SEÇTİKLERİMİZ – Ayşe Düzkan Artı Gerçek’e yazdı: ‘bataklık deyip bakmadığımız bölgede parametrenin parçası haline gelmiş bir gücün, bu çorak toprakta bize mahkum olduğunu mu düşünüyoruz?’
trump’ın malum mektubunun ortaya çıktığı gece, harekâtın 8. günüydü. sosyal medyada ben de dahil olmak üzere muhalif türklerin neredeyse tamamı trump’ın mektubuyla dalga geçen twitlere odaklanmıştı. biliyorum, sosyal medya mutlak bir referans olamaz, ayrıca takip etmediğim, twitleri önüme düşmeyen hesapları hesaba katarak “neredeyse tamamı” diyorum. ama tabanını esas olarak türklerin oluşturduğu sol partilerin açıklamalarının merkezinde de türkiye ile trump ve abd’nin ilişkisi vardı. aynı sıralarda kürt hesapları suriye’de olup bitene odaklanmıştı; sivillerden, direnişten, kayıplardan, savaş suçlarından söz ediyorlardı. türkiye dışında bir ülkede yaşıyor olsam belki daha sarih biçimde ifade edebileceğim bu farklılığın sonuçlarına daha sonra değinmek üzere, mevcut durumu özetlemek istiyorum.
harekât suriye yönetimi ve sdg arasında işbirliğinin yolunu açtı. kürtler geniş bir diplomatik destek gördü, bu desteğin kısa vadede önemli sonuçları olmayacak ama uzun vadede uluslararası planda güçlendirdiğine şüphe yok. bunun dışında, özellikle avrupa’da halktan da destek görüyorlar. destek verenlerin hepsinin muhalif olduğunu düşünmek gerçekçi olmaz, bu insanların arasında 1960’da fransa’da olsalar cezayir’in bağımsızlığına karşı çıkacak olanlar vardır. kürtlere gösterilen bu ilgide ışid’e karşı mücadelenin önemli payı olduğu muhakkak. çünkü ışid saldırıları, özellikle avrupa’da hem halk arasında hem de yöneticilerde haklı bir korku ve endişe yarattı. türkiye için tam olarak aynı şeyi söylemek zor, biz halk olarak cihatçı hareketleri korkutucu bulsak da, örneğin süleyman soylu’nun çok yakın bir zamanda yaptığı açıklamadan anlıyoruz ki, hükümet açısından bu örgüt kontrol edilebilir bir güç olarak görülüyor. diğer yandan, tsk’nın kayıplarının görece az olması suriye milli ordusu adı altında birleşen cihatçı grupların harekât’ta oynadıkları rolle ilgili. fazla sayıda kaybın sebep olacağı tepki de böylece bertaraf edilmiş olabiliyor.
suriye resmi haber ajansı sana’da yer alan habere göre, beşşar esad harekât’la ilgili, “türkiye’nin işgali tüm uluslararası parametreler bakımından saldırganlıktır. suriye halkının da işgalci güçlere karşı koymak için elindeki tüm imkânları kullanmaya hakkı vardır” diyor; rusya’dan yapılan açıklamalar da tüm suriye toprağının suriye hükümetinin denetiminde olmasını destekler nitelikte.
trump’ın ise abd dış politikasını bütünüyle temsil etmediği ortada, attığı adımların demokratlarla gerilimi ve kendi azil süreciyle bağlantılı olduğu da. halkbank davasının türkiye hükümetine karşı çok güçlü bir koz olduğu da açık. ve trump’ın arabuluculuk ettiği, abd’nin garantörlüğünü yapmadığı ve çavuşoğlu’nun “ateşkes değil ara” olarak tanımladığı şeyin en önemli sonucunun türkiye’ye nefes aldırmak olduğu görülüyor.
harekât’ın türkiye hükümetine esas nefes aldırdığı alanın iç siyaset olduğuna şüphe yok. birçok gösteri, faaliyet, etkinlik yasakla karşılaşıyor, sosyal medyada paylaşımlarından dolayı evlere baskınlar yapılıyor, hakkâri, nusaybin ve yüksekova belediye başkanları tutuklandı, yerlerine kayyum atandı, van ve mardin’de kayyumların süresi uzatıldı, diyarbakır belediye başkanı selçuk mızraklı’nın kayyuma yönelik itirazı reddedildi. yani 31 mart’tan bu yana kayyum atanan hdp’li belediyelerin sayısı sekiz oldu. (bu arada, diyarbakır hdp il binasının önünde çocuklarını soran anneler konusu gündemden düştü, siz de farkındasınızdır.) en önemlisi iktidar, karşısında bir güç oluşturma alametleri gösteren iki muhalefet partisini yani iyi parti ve chp’yi kendi hizasına getirdi, davutoğlu ve babacan cephelerinden de farklı bir söz duymak –zaten beklenmiyordu da- söz konusu olmadı. özellikle trump’ın mektubundan sonra, türkler arasında ilginç bir fikir birlikteliği oluştu. örneğin istanbul’un uzunluğuyla ünlü, efsane otobüs hattı 500t’de biri, “trump’ın küstahlığı hepimize yapılmış bir hakarettir,” diye muhabbet açsa, hangi partiden olduğunu anlamadan yolculuğun sonuna gelebilirsiniz.
biliyorum, kürtlerin derdinden başka çok dert var türkiye’de. bakın işte haydarpaşa ve sirkeci garlarını istanbul büyükşehir belediyesi’ne vermemek için uğraşıyorlar. erkek şiddeti tırmandıkça tırmanıyor, işsizlik inanılmaz boyutlarda, ekonomik kriz belimizi büküyor ve hepimiz biliyoruz, birçok sorunumuzun çözümü için öncelikle iktidarın değişmesi gerek. bunun için mümkün olan herkesle bir araya gelmekten bu kadar sık söz edilirken muhalefetin en güçlü bileşenlerinden biri olan kürtleri nasıl böyle kolayca bir kenara atıyoruz? bataklık deyip bakmadığımız bölgede parametrenin parçası haline gelmiş bir gücün, bu çorak toprakta bize mahkum olduğunu mu düşünüyoruz?
bir süre önce sudan’dan, son zamanlarda şili’den, lübnan’dan gelen haber ve görüntüler umut ve heyecan veriyor. ya serêkaniyê’den gelen görüntüler ne ümit ne de acı veriyorsa? başka ülkelerde yaşayanlara 1936 ispanyası'nı hatırlatan şeyler bize pek bir şey ifade etmiyorsa, belki bugünün ispanyası'nı, katalonya’yı görmek gerekiyordur. çünkü muhalif de biraz umduğunu değil bulduğunu yiyen misafir gibidir. kitlesel muhalefet, bir taslak kurup etrafında tasarlanabilecek bir şey değil, tarih size ne sunarsa, önünüzde ne varsa onunla hareket edebilirsiniz. iktidar dahi tam olarak gözden çıkaramazken, kürtlerden vazgeçebiliriz tabii, neden olmasın. ama onların bizden vazgeçmesini de göze alarak…