Geçtiğimiz hafta Bolivya’da yaşanan darbe girişimi, lityum zengini ülkenin kaynakları hakkında analizleri ve çıkarımları beraberinde getirdi. Akamete uğrayan bu girişim karşısında bölge uzmanları, serin kanlı biçimde tıpkı petrolde görüldüğü gibi her olağandışı olayda akla gelen yeraltı kaynaklarının yeterli sebep olamayacağı konusunda uyardı. Ancak Ortadoğu, Afrika, Latin Amerika gibi bölgelerde özellikle bir ülke, dünyanın, daha çok zengin kuzeyin ihtiyaç duyduğu bir kaynağa sahipse bazen iç dinamikler, olası alternatif açıklamalar gözardı edilerek kısa bir çıkarıma varılıyor. Bunun benzer bir örneği, son olarak İsrail’in Gazze’ye dönük soykırıma varan pratiklerinde de görüldü. Böylesi tartışmalar bir yanıyla kestirmeden yanıtlardan kaçınmayı hatırlatsa da bazı konuların yeniden ele alınması için de zemin sağlıyor. Bu bağlamda iklim değişimiyle mücadelede olmazsa olmaz olarak görülen lityum cephesindeki durumu ele almak, biraz Bolivya’daki duruma değinmek ve ekstraktivizmin getirdiği sorunları gündeme getirmek yerinde olacak.
Lityuma hücum: Maksat dünya kurtulsun
İklim değişimiyle mücadele için Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) ortaya koyduğu 2050 için net sıfır hedefi uyarınca fosil yakıtlara dayanan bazı pratiklerin ortadan kaldırılması gerekiyor. Bunun yoluysa çoğunlukla elektriğe geçiş olarak görülüyor. Isıtma sistemlerinden ulaşım araçlarına ulaşan bu yelpazede elektriğin üretileceği alternatif kaynaklar olarak güneş, rüzgar, dalga, nükleer, hidrojen, hidro gibi alternatifler gösteriliyor. Kısaca yenilenebilir kaynaklar yeni istikamet. Geçtiğimiz hafta yayınlanan ve bu köşeye konu olan Enerji Enstitüsü’nün 2024 raporunda kömür ve petrolün payında küçük de olsa bir gerileme olmakla beraber, henüz en tepe noktaya ulaşılmadığı, yani tüketimin devam edeceği de rapor verilerince işaret ediliyor. Enerji ayağındaki bu çetin mücadelenin bir de tüketimi elektrikle buluşturması ayağı var. Sıklıkla her telefon bayisine yolu düşenin, telefon alırken herkesin kulağına çalınan lityum batarya, günümüzde yalnızca telefonlar, dizüstü bilgisayarlar için kullanılmıyor. Yükselen ve talepte ciddi artışa neden olan yeni bir alan var: Elektrikli araçlar. Lityum bu araçların olmazsa olmazı, zira araçlar şarj edilen bir bataryaya sahip. Lityum tüketiminde bataryaların payı yüzde 80, bunun dışında dayanıklı malzeme üretimi, cam üretiminde yine lityumdan faydalanılıyor.
Nitekim elektrikli araç piyasasının büyümesi paralelinde 2010’larda 28 bin metrik ton olan lityum üretiminin 2023’te 200 bin metrik tona yaklaşması bu anlamda önemli bir gösterge. Bu sayı, Enerji Enstitüsü raporuna göre bir önceki yıla göre yüzde 26 yani dörtte bir orandan daha fazla artışa işaret ediyor. Artışı böylesine dramatik olmamakla beraber benzer bir durum yine aynı sektörde kullanılan kobalt ve nikel için de geçerli. IEA 2023 Raporu ve mayısta yayınlanan Dünya Enerji Yatırım Raporu da minerallerdeki bu tüketimin araç üretim ve satışında karşılık bulduğunu verileriyle destekliyor. IEA verilerine göre 2017’de 1.18 milyon olan araç sayısı 2023’te 13.8 milyona çıktı.
