SEÇTİKLERİMİZ- Celal Başlangıç, Artı Gerçek’e yazdı: Goran Hareketi’nin yöneticilerine göre ekonomik krizden dolayı Kürtler’in yüzde 50’si üç öğün yemek yiyemiyor. Kürdistan Parlamentosu iki yıldır kapalı, başkanı iki yıldır Erbil’e gidemiyor.
CELAL BAŞLANGIÇ
Kızgın göstericiler neredeyse bir hafta boyunca Süleymaniye, Halepçe, Raniye gibi kent ve kasabalarda sokağa dökülmüştü.
Maaşlarının ve sosyal ödeneklerinin gecikmesini protesto ediyorlardı.
Goran Hareketi ve KYB’nin güçlü olduğu Süleymaniye’de gösterilerin şiddeti artmış, KDP binaları ateşe verilmişti.
Barzani’nin KDP’si beş kişinin yaşamını yitirdiği, onlarca kişinin yaralandığı şiddetli gösterilerin arkasında Goran Hareketi’nin olduğunu iddia ediyordu.
Aynı KDP, Süleymaniye’de etkili parti olarak KYB’yi de saldırılara engel olmamakla suçluyordu.
Irak’ın diğer bölgelerine göre Saddam Hüseyin rejimi devrildiğinden beri nispeten istikrarlı bir alan olan Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içinde uzun zamandır böylesine büyük bir siyasi kriz yaşanmamıştı.
Çünkü bu siyasi açmazın öncesinde yaşanan çok ağır bir ekonomik kriz vardı.
Merkezi hükümet; memurların, öğretmenlerin, polislerin, peşmergelerin maaşını ödeyemez olmuştu bir süredir.
Yaklaşık 4,5 milyon nüfusu bulunan Irak Kürdistanı’nda 1,5 milyon kişinin devletten maaş aldığı düşünülürse yaşanan krizin vahameti daha net ortaya çıkar.
Bu neredeyse bölgenin tamamına denk düşüyordu. Ya da başka bir deyişle her eve devlet kasasından en az bir maaş giriyordu.
2015’in Ekim’inde var olan ekonomik kriz artık siyasi krize doğru evriliyordu büyük bir hızla.
Süleymaniye’den yola çıkan Bölgesel Parlamento Başkanı, Goran Hareketi üyesi Yusuf Muhammed’in KDP tarafından Erbil’e sokulmamasıyla varolan krizler yeni bir aşamaya tırmanmıştı.
O süreçte KDP, Goran Hareketi’nin televizyon kanalı KNN’nin Erbil ve Dohuk’taki ofislerini kapatacak, Süleymaniye merkezli bir başka Kürt medya grubu NT de Erbil’deki ofislerinin güvenlik güçleri tarafından basıldığını, çalışanlarının “sınır dışı” edildiğini duyuracaktı. (Kaynak: BBC)
O günden bu yana Kürdistan Bölgesel Parlamentosu bir daha toplanamayacak, yaklaşık iki yıldır çözülemeyen ve bugün de hala süren yeni bir krizi olacaktı federal bölgenin.
İşte bölgede yaşanan hem ekonomik hem de böylesine siyasal krizler giderek derinleşirken Barzani’nin 25 Eylül’de Bağımsızlık Referandumu ilan etmesi gündeme gelecekti.
Meclis Başkanı iki yıldır Erbil’e giremiyor
İlk randevumuz Goran Hareketi’yle.
Bölgedeki ilginç partilerden biri Goran.
Geçtiğimiz ay yaşamını yitiren bölgenin saygın siyasetçilerinden Noşirvan Mustafa, KYB lideri Celal Talabani’nin yardımcılığı görevinden istifa ederek 2006’da kurmuş Goran’ı.
Girdiği son seçimlerde büyük bir başarı kazanmış Goran ve parlamentoya KDP’nin hemen arkasından ama içinden doğduğu KYB’nin önünde ikinci parti olarak girmiş.
Süleymaniye’nin merkezinde bir çam ormanı içindeki tepenin üzerine kurulu Goran’ın genel merkezi. Partinin televizyonu KNN de aynı tepede kurulu.
Parti binasının önünde dev sayılabilecek beyaz Toyota jipler sıralanmış.
Gazeteci-Yazar dostum Necmettin Salaz’ın beyaz Chevrolet’i onların arasında pek küçük kalıyor.
Güvenlik kontrolünden geçip bizi bekleyen Merkez Komite üyeleri Dr. Muhammed Ali ile Enver Kerim’in bulunduğu odaya geçiyoruz.
Dr. Ali Merkez Komite’ye bağlı 12 ayrı çalışma grubunun koordinasyonundan sorumlu. Masasının üzerinde yazılmış raporlar, hazırlanmış dosyalar duruyor.
