Geçen 10 günü Feleknaz Uca ve SAMER araştırma ekibi ile birlikte Kuzey Kürdistan’daki Şengal kamplarını ziyaret ederek geçirdik. Kuzey Kürdistan sözü bir coğrafi gerçekliği ifade etmenin dışında, Şengal’liler söz konusu olduğunda bir ulusal hakikate de işaret ediyor. Şenagalliler Kürdistan’da Türkiye devletinin -kişisel ilişkiler ve birkaç ziyaret dışında- hiçbir katkısı olmaksızın tamamıyla Kürt halkı ve Kürt kurumları tarafından ağırlanıyor. Üstelik Kürdistan’da Şengalliler için kurulmuş olan kamplar belki de demokratik özerkliğin ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin fikir ve teorilerinin en cisimleştiği yerler olarak karşımıza çıkıyor.
Ziyaretimizde Amed, Batman, Cizre, Midyat, Siirt, Silopi, Şırnak ve Viranşehir kamplarını ziyaret ettik. Bunların ilk ikisi hariç tamamının masrafları halk ve sivil toplum kuruluşları tarafından karşılanıyor ve her birinde bin ile dört bin arası Şengalli ikamet ediyor. Büyük bir kısmı çocuk ve kadın. Bir kısmı IŞİD saldırılarını duyar duymaz kendini arabalarına atarak sınırı geçmiş insanlardan oluşuyor. Bir kısmı yine saldırılara doğrudan maruz kalmış olmamasına rağmen Şengal Dağları’nda aç ve susuz günler geçirmişler. Bir kısmı ise yakınlarının ölümüne tanık olmuş, esir alınıp kaçmayı başarmış, ailelerinin tamamı yok olmasına karşın kendilerini kurtarmayı başarmış gençler ve kadınlardan oluşuyor. Büyük bir acı ve şaşkınlık var. Êzidîlerin kapalı bir toplum olması sebebiyle zaten herkes birbirinin akrabası ve soykırım iliklere kadar hissediliyor. Yanlarına gelmeyen ve kaderlerini paylaşmayan mirlerin, kendilerini korumadıklarını düşündükleri peşmergelere sitem ediyor, karşılaştıkları IŞİD’li Kürtler sebebiyle ulusal kimlik ortaklığı ile yetinmiyor, bulundukları yerlerde kolayca tedirginliğe savruluyorlar.
Bu topraklarda zulümden, vahşetten, soykırımdan kaçan çok insanla karşılaştım, konuştum. Hepsinin ruhuna böyle bir nefretin nesnesi olmanın karşısında duyulan elem sinmişti. Arap komşularının IŞİD’le yaptığı işbirliğine akıl erdirmiyorlar. Êzidîlerin çoğunluğu onlarca fermandan sonra bile “Tamam öldürdün de neden evi de yıktın” “Yıktın da kirve, neden telefon edip facebook’tan izle dedin?” “Öldürdün de neden kaçırdın?” “Cesedini alıp gömdüğümüzü bile bile neden arayıp elimizde deyip fidye istedin?” diye soracak kadar kederli ve tüm bunlara şaşıracak kadar da yaşama bağlılar. Gene büyük bir çoğunluğu Avrupa’ya geçmek, bir daha asla arkasına bakmadan gitmek istiyorlar. Öldürüldükleri, komşuları tarafından ihanete uğradıkları topraklara dönmek, acının ve yıkımın üstüne yaşam inşa etmek istemiyorlar. Elbette şimdi evde bıraktıkları birçoğu toprakları için savaşırken, esir düşmüşleri beklerken, buralarda yemek yapar, sohbet ederken zaman işini fark ettirmeden görüyor ve yıkımın ve zulümün yası tutuluyor. İleride fikirleri, arzuları değişebilir.
Kampların koordinasyonu HDP ve DBP’nin ortak kurduğu bir heyet tarafından sağlanıyor. Ancak her kent kampa kendi rengini vermiş. Şırnak’ta kömür işletmelerinden devşirme karakolun boş bıraktığı binalar Êzidîlere tahsis edilmiş. Ulusal kıyafetler giyinmiş gönüllüler, halktan ziyarete gelenler ve kamptakiler kaynaşmış, kâh beraber ağlıyor kâh halay çekiyorlar. Cizre’de hem belediyeden hem halktan hem seydalardan, melelerden destek var. Bizi Avrupa’ya götürün diyenlere “Bak burada sana verdiğimiz elbise üstümüzden çıkardığımız, yemek bizim yemediğimiz, imkanımız bu kadardır” deniliyor, beraberde sakinleşiyorlar. Siirt’te Dudekan Aşireti’nin kendi için yaptırmış olduğu evler Êzidîlere verilmiş, KOMÜN yaşam örgütleniyor, beraber ekmek yapılıyor, çamaşır yıkanıyor, televizyon seyrediliyor, güvenlik sağlanıyor. Amed ise Amed, işte güvenlik kaygısıyla, toplantısıyla, gelene gidene şüphesiyle, düzeniyle hep biraz devlet gibi. Kürdistan’ın Şengal’le imtihanı gelecekteki özerkliğinin habercisi. Daha da çok iş var. Ama şimdilik dünyada bildiğimiz hiçbir mülteci rejimine benzemediği ve böylece de yeni bir vatandaşlık tanımı yaptığı kesin. Umarım bu konuya başka bir yazıda dönecek fırsat olur.
Şimdi bu satırları yazarken Kobanê’ye saldırılar yoğunlaşmış durumda. Kobanê; Üçüncü Dünya Savaşı’nın Leningrad’ı. Anlamayan ve destek olmayanların tarihe büyük vebali var.
(Özgür Gündem – 19 Eylül 2014 – Nazan Üstündağ)