Ayşe Sandıkçı yazdı
Türkiye sosyalistlerinin yıllardır tartışa geldiği ve birbirine yönelik kuyrukçuluktan şovenizme varan bir dizi suçlamayla genellikle saldırgan bir tutum almaları ile sonuçlanan ezeli bir tartışmadır bu. Ve bu sürüp giden tartışmadan bağımsız akıp giden bir pratik, Kürt Özgürlük Hareketi ve devletin Kürt politikası.
Bir sosyalist olarak evvela ulus devlet sınırları içerisinde yer alan tüm etnik kimliklerin maruz kaldıkları ret, asimilasyon ve imha politikalarının sınıfsal kodlarını teslim etmem gerekir. Burjuva bir kavram olarak karşımıza çıkan “milliyetçilik” hala daha kapitalizmin bugüne kadar ezilenlerin ayrıştırılmasında kullandığı en vahim politik araç olarak karşımızda durmaktadır. Dolayısıyla hiçbir etnik ya da mezhepsel asimilasyon/imha kapitalist sömürü ilişkilerinden ayrı okunamaz, değerlendirilemez.
Fakat zaten bu söylediklerim tüm sosyalistlerin buluştuğu ortak bir zemini teşkil etmektedir. Bilindiği gibi ayrışmaların ve tartışmaların zemini bundan sonra başlıyor. Bir de Lenin’in bıraktığı çok önemli bir ilke vardır tüm sosyalistlerce kabullenilen ama neredeyse her sosyalist tarafından farklı okunan: Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı. Bu konu o kadar uzun bir tartışmadır ki bu yazı böyle bir tartışma tarihini açma ve mercek altına almayı amaçlayan bir yazı değildir. Bu yazının derdi son yaşanan Ağrı olayıyla birlikte Kürt sosyalistlerinin ve halkının yıllardır karşı karşıya olduğu kitlesel imha politikasının artık Batı’yı da içine alarak yaygınlaşma potansiyeli üzerinde durmaktır.
Ağrı’da yaşananların açıklaması çok basit. AKP bölgede oy kazanamamakla birlikte kayıplar veriyor. Bu kayıplarda payı bulunan tek parti de HDP. Üstelik AKP HDP’yi Ataol Behramoğlu gibi “bir moda” olarak değil bölgede ve tüm Türkiye’de politikalarının önünde önemli bir engel olarak görüyor. Tonla yolsuzluğun ve hukuksuzluğun hesabından kurtulabilmenin tek yolu olan daha diktatör bir yönetimden yani başkanlık sisteminden başka bir seçeneği olmayan AKP, hükümet ettiği onca yılın sonunda karşısına çıkan tek ciddi muhalefet olarak görüyor HDP’yi, ki öyle. Ve akabinde Ağrı’da yaşananlar gibi seçim provokasyonları geliyor.
Fakat Türkiye muhalifleri açısından durum yalnızca bir seçim provokasyonu olarak değerlendirilirse çok iyimser bir tahlil olur açıkçası. Çünkü devlet Ağrı’da bir savaş provası yapmıştır. Tek başına bir AKP iktidarının Kürtlerle barış sağlamak gibi bir derdi olmadığını ve açık açık savaş kararı alındığını göstermiştir. Hal böyle olunca Kürtler için evet bu durum yalnızca sınıfsal bir sorun olmanın ötesine taşıp etnik/sınıfsal bir mücadele hattını zorunlu kılıyor.
HDP içerisinde yer alan tüm sosyalistler için 8 Haziran ve 7 Haziran’a giden süreç,7 Haziran’ınkendisi kadar önemlidir.Çünkü seçimde her zamanki gibi tek parti olarak çıkamama riskini yaşayan AKP şimdiden kanlı provokasyonlara başladı bile. Üstelik bu provokasyonlar hem batıdaki Türk milliyetçiliğini, şovenizmi ve ulusalcılığı eski bildik yöntemlerle yeniden kaşıyacak, hem de Kürt halkı üzerindeki imha politikalarını yeniden gündeme getirecektir. Barış için çekilen tüm acılar verilen tüm emekler de AKP’nin 7 Haziran korkusu ve bizim burada yürüttüğümüz “kuyrukçuluk mu şovenizm mi” tartışmaları arasında göz göre göre heba olup gidecektir.
Bu yazının amacı daha önce de söylediğim gibi bu atalardan devralınan tartışmayı güncellemek değil. Kimseninbu noktadan sonra 7 Haziran sandık politikasını eleştirmek ya da 7 Haziran’a bir çağrı yapmak da. Bu yazının derdi 7 Haziran öncesi ve sonrasına yönelik bir çağrıdır.
HDP içerisindeki en önemli ittifakımız olan Kürt siyasal hareketi radikal demokrasi söylemi ile hareket eden bir kimlik hareketi evet. Ancak Türkiye sosyalistleriyle birlikteliği seçenve diktatörlüğe karşı demokrasi mücadelesi veren ciddi bir hareket. Bir de bekleyen milliyetçi/faşist eğilimi artan, saldırganlaşma riski yüksek bir dönem var. Hatırlayalım şu anda tüm Ergenekon ve Balyoz davaları sanıkları serbest.
Bugün Kürt siyasal hareketi ile batılı sosyalist hareketler arasında tarihsel birbirliktelik ve ittifak kurulmuştur. Bunun devrime evrilmeyeceğini düşünen, HDP içindeki bazı unsurlardan ve radikal demokrasi hattı izleyen kimlik mücadelesinden tatmin olmayan arkadaşlarımız da BHH ittifakı içerisinde yer aldı ya da her hangi bir ittifak içerisinde yer almayarak politika yapmaya devam ediyor. İşte bu yazının derdi hepimizin aynı gemide olduğunu hatırlatmak. Aslında HDP birlikteliği de BHH ittifakı da birlikte hareket etme konusunda içinde bulunan unsurlara birçok şey öğretmektedir. AKP ve sermayenin derinleşen krizi yüzünden gidilen tehlikeli süreçte ise belki tüm bu ittifakların ittifakından oluşacak geniş bir anti-faşist cephe Türkiye ve Kürdistan sosyalistlerinin önündeki ödev olacaktır.
Onun için tekrarlamak gerekirse 7 Haziran’a giden süreç ve 8 Haziran, 7 Haziran’ın kendisi kadar önemlidir. AKP burjuvazisi ve devlet aklı ezen sınıf ve ezen ulus kimliğiyle gayet nettir ve birlikte tutum alabilmektedir. Devlet milliyetçilik üzerinden propaganda araçlarını yeterince harekete geçirmiştir. Dolayısıyla Behramoğlu’nun yaptığı türden açıklamalar ya da benzeri açıklamaların artık HDP’ye yönelik sınıfsal bir eleştiri olmaktan çıkıp batıda tırmandırılmaya çalışılan milliyetçi politikalara zemin hazırlayabileceği unutulmamalı. Herkes kendi siyaseti içerisinde 7 Haziran politikasını çoktan belirlemiş ve hedefe kilitlenmiştir. Üstelik“HDP’nin barajı aşıp AKP’nin kurduğu onca oyunu bozması HDP’yi moda olarak görenleri neden rahatsız eder ki?” sorusu da ayrıca ortadadır.
Merak edenler için de tekrar söyleyelim. HDP içerisinde yer alan sosyalistler için Kürt siyasal hareketinin verdiği kimlik mücadelesi bir demokrasi mücadelesidir. Ve sosyalistler için ezilen ulusların ilerici taleplerle yürüttükleri demokrasi mücadelelerinin yanında tavır almak enternasyonal devrim mücadelesinin olmasa olmazlarından birisidir.