Raporlardan biri Türkiye-IŞİD ilişkilerine dair. Bir başka raporun kapağında Putin ile Erdoğan’ın fotoğrafları var yan yana. Birinin altında “Kayzer”, diğerinin altında “Sultan” yazıyor.
Doğal olarak Dr. Ali’ye ilk sorumuz 25 Eylül’de yapılacağı ilan edilen Kürdistan’ın bağımsızlık referandumuna ilişkin yaklaşımları oluyor.
“Goran Hareketi Kürdistan halkı için bir referandumu ya da bağımsızlığı reddetmez” diyor Dr. Ali, “Bu Kürt halkının en doğal hakkıdır. Zaten ‘Bağımsız Kürdistan’ Goran’ın kendi tüzüğünde ve programında var. Bu meselenin birinci yanı. Gelelim konunun ikinci yanına. Referandum bir amaç, bir hedef olmamalı. Bir devlet kurmak araç olabilir. Ama bu amaç haline getirilmemeli. Faşist İtalya ve Almanya’da devlet amaçtı ve her şey devlet içindi. Erdoğan gibi bir insan da devleti halka hizmet için değil, amaç olarak kullanıyor. Bizim farkımız, KDP ile ayrıldığımız en önemli yan bu. Onlar devleti bir grubun hizmetinde gibi görüyorlar. Bu ülkede 25 Eylül’de yapılacak olan referandum Kürt halkının referandumu değil, Barzani ailesinin ve KDP’nin kendisi için yaptığı referandumdur.”
“Bağımsız Kürdistan Referandumu”nun içerdiği tuzağa dikkat çekmek için bir örnek veriyor Dr. Ali.
Adamın biri, diğerine “Şurada namaz kılmak istiyorum” demiş.
Yanındaki “Orası pistir, öyle yerde namaz kılınmaz” deyince adam başlamış bağırmaya:
“Ne, yoksa sen namaza, dine, imana karşı mısın?”
Dr. Ali de bu örnek üzerinden, mevcut koşullarda yapılacak referanduma karşı olduklarını söyleseler, “Ne, yoksa sen Kürtlerin bağımsızlığına, bağımsız Kürdistan devletine karşı mısın” gibi gerçek olmayan bir polemikle yüz yüze gelmek istemediklerini anlattıktan sonra geliyor meselenin aslına:
“Referandum konusundaki problemi iki açıdan ele alabiliriz. Biri teknik, diğeri de yapısal. Birincisi, bu referandum kararı parlamentoda tartışılmalı ve orada karara bağlanmalıydı. İkincisi de sen nerede yapacaksın bu referandumu? Kerkük ve Şengal’de yapabilecek misin? Bunlar da Kürdistan toprağı. Peki, bunlar referanduma katılacak mı, tabii ki hayır. Aslında konunun özü şu; Mesud Barzani’nin hiçbir şeyi yasal değil. İki seneye yakındır Kürdistan parlamentosu kapalı. Hiçbir konu iki yıldır parlamentoda görüşülüp konuşulamıyor. Tek bir yasa ya da karar onaylamadı parlamento iki yıldır. Parlamento başkanı iki yıldır Hewler (Erbil)’e gidemiyor. Bizim parlamento başkanımız Doktor Yusuf bütün dünyayı gezebiliyor, Almanya’ya, Belçika’ya, Tahran’a, Ankara’ya, İstanbul’a gidiyor ama Hewler’deki kendi ofisine gidemiyor.”
Bütün bu anlattıklarından sonra konunun özüne ilişkin bir saptama yapıyor Dr. Ali:
“Barzani, bağımsızlık referandumunu halkı bu başlıkla oyalamak için yapıyor. Ekonomik anlamda Kürdistan çöküntü içindedir. Bu krizin üzerini örtmek için referandumu sahaya sürüyor. ‘Ekonomiyi düzeltemiyorum, bari devlet kurayım’ havasında.”
‘Paramız az değil, hırsızımız çok’
Tam bu noktada söze Goran Hareketi’nin aynı zamanda ekonomi uzmanı olan Merkez Komite üyesi Enver Kerim giriyor. Verdiği çarpıcı rakamlara göre, Kürdistan’da bir ailedeki her bir ferdin yaşayabilmesi için 600 bin dinar gerekiyor. Yani dört kişilik bir aileye gerekli olan para 2,5 milyon dinar. Ancak şu anda kişi başına ortalama bin 100 dinar düşüyor.
