TÜLAY HATİMOĞULLARI yazdı… “AKP/Saray Kürt kartını ve iç/dış siyasette savaş politikasını iç siyaseti dizayn etmek için de kullanıyor. Kurmakta olduğu faşist rejime geniş bir kitle desteği sağlayabilmek için “düşman” üretiyor. Milliyetçiliği yükseltip siyasal İslam ile destekleyerek kitle tabanını konsolide etmek istiyor.”
TÜLAY HATİMOĞULLARI
Küresel sermayenin 2008’de belirgin hale gelen krizi çeşitli yerlerden patlak vererek derinleşmeye devam ediyor. AB çatırdıyor. İngiltere Haziran ayında yaptığı referandumda yüzde 52’lik bir sonuçla AB’den çıkma yönünde eğilim gösterdi. Hollanda ve Fransa’da da benzer eğilimler söz konusu. Ekonomileri açık veren ve dış borçlarını döndüremeyen ülkelerin (Yunanistan, İtalya, Portekiz, İspanya) açıkları Çin ve Japonya’nın yanı sıra AB’nin en güçlü üyesi olan Almanya için ağır bir yüke dönüşmüş durumda. Sermayenin önünde duran önemli sorulardan biri şu: “Küresel düzeyde atılan adımlarla krize bir çare bulunabilir mi, yoksa her ülke kendi içine mi dönmeli?
Ekonomik daralma ülkelerde gelir dağılımında bozulmayı arttırdı. Bu toplumsal huzursuzluğu ve iktidara karşı tepkiselliği beraberinde getirebilir. Sermaye sınıfı bir yandan kemer sıkma politikaları izlerken, bir yandan da çeşitli sosyal politikalarla kabarma olasılığı olan tepkileri dindirme projeleri geliştirmeye çalışıyor.
İktisadi açıdan yeniden yapılanma denemeleri devam ederken, kapitalizm derinleşen krizini savaşlarla aşma eğilimini sıcak laboratuvarlarda deneyimlemeye devam ediyor. 2. Dünya Savaşından sonra en çok silahlanmanın ve askeri hareketliliğin olduğu bir dönemden geçiyoruz. Suriye ve Irak’ta yoğunlaşan sıcak savaşın yanı sıra, farklı bölgelerde de sıkı bir silahlanma ve askeri hareketlilik mevcut.
ABD’nin Güney Kore, Arabistan, Malezya, Filipinler (Filipin devlet başkanı ABD ve AB’ye tepki koydu ve ilişkileri kesme yönünde adımlar attı) gibi ülkelerle yaptığı askeri tatbikatlar; Rusya ve Çin’in yakın zamanda Doğu Çin Denizi’nde yaptığı tatbikat, Güney Çin denizinde yapılan askeri yığınak, ülkelerin askeri ve güvenlik harcamalarındaki devasa artışlar daha geniş çaplı bir savaşın sinyalleri midir?
ABD’nin Asya’da etki alanı dâhilindeki kimi ülkelerle, Çin ve Rusya’nın ise ortaklaşarak yaptıkları askeri tatbikatlar bir savaş hazırlığı anlamına geldiği gibi birbirlerine karşı kullandıkları mesajlar da giderek sertleşiyor. Fransa, Almanya, İngiltere gibi büyük ekonomiler savaşa doğrudan müdahil değil gibi görünüp silah satışlarını hızlandırıyor. Diplomaside de etkin rol oynuyorlar.
