyor. Etnik ve mezhepsel savaşlar daha bir artıyor. Bu dönemden sonra Lübnan, Suriye ve İsrail askerlerinin sürekli gir-çık yaptıkları bir savaş alanı hâline geldi. Suriye, Lübnan’daki Filistinlileri bahane ederek, “haklarını savunuyorum” diye Lübnan’a girerken, İsrail ise “Hristiyan Manoriklerin haklarını savunuyorum” diye Lübnan’a müdahalelerde bulundu. Ortadoğu’daki siyasetlerin birbirlerini tarttıkları bir deneme tahtası oldu Lübnan.
Dış dinamiklere açık bir saha hâline geldi Lübnan, iç dinamiklerde asıl belirleyici olan güçler ise Hristiyan Maronikler ile Güney Lübnan’da bulunan Hizbullah’tır. Yıllarca süren iç savaşta bu iki güç birbirlerine karşı amansız bir savaş verdi. Fakat 1990’lar ile beraber Lübnan’a sınırlı da olsa bir barış ortamının egemen olmasından sonra, diğer ufak etnisiteler ve mezhepler de önemli bir konuma gelmeye başladı. Çünkü barıştan kaynaklı olarak seçimler yapılmaya başlandı. Dikkat edilirse Lübnan’da yapılan seçimler hep kafa kafaya gidiyor. Seçim sonuçları birbirine çok yakın çıkıyor. Mesela yüzde elli bire, yüzde kırk dokuz; yüzde kırk sekize yüzde elli vs. seçim sonuçları hep böyle çıkıyor. Dolayısıyla bu küçük grupların, yani Ermenilerin, Dürzilerin vs, yapacağı seçim bir nevi Lübnan’da başbakanın seçilmesine neden oluyor. 1990’ların başıyla 2000’lere kadar Lübnan’da sular durulmuşken, 2000’lerin başında Lübnan yönetimi Hizbullah’a bir çağrı yaparak “silahlarınızı bırakın ve gelip Lübnan ordusuna katılın” dedi. Fakat Hizbullah bu çağrıya uymadı.
Bu çağrıya uymamasından kaynaklı olarak 2006’da İsrail, Lübnan ordusunun da desteğini alarak, Hizbullah’ın kontrolü altındaki Güney Lübnan’a girdi. Hizbullah gerillaları 1400’e yakın kayıp verirken, İsrail 200’e yakın kayıp verdi. İsrail’in Hizbullah’ın kontrolü altındaki Güney Lübnan’a girmesinin bir başka nedeni de eski Lübnan başbakanlarından Refik Hariri’nin öldürülmesi olayıdır. İsrail bu olaydan Hizbullah’ı sorumlu tuttu. Bu savaşın kazananı olmadı; çünkü Hizbullah, Ortadoğu’nun en deneyimli gerilla örgütlerinden biri, bir de Hizbullah’ın Ortadoğu’daki müttefikleri güçlü, yani İran ve Suriye. İsrail Güney Lübnan’a girmeden Fransız kaynakları, Fransız istihbaratı İsrail’e şu uyarıyı yaptı: “Girdiğiniz yere dikkat edin, yerin altında insanlar var!”. Çünkü Hizbullah gerillaları, Lübnan’da yerin altını da bir şehir gibi kullanabiliyor. Güney Lübnan, İsrail’in bu işgalinden sonra savaşı kazandığını söyledi; İsrail ordusundan sayıca fazla bir kayıp vermesine rağmen. Halbuki savaş kazanmak nedir? İşte bir yere gidersin, savaşırsın, kazanırsın, geri gelirsin.
Lübnanlılar aslında şunu demek istiyor: “Biz ilk defa Lübnanlılar olarak kendi ülkemizi savunabildik.” Bu savaşın kazananı olmasa da, Hizbullah savaşı kaybetmeyerek, savaştan prestij kazanarak çıktı. Zaten konjonktür de Hizbullah’ın lehine dönmeye başladı. Dikkat edilirse 67 sınırlarından bahsedilmeye başlandı. İsrail ise moral üstünlüğünü tekrar ele geçirebilmek için Gazze’yi vurarak misillemeye yapmaya başladı. Yani konjonktürü tekrardan kendi lehine çevirmek istedi Gazze’ye yaptığı bu operasyon ile. Dolayısıyla Lübnan için barış demek, kansız bir savaş demektir bir nevi. Yukarıda da ifade ettiğim gibi siyasi istikrar Lübnan’da bir türlü sağlanamıyor. Bu da neden kaynaklanıyor? Lübnan’ın demografik yapısından. Lübnan çok kanlı bir geçiş süreci yaşadı ve hâlâ da yaşamaya devam ediyor. Çünkü siyasal zemin buna çok uygun. Lübnan’da herkes oyuna dahil oldu.
Lübnan’ı özel kılan diğer bir şey de çok kanlı bir iç savaştan sonra Lübnan’daki halkların tekrardan bir araya gelmeyi başarması; bu çok önemli siyasi olgunluğun bir göstergesi. Eğer Lübnan’da çözüm olacaksa, Lübnan rahat bırakılmalıdır. Gerek İsrail’in, gerek Suriye’nin gerek ise ABD ve İran’ın Lübnan’ı kendi hâline bırakması gerekmektedir. Nereden bakarsan bak hep birinin, kendi mezhebini, kendi etnisitesini, kendi dinsel aidiyetini öne çıkardığı, kendisine Suriye, İsrail ve İran’ı yandaş gördüğü anda zaten film kopuyor, gerçek anlamda bir çözümden uzaklaşılıyor. Örneğin, diğer Ortadoğu ülkelerinde karakter belli, oyuncular belli, sahne belli ama bu tarafta, Lübnan’da hiçbir şey belli değil. Ve kimin, neyi, niçin suçladığını tahmin edemiyorsun. Lübnan aslında çoğulcu ve farklı yapısı nedeniyle Ortadoğu’da sınıf temelli, enternasyonal bir değişimin de ateşleyicisi olabilir. Çünkü politik hava buna müsait. Sosyalist temelli devrimci bir çıkış Ortadoğu’daki ezilen halklar için de bir model olabilir ve halklar arasındaki gerçek barışı sağlayabilir. Lübnan halkının kurtuluşu, toplumsal kurtuluştadır. Toplumsal kurtuluşun adresi ise sosyal bir devrimdedir, yani sosyalizmdedir.