İşte bu artış karşında gözler lityumun olduğu ülkelerden gelecek bu kritik minerale dönüyor, üretim aşkı ve kâr hırsı “dünyamız kurtulsun, yoksa kâr hiç önemli değil” denen maskeyle yapılıyor elbette. Peki bu lityum nereden alınıyor, kimlere gidiyor?
Lityum üreticileri ve bilindik tüketiciler
The US Geological Survey 2023 raporuna göre dünyada 98 milyon ton lityum mevcut, en büyük rezerve sahip ülkeyse 21 milyon ton ile Bolivya, onu 20 milyon ton ile Arjantin, 12 milyon ton ile ABD, 11 milyon ton ile Şili, 7.9 milyon ton ile Avustralya ve 6,8 milyon ile Çin izliyor. Almanya’dan Rusya’ya uzanacak şekilde pek çok ülkede lityum rezervi mevcut. Bununla beraber lityum üçgeni olarak tarif edilen Arjantin, Bolivya ve Şili’de küresel rezervin yarısından fazlası bulunuyor. Rezervlerin dağılımı böyleyken üretimde daha farklı bir resim mevcut.
2023 verilerine göre en büyük lityum üreticisi yüzde 47.2 payla Avustralya. Onu yüzde 30 payla Şili ve yüzde 14.7 payla Çin takip ediyor. Çin’in üretimdeki gücü sınırlı gibi görünse de özellikle lityumun işlenmesinde en önemli aktörlerden biri. Statista 2023 verilerine göre Çin firmaları CATL ve BYD lityum batarya üretiminde yüzde 53’lük paya sahip, listedeki diğer Çin firmaları da dahil edildiğinde Çin’in payı yüzde 64’e çıkıyor. Nitekim elektrikli araç üretimine de yansıyan bu durum ABD’den Avrupa’ya Çin menşeli araçlara ek vergiler getirilmesine de kapı aralamıştı. Peki üretim ve pazar cephesi böyleyken Bolivya’da durum nasıl?
Darbe yalnızca asker eliyle mi olur?
Dünyada en fazla lityum rezervine sahip olan Bolivya’da kaynakların tamamında olduğu gibi lityum ve potasyum da halka ait stratejik bir materyal olarak sınıflandırıldı. Halkın olan kaynağın çıkarılmasındaki tek yetkili organsa Bolivya Enerji Bakanlığı’nın bir alt iştiraki olarak 2017’de kurulan YLB isimli şirket. YLB’nin kuruluşuyla beraber, yabancı ve yerli yatırımcıların lityum üretim zincirine katılımı yasaklandı. Bolivya, daha çok petrol ve doğal gaz zengini ülkelerde görüldüğü gibi ulusal şampiyon stratejisiyle, devlete ait bir şirketin kaynağın çıkarılması ve üretiminden sorumlu olması modelini benimsedi. Ancak şirket, 2021’de gücü ve teknik yapısının yetmediği noktada, yabancı şirketlerin katılımına açık bir ihaleyle lityum üretiminde kendisinin de içinde olduğu bir alternatife yöneldi. İhalede yer alan iki şirketle de 2023’te anlaşma imzalandı. Bunlar Rusya Rosatom’a bağlı Uranium One ve Çin’in Citic Guan Group isimli şirketleriydi. Her iki anlaşma uyarınca ülkeye Çin’den 1 milyar dolar, Rusya’dan 450 milyon dolar olacak şekilde 1.5 milyar dolara yakın yatırım bekleniyor. Bolivya bu iki şirketle beraber 2025’e kadar yıllık 5 bin ton olacak şekilde lityum üretimi hedefliyor.