Bu tablonun günlük hayata yansımasını da anlatıyor Kerim:
“Şu anda bölgede işsizlik oranı yüzde 20. Bir Kürt insanı normal şartlarda üç öğün yemek yiyemez. Kürtlerin sadece yüzde 35’i hesap yapmadan üç öğün yemek yiyebiliyor. Kürdistan’ın yüzde 50’si üç öğün yemek yiyecek durumda değil.”
Kerim bu cümlesini bitirince durup bir espri yapıyor gülerek:
“Eskiden günde dört öğün yemek yiyorlardı.”
Kerim’in verdiği sayılara göre şu anda bütün Kürdistan’da beş bin proje durdurulmuş durumda; okullar, hastaneler, asfalt yollar…
3 bin 500 fabrikanın kapatılmış durumda olduğunu söylüyor Kerim. Bunların blok çimento yapan, mobilya üreten, demir ve alüminyum işleyen fabrikaların kapatıldığını anlatıyor.
Kerim’e göre ekonomik krizin başlangıcı 2014 yılına kadar gidiyor. O zamana kadar Irak Kürdistan’ı ürettiği petrolü merkezi hükümete veriyor ve genel bütçeden nüfusuyla orantılı olarak yüzde 17 pay alıyor. Ancak “ekonomik bağımsızlık” talebiyle Barzani petrolünü merkezi hükümete rağmen Türkiye’ye satmaya başlıyor. Irak Hükümeti de bölgenin yüzde 17’lik payını askıya alıyor.
Barzani’nin neden böyle bir tutum takındığını açıklamak için Erdoğan üzerinden örnekleme yapıyor Kerim:
“Aynen Erdoğan gibi otokrasi ve kişi devleti hedefliyor. Ana problemimiz de bu. Aslında bizim paramız hiç de az değil, hırsızımız çok. Girdimiz az değil, hırsızımız fazla. Eğer adaletli bir yönetim oluşursa, eğer şeffaflık olursa, her şey denetlenirse, para şeffaf bir yöntemle dağıtılırsa Kürdistan halkında fakirlik diye bir şey kalmaz.”
Goran Hareketi yöneticilerinin ciddi bir iddiaları var. Türkiye ile 50 yıllık bir petrol satış anlaşması imzalanmış. Ancak bu anlaşmanın içeriğinden sadece Mesut ve Neçirvan Barzani ile Petrol Bakanı Aşti Hawrami’nin bilgi sahibi olduğunu söylüyorlar. Celal Talabani’nin oğlu Kubat’ın da bu anlaşmadan haberdar olabileceğini ama bir ortaklığının olduğuna ihtimal vermediklerini söylüyorlar.
Genel tabloyu çizerken Dr. Ali ekonomiden Kürdistan’da yaşanan siyasi krize uzanıyor:
“Türkiye ile yapılan 50 yıllık petrol sözleşmesinin içeriğini parlamento bilmiyor. Sadece o değil. Barzani’nin başkanlık süresi bitti, tekrar uzatıldı. Tekrar bitti. Şeffaflık talepleri gündeme gelmeye başladı. Öyle olunca da parlamentoyu kapatmak en mantıklı yol olarak seçildi! Eğer gerçek anlamda Mesut Barzani’nin ruh halini anlamak istiyorsanız, Erdoğan’ı inceleyin, O’nu da çözersiniz. Aralarındaki farkı şöyle söyleyebiliriz; Erdoğan’da bir aile, Barzani’de bir aşiret var.”
Tam bu noktada Dr. Ali’ye parlamento kararı olmadan Barzani’nin 25 Eylül’deki referandumda ısrar etmesi halinde Goran Hareketi olarak tavırlarının ne olacağını soruyoruz. “Şimdi bu referandum aslında bu ekonomik ve siyasi kriz içerisinde, ülkenin bu içinde bulunduğu durum itibariyle çok gerekli değil” diyor.
“Ama Barzani eğer inat eder, referanduma giderse biz de halka ‘serbestsiniz’ deriz. ‘Oy kullanmak ya da kullanmamak sizin hakkınızdır, o yüzden serbestsiniz’ deriz. Çünkü bu çok yanlı bakılması gereken bir başlık. Eğer çok yanlı bakılması gerekiyorsa problemli bir başlıktır. Çok kenarlı, köşeli bir problem yumağıdır. Bütün komşu ülkeler, Türkiye, İran ve Araplar karşıyken biz bir problem mi çözüyoruz, yoksa yeni bir problem mi yaratıyoruz? Bizdeki bilgiye göre KDP içerisinde etkili bir grup, aynen bizim hazırladığımız gibi bir rapor hazırlamışlar, ‘bu referandum çok problemli’ diye.”
*Celal Başlangıç’ın Artı Gerçek’e yazdığı ‘Bağımsızlık Referandumuna Doğru Kürdistan’ adlı yazı dizisinin 2’nci bölümüdür.