Tuncay YILMAZ yazdı – Bu söz Kılıçdaroğlu’nun ağzından çıkar çıkmaz HDP’nin yapması gereken “evet, biz bu sorunun Meclisteki meşru ve biricik muhatabıyız, buyurun başlayalım konuşmaya” demek ve CHP’ye, onun aracılığıyla tüm topluma demokratik çözüm projesini anlatmak olmalıydı. HDP bunu yapmak için hala gecikmiş sayılmaz.
Tartışma malum, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözümüne ilişkin “HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz. Eğer bu sorun çözülecekse meşru bir organla çözebiliriz” sözlerine HDP Eski Eş başkanı ve şimdiki vekili Sezai Temelli’nin “asla unutulmaması gereken şey demokratik çözümün adresi ve asıl muhatabı İmralı’dır.” cevabını vermesi. Elbette bu cümlelerin önü arkası var ama tartışmanın eksenini belirleyen fikirler bu cümlelerde yatıyor. Dileyen Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının tamamını da, Temelli’nin cevabını da sosyal medyadan bulabilir.
Başka bir süreçte belki de üzerinde bu kadar durulmayacak, bu kadar dallanıp budaklanmayacak bu sözler peki bugün neden bunca yankı yarattı? Bu soruya vereceğimiz doğru cevap tartışmayı da doğru zemine taşımamıza imkan taşıyacak.
Toplum da siyaset de gerilmiş yay gibi ve en ufak gelişmeye mutlaka bir tepki veriyor, karşılık üretiyor. Bu yüzden hem iktidar cephesi hem muhalefetin tüm kanatları olan biten her şeyi yakın markajla takip altında tutuyor. Tüm taraflar açısından adeta bıçak sırtında ilerleyen bu süreçte kimse elini zayıflatacak bir gelişme istemiyor, karşı tarafı tökezletecek ve kendisini güçlendirecek en ufak kazanımların peşinden koşuyor.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun ve HDP Eski Genel Başkanı Temelli’nin sözleri işte bu gergin ortamda şüyuu vukuundan büyük bir hal alıyor.
Meselenin esası
Yazacaklarımın sağa sola çekiştirilmesini baştan engellemek için belirtmem gerekir ki, Cumhuriyet Halk Partisi kuruluşundan bugüne bir devlet / kapitalist sistem partisidir ve bu temel niteliğinde hiçbir değişim yok. CHP her ne yapıyorsa devletin ve sistemin bekası için yapıyor. İkincisi, Kürt sorununun bu kadar çetrefil bir hal almasında CHP’nin temsil ettiği “cumhuriyetin tekçi, Türkçü kuruluş paradigmasının” rolü belirleyicidir. Üçüncüsü AKP’den iktidarı devralmaya aday olan CHP’nin bu pozisyonunu değiştirdiğine ilişkin ortada ciddi bir politik, taktik, pratik emare yok.
Bütün bu ön kabullerle birlikte, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi Kürt sorununun çözümünde “meşru temsilci” gören, onu “terör örgütünün uzantısı” ilan edip kriminalize etmek yerine “halkın desteğini” alan, “parlamentoda yeri olan” bir özne olarak gören yerden dil kurması, bu hassas dengeli süreçte faşist AKP-MHP dışında kalan güçler için önemli bir politik manevra alanı yaratıyor. Kullanabilene tabi!
Tabloyu biraz daha netleştirelim; bir tarafta ağzını her açtığında HDP’yi terörist olmakla suçlayan, bugüne kadar onlarca HDP belediyesine kayyum atamış, Eş genel başkanları ve milletvekilleri dahil binlerce HDP’liyi tutuklatmış, on binlercesini mahkeme kapılarına, yurtdışına sürmüş, parti binalarını yakmış, yıkmış, partilileri ve parti destekçilerini katletmiş, Kobane davasıyla neredeyse tüm merkez yöneticilerini ömür boyu hapse, kapatma davasıyla bütün taşıyıcı kadrolarını siyaset dışına atmaya çalışan bir iktidar var. Diğer tarafta ise Kürt sorununun çözümünde rol almaktan, HDP’yle yan yana görünmekten korkmasına, geri durmasına rağmen HDP’yle ilişkisini faşist AKP-MHP’nin istediği çizgiye de çekmeyen bir CHP var.