Suriye’de ve Irak’ta gelinen nokta
Bu bölgede devam eden ve bir süredir vekâleten yürütülmekten çıkmış olan savaş, Suriye ve Irak’ta yoğunlaşıyor. Ancak savaşın henüz sahada net bir galibi yok. Rusya ve ABD arasındaki hegemonya savaşı devam ediyor. Rusya’nın Suriye’deki savaşa doğrudan müdahalesiyle ABD sahada zayıflamaya başlamıştı. Ama bu ülke buna karşın Suriye’de tedbiri elden bırakmaksızın Musul üzerinden inisiyatif almaya çalışıyor. ABD, bugüne kadar bölgedeki en sağlam müttefiki olan Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY) varlığının avantajını da kullanıyor. İran ise konumunu giderek güçlendiriyor. Musul operasyonunda sahada sıkı savaşan Haşdi Şabi örgütünü destekleyerek askeri gücünü burada yeni döneme uyarlamış oluyor. Halep operasyonunda ise Hizbullah üzerinden etkinliğini sürdürecektir.
Musul ve Halep’te alınacak sonuca bağlı olarak bölgede yeni bir şekillenmenin önünün açılma olasılığı çok yüksek. Çünkü Musul Irak’ın nüfus bakımdan ikinci büyük ve petrol bakımından zengin bir şehirdir. Öte yandan Halep Suriye’nin ekonomi merkezidir. Buralarda inisiyatif alan güçler Irak ve Suriye’de belirleyici olabileceği gibi, bölgede de önemli bir etki gücüne sahip olacaktır. Sıklıkla ifade edilen sınırların yeniden çizilmesinde etkin olmanın kapısı buradan aralanabilir. Dolayısıyla bu süreçte ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, İran temel güçleri oluştururken; Arabistan, Türkiye ve trajik ki en ağır bedeli ödeyen Irak ile Suriye, bu temel güçlerin ardından geliyor.
Bu sürecin kısa vadede net sonuç verme olasılığı yüksek görünmüyor. Küresel sermayenin, içinde bulunduğu krizden çıkış için savaş yöntemini de kullanıyor olması ve bu krizin bugünden yarına nihayetlenecek gibi görünmemesi savaşın devam edeceğini gösteriyor. Hem de kartlar sıklıkla yeniden karılarak.
Trump’un ayak sesleri Ortadoğu’da nasıl duyulacak?
ABD Başkanlığına Trump’un seçilmiş olması bir şaşkınlık yarattı. Trump seçim kampanyası boyunca Obama döneminde savaşa ayrılan bütçenin teşhirini yaptı. Esas hedefin Esad ve Rusya hesaplaşmasından önce IŞİD olması gerektiğini ifade etti. Peki, Trump seçim propagandasına sadık kalacak mı, yoksa güçlü ABD kurulu düzeninin mevcut çizgisine mi gelecek? Küresel sermayenin krizinde önemli rol oynayan ABD’de sistem yeniden yapılanmanın içine mi girecek?
Sürecin sıradan aktığı bir dönemde birinci görüşü savunmak daha makul olsa gerek. Ancak her açıdan olağan bir dönemden geçilmediği de ortada. ABD ve Avrupa kıtasında kapitalist sistemin yaşadığı mevcut çalkantılara karşın ulusların kendi sınırlarına dönme, küresel kaostan kopma isteği beliriyor. Kolay olmayan bu sürecin nasıl akacağını göreceğiz. Sermayenin merkezinin doğuya kayma eğilimleri, AB üyelerinin AB’den kopma isteğinin yaygınlaşan bir hale dönüşme olasılığı, NATO’nun tartışmaya açılması, savaş ve yaygınlaşan yoksulluğun sonucunda batıya doğru akma isteği olan göçmen kitlesindeki artışın çeşitli yansımaları söz konusu. Bu tablo başta ABD, Almanya’da olmak üzere batıda sağ-milliyetçi akımın güçlenmesinin önünü açıyor. Trump’un seçim zaferini de bu minvalde yorumlamak mümkün.
Burada esas olan ABD’nin yeni yönelimlerinin ve kendini koruma stratejisinin yeniden nasıl yapılanacağıdır. Trump ise sistemin alacağı kararların uygulayıcısı olmak durumundadır. ABD emperyalizmi yaşadığı çalkantılara rağmen yönetimiyle hızlı uyumlaşma yeteneğini kaybetmiş değildir.
