Korkut AKIN yazdı: Eteklerimizdeki taşları bırakıp yeniden tanışmalı, birlikte ve başkalarıyla yeniden keşfetmeliyiz. Beckett’in “daha iyi yenil” dediği gibi, yeni ama daha güzel yenilgilere yelken açmalıyız. “Kurtuluş Kendini Anlatıyor” sözlü tarih dizisi de bu nedenle önemli.
SiyasiHaber
“Ret ve inkar”ı öğrenmiştim en önce. 12 Mart sonrasında, neyi niye ve ne kadar savunmak, sürdürmek ve bırakıp daha ileri yönelmek için bilinmesi gerekendi. Gerek THKP/C gerekse THKO ve diğerlerinin neleri doğruydu, nelerini almalıydık yanımıza, nelerini aşıp geçmeliydik.
Ankara’da süregelen görüşmeler, tartışmalar, ayrılıklar “Geçmişin Değerlendirmesi” ile bize de ulaşmış, doğrusu aklımıza da yatmıştı. Bu çerçevede, “Kurtuluş” adını alan yapılanma yanında yer almıştık.
Türkiye’nin tarihinde önemli bir yer tutan ve 12 Eylül öncesinde belirleyici olan süreç, sadece o günleri değil bugünü hatta yarını da aydınlatıyor. Tam da bu nedenle o dönemi anlatan her türlü yazı, roman, şiir, araştırma, resim, heykel, film ve şu an aklıma gelmeyen çalışmaları önemsiyorum. “Kurtuluş Kendini Anlatıyor” sözlü tarih dizisi de, yine en tam bu nedenle çok önemli, olası eksiklerine ve hatalarına karşın.
Kurucu Merkez Komiteyi kapsayan “Kurucular”la başlayan, dalga dalga yayılan, “Seksiyon” ile Türk solunun o zaman pek de üzerinde düşünmediği Kürt/Sömürge konusunu içeren ve Türkiye’nin etnik çeşitlilik bakımından gerçekten çok zengin bölgesi olan “Karadeniz”e uzanan bu sözlü tarih çalışmasında, sıra eğer bir aksilik olmazsa ileride “Kadın” örgütlenmesini okuyacağız.
10 yılı aşan bir çalışma bu. Gönüllülük temelinde, birçok olanaksızlıklarla boğuşarak, kırk yıl öncesinin anlatımına dayalı, unutmayı/unutturmayı da aşma çabasıyla devam ederken, bu yıl bir de pandemi engeli çıktı karşısına, ama alt etmeyi bildi. Sıra okurun şimdi. Hemen belirtmeliyim ki, bu çalışmayı, bizlerden çok sosyologlar, araştırmacılar, tarihçiler, akademisyenler ve her alanda yapıt üreten sanatçılar değerlendirecek. Gelecek kuşaklara o sürecin ışığında yol gösterecekler.
Karadeniz Dev-Genç
Yerel önderler olan İsmet Öztürk ile İsmail Yeşilyurt THKP/C’lilikleriyle ve tabii ki kendilerini teorik ve pratik yetiştirmişlikleriyle 12 Mart sonrasında da en öndeydi. İsmet Öztürk’ü “Kurucular” arasında okuduk. İsmail Yeşilyurt ise “Karadeniz” ile çıkıyor karşımıza. Şöyle diyor, bir başka deyişle yol gösteriyor hâlâ, doğanın kucağındayken de: “Siz burada politika yapıyorsunuz. Bağcılar bir ülke, siz de burayı yönetime talip insanlarsınız. Bu ülkeyi tanımadan olur mu? 470 yerel dernek var burada. Resmi kayıtlı- 410 Işık Evi var, Fetullah’ın, 60 tane İsmail Ağa Cemaati’nin evi var. 22 mahalle, 1,5 milyon nüfus, bunun yüzde 30’u Kürt, yüzde 30’u göçmen… Ben bunları hep araştırdım.” Sonra da ekliyor: “Fransız çatalıyla bulgur pilavı ve ayranla karın doyurmaya kalktık.”
Çerkez Ethem yöntemleri…
Yeşilyurt, sadece köylüleri örgütlememiş, işçilerin örgütlenmesi için de çalışmış. Bir yerde, “merkez”den gelen biri, kendisine, “o kadar devleti anlattım, anlamadılar, ama sen bir örnekle ayağa kaldırdın” dediğini aktarıp, “merkez”in kadroları yönlendiremediğinden, “Çerkez Ethem yöntemleriyle örgüt yönetmeye çalıştıklarından” yakınıyor”.