Bolivya’daki darbe girişimi de tam da burada aktarılan denkleme ve ABD’nin bölgede kendi çıkarlarını korumak için hafızalardan silinmeyen darbelerine dayandırılmıştı. ABD’nin olağan şüpheli olması, kuşkuculuk değil, tarihten ders alınmış olmasıyla ilişkili ki haklı tutum, anlaşılır. Ancak bugün Bolivya’da bu kaynak kimin için çıkarılıyor sorusu burada öncelenirse, sadece Bolivya değil, kaynak için sömürülen pek çok ülkenin içinde bulunduğu durum daha net anlaşılır. ABD karşısında konumlanan Rusya ve Çin, çok kutuplu bir dünya düzeninden bahseden aktörler olmakla beraber, kapitalist sömürüye dönük aldıkları net bir tutum yok. Dahası, lityum çıkarılmakla süreci biten bir madde değil, işlenmesi gerekiyor. Bu konuda Rusya değil de Çin’in mahareti yukarıda özetlenmişti. Sorun kaynağın ihracından elde edilen gelirin halka adil biçimde harcanıp harcanmayacağında. Ancak başka büyük bir sorun daha var.
Lityum çıkarılma sürecinde ciddi biçimde suya ihtiyaç duyuluyor. Bir madencilik faaliyeti olan lityum çıkarma, her madencilik faaliyeti gibi doğada ciddi tahribata neden oluyor, olacak. Rezervlerin bulunduğu bölgelerde yaşayan halkın en önemli geçim kaynağı tarım ve hayvancılık, bu açıdan su kritik. Öte yandan kuraklık pençesini uzun süredir kıtaya geçirmiş durumda, buna bir de lityum için giden su eklendiğinde bölge halkını bekleyen kurumuş topraklar ve göç olacak. Buysa yalnızca ekonomik faaliyetin son bulması değil, doğanın, kültürün, halkın doğayla kurduğu ilişkinin tahrip edilmesi anlamına geliyor. Amazon ormanları altın madenciliği ve kaçak madenler nedeniyle ciddi tahribat almıştı. Şili’de bakır ve lityum üretimi yine kuraklıkla ilişkili sonuçlara neden oluyor.
Tıpkı 500 yıl önce olduğu gibi buradan çıkarılan kaynak, kuzeyin dünya görüşü ve ihtiyaçlarını gidermek için kullanılıyor. Bir başka anlatımla dünyanın geleceği kuzeye göre, Latin Amerika başta olmak üzere bazı ülkelerin doğasının tahrip edilmesine, suyunun kurutulmasına, halkının ekonomik ve kültürel olarak yara almasına bağlanıyor. “Böyle olmak zorunda mı?” sorusuna, “alternatifler mümkün” cevabı verilmedikçe iklim değişimiyle mücadele kapitalizmin yeni rant ve kâr sahasından başka bir şey olmayacak.
Üretim dinamikleri dikkate alındığında lityum üretiminde bir kıtlık yaşanmadığı görülüyor. Hal böyle olunca lityum-darbe ilişkisi bir kez daha sorgulanmayı hak ediyor, elbette darbeyi siyasi iktidarın asker eliyle zorla değişimiyle sınırlar, bu madenlerin çıkarılmasında orada yaşayanlara, doğaya verilen hasarı darbe olarak görmezsek. ABD, sabık şüpheli buna eminiz. Peki Çin’in veya Rusya’nın burada gerçekten tahribata neden olmadan, Bolivya halkı yararına lityum çıkaracağından emin miyiz? Bugün dünyanın yaşanmaz hale gelmesine sömürülen ülkelerin değil, Batı’nın endüstriyel ekonomilerinin neden olduğu sır değil. Ancak sırf birilerinin doğusunda kaldığı için sömürüye tek sözü olmayanları da bu anlamda Batı’nın dışında tutmak doğru değil. Bugün dünya, kuzeyin neden olduğu soruna yine onun bulduğu çözümle, yine krizde payı olmayanların yaşam kaynaklarının, nehirlerinin, topraklarının gözden çıkarılması dışında bir çözüm üretmekten uzaksa aynı dünya için mücadele ettiğimizden emin miyiz?