Mehmet CAN yazdı – İrlanda’nın bir bölgesi zenginleşirken, diğer bölgesi Katolik İrlandalıların yaşadığı bölge atıl, fakir bir bölge olarak kaldı. İrlanda ulusal sorunu sadece mezhepsel, ulusal bir sorun değil, aynı zamanda iktisadi-sınıfsal eşitsizliklerin olduğu bir sorundur.
Barış süreçlerini ve çözüm süreçlerini belirleyen bazı kriterler vardır, savaşan-çatışan ulusun tarihsel gelişimi, bu tarihsellik içinde ekonomik, kültürel, siyasi olarak ulaştığı düzey, dünyanın ve bölgenin o anki durumu, geçmişten çıkarılan hatalar ve sonuçlar vb. gibi sayabileceğimiz pek çok neden; barış süreçlerine doğrudan etki eden olgulardır. Doğu toplumlarında, Ortadoğu toplumlarında çözüm süreçleri daha ağır ve problemli ilerlerken, Batı toplumlarında geçmişteki burjuva demokratik devrimlerinin ortaya çıkardığı insan profili ve oluşan kurumsal yapı nedeniyle daha hızlı ilerleyebilmektedir. İspanya’nın iç savaş sonrası hazırladığı 1978 Anayasası ve bu anayasa içinde Katalan bölgesi başta olmak üzere Bask’ı da kapsayan, bir bütün olarak nihai çözüm sürecine evrilmese de Katalan ve Bask ulusal haklarının tanınması, yine Fransa’da Korsika ve Alsas Loren bölgelerine demokratik haklarının verilmesi (Bask ülkesinin bir bölümü de yine Fransa’dadır) yani bu problemler tam olarak çözülmese de sorunun belli bir kıvama gelmesi becerilebilmiştir.
Yazının başlığı İrlanda daha doğrusu Kuzey İrlanda sorunu. Yazıda zaten İrlanda ulusal sorunu ve bu sorunun 2000’li yılların başında Belfast Antlaşması, Hayırlı Cuma Antlaşması, Kutsal Cuma Antlaşması (bu üç biçimde de adlandırılabilir) ile bir çözüme kavuşmasından uzun uzadıya bahsedeceğim için bu konuyu ayrı tutuyorum. Kısacası bizde AKP’nin başlattığı çözüm ve barış süreçlerine benzemeyen olaylar, gelişmeler silsilesi ve savaşan tarafların tekrar ediyorum iş nihai çözüme evrilmese de bir çözüme kendi sorunlarını kavuşturabilmelerini sağlamaları…
Bu saydığım problemler içinde günümüz açısından dersler çıkarabileceğimiz, ki hepsi önemlidir ancak İrlanda ulusal sorunu ve bu sorunun sonucunda Londra ve IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) veya Sinn Fein, Belfast arasında imzalanan ”Hayırlı Cuma Antlaşması” ayrı bir öneme ve değere sahiptir. Gerek yakın bir tarihte bu antlaşmanın gerçekleşmiş olması, gerek günümüzdeki teknoloji ve bu teknoloji sayesinde bilgi akışının bizlere hızlı ulaşması, bundan dolayı bu süreç hakkında daha hızlı bir bilgi akışına sahip olmamız, süreci Londra ve Belfast’ta olmasak bile izleyebilme imkanı bize verdiği için bu konu hakkında daha sağlıklı bilgilere sahibiz diye düşünüyorum.
Her problemde olduğu gibi sorunun kaynağı-kökeni nedir, sorunu 21. yüzyıla taşıyan etkenler nelerdir? sorusunu sormadan var olan durumu anlayamayız.
Sorunun adını koyalım o zaman: Britanya Krallığı- İrlanda adasını işgal etmiştir, sorunu başlatan neden budur. İrlanda 16. yüzyıldan önce de İngiltere’nin tacizlerine, saldırılarına, işgallerine maruz kalan bir ülkeydi, ancak problemin gerçek manada ortaya çıkması 16. yüzyıldır, daha doğrusu 16. yüzyılın sonlarına doğrudur.