Mevcut iktisadi, sosyal sisteme başkaldırmış, onun değerlerini, yargılarını değiştirme, kendi değerlerimizi yerine koyma, sosyalist eşitlik, kardeşlik mücadelesi veren bu insanlar toplumun her kesimine ulaşmayı amaç edinmişler, kimi örgütlerin (ya da yöneticilerinin) yaptığı gibi kendilerini toplumdan soyutlamamışlar. Çok ilginç bir ilkesi var Yeşilyurt’un: “alkolün otun esiri olmayacaksın, zarın kağıdın esiri olmayacaksın, bir de kadınların esiri olmayacaksın”. 40 yıl önce belirlediği bu ilkeler bugün de gençler tarafından, “kumar oynamıyorum, alkolik değilim, karı-kız peşinde koşmuyorum” olarak sürdürülüyor. Özellikle taciz haberlerinin birbiri ardına çıktığı günümüzde kadınlara verilen değerin göstergesi de aynı zamanda.
Antifaşist mücadele…
Kitlesel düzeyde bilinçlenme çalışmaları sürerken, devletin ve sivil faşistlerin saldırılarına karşı bir başka mücadele çıkıyor ortaya bir süre sonra. “Karadeniz”de yer alan İsmail Yeşilyurt, Mustafa Cengiz, Mustafa Karabay, Mustafa Orhan, Raif Gümüş, Ramazan Çavdar, Rıza Akyüz, Sezai Sarıoğlu ve Tayfun Gençsoy, siyasal mücadeleyi sürdürmek amaçlı işçi örgütlenmesini hedeflediklerini, ama koşulların antifaşist mücadeleyi öne çıkardığını, dahası belirlediğini anlatıyorlar. Karadeniz bölgesinde etnik farklılıkların da etkisiyle tutuculuğun boyutları bilinse de, özellikle köylülerin, 12 Mart öncesinde Dev-Genç’lilerin önderliğinde gelişen muhalefet başarısı ile örgütlenmeye açık olduğunu Fatsa, Bulancak, Ayancık, Terme, Alaçam örneklerinden öğreniyoruz. Umulduğu kadar ve/veya beklendiği kadar yoğun bir çalışma yapılamamasının temelinde faşist saldırılara karşı mücadelenin yükselmesi yattığı kesin, tabii yukarıdaki ilçelerde faşistler olmadığından örgütlenmeler de daha halkla iç içe…
Rekabet…
…ama yıkıcı rekabet. Solcular arasında fraksiyon ayrımı, örgütlenmenin, mücadelenin önünü tıkayan en büyük engel. Bir araya gelememe, pozitif olmama, “burunlarından kıl aldırmama” eylem birliklerinin önüne çıkıyor. Oysa örgütsel eylem birliği geliştirilebilse, Karadeniz bölgesinde bugünkü gerici yapılanma da bu denli yüksek olmazdı. Kan dökülmesine varan sol içi şiddet, Karadeniz’de Kurtuluş önderlerinin büyük etkisiyle büyümüyor ve hasarsız kapanıyor. Ama bugün, aradan kırk yıl geçmiş olmasına rağmen (örneğin Sedat Karadeniz) anılarında hâlâ küçümseyen cümleler kurabiliyor. Geçmişiyle barışmayan ileriye bakamaz. “Siyasetlerin kendilerini milat ilan etmekle kalmayıp, kendilerini devrimi yapacak tek güç olarak takdim etmesi, etik olarak kibir, estetik olarak kendini güzelleme, siyasi olarak sekterizm ve dogmatizmdir.” Buna bir de her siyasetin içinde yaşanan iç şiddeti, kadınların küçümsenmesini, yaşam merkezlerinin göz ardı edilmesini de eklemeliyiz. Hemen burada, bir yanlış anlaşılmayı önlemek açısından, Karadeniz Kadınlar Derneği oluşumunun bulunduğunu, derneğe ve dernekte mücadele sürdürenlere yönelik anlatıların “Kadınlar” kitabında yer alacağını belirtmeliyim.
Parti mi, hareket mi?