Meselenin sadece Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi meşru temsilci olarak gösterdiği konuşmasından ibaret olmadığını, geçtiğimiz günlerde yapılan Kürdistan Federe Bölge ziyaretini, Deniz Poyraz’ın cenazesine katılım gibi kimi taktik hamleleri de göz önünde bulundurduğumuzda, CHP’nin bir seçim hesabıyla hareket ettiği aşikar. Başka türlüsünü düşünmek saflık olur. Ama buna rağmen yukarıda anlattığımız somut durum değişmez!
HDP’nin tutumu
Duruma CHP’nin ne kazanmak istediğinden değil de bizlerin, yani HDP’nin, üçüncü kutbun ne kazanmak istediği, nasıl kazanmak istediğinden baktığımızda bu çıkışa karşı tutumumuz ne olmalı peki? Kanımca bu soruya verilecek cevap aynı zamanda HDP’nin yakında açıklayacağını duyurduğu deklarasyonun ekseniyle de doğrudan bağlı olduğu için çok daha önem kazanıyor. Temelli’nin cevabından da buna ilişkin bir takım çıkarsamalar yapılarak tepkiler şekillendiriliyor.
CHP / Millet İttifakı’nın da AKP / Cumhur İttifakı’nın da HDP’nin kuruluş paradigmasına uyan bir gelecek perspektifleri olmadığı açık. Ancak yukarıda tarafların tutumuna ilişkin dile getirdiğimiz kimi somut veriler üzerinden düşündüğümüzde, kendi elini güçlendirmek, önünü açmak isteyen üçüncü kutbun ana öznesinin bu iki tarafı eşitleyen yerden politika kurması anlaşılabilir değil.
Sezai Temelli’nin cevabı bu anlaşılması güç yaklaşım ekseninde kurulduğu için bu kadar tartışıldı, tartışılıyor sanırım. Temelli Kılıçdaroğlu’na verdiği kısa cevapta esasında “İmralı’yla masaya oturacağız demediğiniz sürece ikiniz de aynısınız bizim gözümüzde” demiş oldu.
Şüphesiz Kürt sorununun çözümü İmralı’yı da Kandili de işin içerisine katmadan mümkün olamaz. Öcalan’ın sorunun demokratik yoldan çözümün önünü açmak için yaptığı katkıyı değerlendirmemek CHP’nin de, hizmet ettiği devletin de en büyük hatasıdır. Ancak, Erdoğan devirdiği masanın üzerinde tepinirken, Kılıçdaroğlu’nun yeniden masanın kurulmasının önünü açacak bir atmosfer oluşmasına katkı sağlayabilecek “sorunu HDP’yle çözeriz” yaklaşımını elinin tersiyle itmek en hafif deyimle tam bir hesapsızlıktır.
Elbette Temelli’nin sosyal medya paylaşımı “HDP’nin cevabı” olarak fotoğraflanamaz ancak bunca tartışmaya karşın HDP’den herhangi bir düzeltme gelmemesi okların HDP’ye çevrilmesine de neden oluyor. Oysa bu söz Kılıçdaroğlu’nun ağzından çıkar çıkmaz HDP’nin yapması gereken “evet, biz bu sorunun Meclisteki meşru ve biricik muhatabıyız, buyurun başlayalım konuşmaya” demek ve CHP’ye, onun aracılığıyla tüm topluma demokratik çözüm projesini anlatmak olmalıydı. Bunu yapmak için hala gecikilmiş sayılmaz, HDP konuyu bu şekilde ele aldığına ilişkin bir açıklama yaparak tartışmayı olumlu şekilde ilerletebilir.
Bu hem faşizmin kurumsallaşmasını durdurmak, hem sistem içi muhalefete yön göstermek hem de ezilenlerin ve emekçilerin gerçek kurtuluşunun yolu olan üçüncü kutbun önünü açmak için şaşmadan, şaşırmadan takip etmemiz gereken biricik tarz-ı siyasettir.