Britanya Kralı VIII. Henry’nin 16. yüzyılda merkezileşme politikası ve politikanın ortaya çıkardığı sonuçlar, İrlanda ulusal sorununun yavaş yavaş filizlenmesine neden olmuştur. Mezhepsel anlamda Roma’dan yani Katolikliğin merkezi Roma’dan ve onun kilisesinden, Papa’dan kopmak isteyen Britanya Kralı VIII. Henry- Angilikan Kilisesi’ni kurar. Artık yeni bir otorite söz konusudur, Roma’daki Katolik Kilisesi’nin boyunduruğu altında olmayan bir Britanya söz konusudur. VIII. Henry kendisi Katolik Kilisesi’nin egemenliğinden çıkarken, kendi kurduğu Angilikan Kilisesi’nin boyunduruğu altına İrlanda halkını sokmak ister, İrlanda halkı Katoliktir ve bu duruma itiraz eder, başkaldırır. İrlanda ulusal sorununun kökenini burada aramak gerekir. Britanya ve İrlanda arasındaki gerçek anlamda kavganın başladığı neden budur. Problem etnik-milli-sınıfsal bir hüviyete sahip olsa da sorun ilk olarak mezhepsel anlamda ortaya çıkmıştır, tabii bunu Britanya Kralı’nın İrlanda’yı mezhepsel anlamda boyunduruk altına almak istemesi, esasında Britanya’da 16. yüzyılın sonu gelişmeye başlayan ticaret burjuvazisi ve bu ticaret burjuvazisinin Papa’nın, Katolikliğin boyunduruğundan kurtulmak için kendi yeni dinini, yeni mezhebini inşa etme süreci olarak da okuyabiliriz. Katoliklik 16. yüzyıl ile birlikte palazlanan ticaret burjuvazisinin genişlemesi önünde bir engeldi. Batı Avrupa’daki dinde reform, dinde gerçekleşen dönüşümü anlamak için buraya da bakmak gerekir. Britanya Kralı VIII. Henry’nin kişisel bir tercihten öte, bunun arkasındaki sınıfsal özü anlamaktır önemli olan. İrlanda ulusal sorununu her ne kadar mezhepsel olarak başladı gibi görünse de esasında Britanya’nın, Britanya burjuvazisinin gelişmesi, genişlemesi olgusundan ayrı düşünemeyiz. Din unutmamak gerekir ki, egemenler için geniş toplumsal kesimleri kendi çıkarları doğrultusunda yönetmeleri için tarihsel süreç içinde işlerine geldiği gibi kullandıkları, araçsallaştırdıkları bir enstrümandır.
Britanya egemenleri de bu durumdan muaf değildir, Angilikan Kilisesi’ni Britanya Kralı VIII. Henry’nin kurması ve bu kuruluşun arkasındaki egemenlere yarayan durumu görmek vazgeçilmez bir önemdedir. Dolayısıyla İrlanda halkı sadece Angilikan Kilisesi’nin tahakkümü altına girmeye direnmemiş, aynı zamanda Angilikan Kilisesi aracılığıyla ortaya çıkan yeni kurallar ve bu kurallar aracılığıyla İrlanda halkının boyunduruk altına alınmasına direnmiştir.
Britanya’nın başlattığı bu yeni durum İrlanda’da bir karşılık hiçbir zaman bulamadı, İrlanda halkı Katolik olarak kalmayı başardı. Britanya İrlanda’ya bu şekilde giremeyince, bu sefer adaya Protestan nüfusu 17. yüzyılın başı ile birlikte transfer etmeye başladı. Kendi güdümünde bir bölge yarattı, bu bölgenin ismi “ULSTER BÖLGESİDİR”, dışarıdan getirdiği Protestan nüfusu Britanya buralara yerleştirmeye başladı, yani İrlanda’da Britanya kendine bağımlı bir işbirlikçi sınıf yarattı. İrlanda’da günümüze kadar ulaşan mezhepsel çatışmalar ve kutuplaşmalarda bu şekilde ortaya çıktı, yani Protestan ve Katolik nüfuz arasındaki çatışmalar…
Protestan nüfus adaya yerleşikten sonra, bunlar aynı zamanda İrlanda’nın yeni toprak sahipleri, yeni mülk sahibi sınıfları da oldu, Britanya kendisinin İrlanda’ya yerleştirdiği bu nüfusa çok geniş araziler, topraklar verdi. Bu nüfus sadece mezhepsel olarak İrlanda halkından farklı değildi, aynı zamanda sınıfsal olarak da İrlanda halkından farklıydı, varlıklıydı, zengindi. Dolayısıyla İrlanda’nın bir bölgesi zenginleşirken, diğer bölgesi Katolik İrlandalıların yaşadığı bölge atıl, fakir bir bölge olarak kaldı. İrlanda ulusal sorunu sadece mezhepsel, ulusal bir sorun değil, aynı zamanda iktisadi-sınıfsal eşitsizliklerin olduğu bir sorundur. Yazının ilerleyen bölümlerinde göreceğimiz gibi 20. yüzyılın başlarında James Connolly ve onun önderliğinde hareket eden İrlanda Yurttaş Ordusu’nun ortaya koyduğu program da bu duruma vurgu yaparak hareket edecektir. 20. yüzyılın başlarında İrlanda ulusal sorununda söz sahibi olan sosyalist önderlik olacaktır.
Britanya’nın bu şekilde hareket etmesi, baskıyla-şiddetle dize getiremediği İrlanda’yı açlık ile terbiye etme, yoksul bırakarak kendisine yönelen tepkisel enerjisini tüketmeye çalışma olarak da okuyabiliriz. Bu yoksul bırakma olayı İrlanda’da özellikle Katolik İrlandalılar arasında ciddi nüfus hareketlerinin yaşanmasına neden olurken, her iktisadi krizde Katolik İrlandalılar sürekli adadan ayrılıp göç verirken, Britanya’nın adaya yerleştirdiği nüfus ise kriz durumlarında daha bir zenginleşerek ve adaya daha bir yerleşerek kendi avantajlı pozisyonunu korumayı başardı.
Devam edecek…