Sözlü tarih çalışmalarının en önemli yanı, yaşananları herkesin kendi açısından anlatması. Okuyanlar, onun doğru, bunun yanlış olduğundan çok genelini yorumlayıp bir sonuç çıkarıyor. İşçi sınıfı ve köylülerle bir araya gelememenin nedenini sadece antifaşist mücadeleyle sınırlayamayız. Yine de, bölgenin en etkin isimlerinin yerel örgütlenmelere yeterince önem verilmediği özeleştirisini göz ardı etmemek gerekir. Kurtuluş’un, parti mi, hareket mi olduğuna karar verememesinin bir katkısı olduğunu anlatıyorlar. “Kurtuluş önderliğinin, bu konuda kendine güvenmediğini” diyen de var örgütlenme ve partileşme sürecinde sınıfta kaldıklarını belirten de… bir de “İsmetçi”lik var ki, bu sadece bölgede değil ülke çapında sarsıntı yaratmış. “İsmetçi” olduğunu söyleyen yok (görünen o ki öyle bir şey de yok) ama birbirini “İsmetçilik”le suçlayanlar var. Suçlananlar Kurtuluş’u oluşturan kişilere karşı önyargılı olmadıklarını yineliyorlar. Açık ve net belirtmek gerekir: “İsmet Abi böyle bir negatif etkilenme içinde olmadı. İsmet Abi’den insanı ve yoldaşlık açısından çok olumlu etkilenmelerimiz oldu” belirlemesi bölgedeki herkes için geçerli.
Kişiler ne kadar önemli…
Kurtuluş Kendini Anlatıyor sözlü tarih çalışmasına katılmak istemeyen “kurucu” niteliğini taşıyan, sorumluluk alan önder nitelikli insanlar da oldu. Karadeniz bölgesinde de benzer bir durum yaşandı. Muhakkak ki kendi tercihleridir ve bunu açıklamışlardır veya açıklayacaklardır. Ancak -benim açımdan- bir tarihin eksik bırakılması bu; her ne kadar “anlatılan sizin hikâyeniz” olsa da hepimizin, dahası gelecek kuşakların bunları sizin gözünüzden/ağzınızdan bilmeliler.
Karadeniz Dev-Genç deyince önderler geliyor akla. Tamam, Necmi Gökçe -çiçekler çelenk örsün başucunda- başta, aramızda olmayanların görüş ve düşüncelerini alamayacağız, ama katılmayanların bizi düşüncelerinden mahrum bırakmaları kabul edilebilir gibi değil. Bunun yanında, çok sayıda insan da kendilerinin neden bu çalışmada yer almadığını soruyor. Bir yere kadar haklılar, ancak ne çalışmanın kendisi ne de olanaklar buna izin veriyor. Herkes kendi katkısını kendince anlatacak bir mecra bulabilir. Devrimci geçmişi olan, “hikâyesini anlatmak isteyen” herkes internetin, e-kitabın olanaklarından yararlanabilir, yararlanmalı da…
Yeniden yapılanma…
Hayatın hızla aktığı gerçeğini ve 40 yıl önce yaşananların bize rehberlik edeceğini de unutmaksızın bu kitapta söz alan -ve al(a)mayan- herkesin hem haklı hem doğru hem de haksız ve yanlış olduğunu görüyoruz. Bir kriz varsa o krizin yönetilmesi, travmanın sağaltılması, yüzleşmeyle sorunun giderilmesi yaşanması ancak bizlerle mümkün. Anlatıcılardan birinin (neden isim vermediğimi merak edenlere: okumanızı teşvik için) “Bir bütün olarak sosyalist hareket, muhasebe yapmak yerine devrimden vergi kaçırmayı tercih etti, ediyor” saptaması gerçekten iç acıtıcı. Buna da bağlı olarak onca partiye, oluşuma rağmen yeni bir yapılanma ihtiyacı içinde olunduğunu yinelemek gerekiyor.
Eteklerimizdeki taşları bırakıp yeniden tanışmalı, birlikte ve başkalarıyla yeniden keşfetmeliyiz. Beckett’in “daha iyi yenil” dediği gibi, yeni ama daha güzel yenilgilere yelken açmalıyız.
Kurtuluş Kendini Anlatıyor, Karadeniz
Sözlü Tarih
Anılar, röportajlar
Dipnot Yayınları
2020, 470 s.