Türkiye ve Kürtler
Türkiye’nin dış politika başarısızlığı devam ediyor. Erdoğan “Lozan zafer değildir. Misakı Milli eksik kaldı” diyerek Musul’dan Bosna-Hersek’e, oradan Yunan adalarına kadar bir “yeni Osmanlı” haritası çizdi. Bu haritanın bir hayalin ötesine geçmeyeceğini başta Erdoğan olmak üzere devletin esas yönetici kadroları bilir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi dünyada ekonomik, siyasal ve askeri anlamda ciddi çalkantılar yaşanıyor. Ortadoğu’da bunun yansımaları daha koyu bir tonda karşımıza çıkıyor.
Bu karmaşa içinde Türkiye bir iddia sahibi olabilir. Ancak tepişen devler karşısında bu iddianın gerçekleşme imkânı yoktur. Türkiye’nin hırçınlığını minimize etmek (ve bir yandan da YPG’ ye gücünün sınırlarını göstermek) için TSK’nın Cerablusa girmesine izin verildi. Ama Musul, Halep, Rakka gibi çok önemli operasyonlarda resmi olarak yer alamadı. Sonraki süreçte de yer alma olasılığı düşük görünüyor. Türkiye taleplerini üst perdeden dillendirmeye ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni (KÖH) “temel düşman” olarak görüp ilişkilerini buradan germeye devam ettikçe kendi önünü tıkamaktadır.
Lozan Anlaşması’ndan alacaklı olduğunu iddia etmek esas amacı örten bir argümandan öte bir anlama gelmiyor. Esas amaç KÖH’ü ve bir parçası olan PYD’yi saha dışına itmektir. Suriye’de ve gelişmelere bağlı olarak Irak’ta Kürtlere (KBY dışında) bir statü tanımlanmasının önüne geçmektir. Bu mesele 1923’te olduğu gibi şimdi de Türkiye’nin ayağına ayağına dolanmaktadır.
Ortadoğu’da dengeler çeşitlilik gösterse de şu ana kadar Kürtler yerli aktör olarak önemlerini koruyorlar. Türkiye bölgede gerçekten iddia sahibi olacaksa Kürtlerle barışmanın yollarını bulmak zorundadır. Oysa şu an yapılan, Kürtleri içerde ve dışarda tasfiye etme çabasıdır. Türkiye’nin Suriye ve Irak’a yaklaşımı tamamen bu minvaldedir. Kürt karşıtı olan her cephe ile anlaşmaya hazır. Ama göremediği bir nokta var ki Rusya, ABD, İran şu dönemde PYD ile görece uyumlu bir süreç yaşıyor. Bu tablo Türkiye için tam bir çıkmaz haldir.
AKP/Saray Kürt kartını ve iç/dış siyasette savaş politikasını iç siyaseti dizayn etmek için de kullanıyor. Kurmakta olduğu faşist rejime geniş bir kitle desteği sağlayabilmek için “düşman” üretiyor. Milliyetçiliği yükseltip siyasal İslam ile destekleyerek kitle tabanını konsolide etmek istiyor.
Yanlış hesap Bağdat’tan dönecek
Küresel ölçekte yaşanan ekonomik, askeri, siyasi, toplumsal çalkantıları emeğin, halkların ve toplumsal dinamiklerin kurtuluşu açısından değerlendirmek mümkün. Onlarca yıllık statükoların kırılması, taşların yerinden oynaması halklar lehine gelişmelerin de önünü açıyor. ABD’nin Yeni Ortadoğu Projesi’ni bir türlü hayata geçirememesi sadece karşıt güçlerin müdahalesiyle açıklanamaz. Henüz kendi önderliklerini ve örgütlülüklerini tam olarak yaratamamış olsalar da halkların sezgisel direnişi hesap dışı tutularak sürecin doğru bir analizini yapmak, geleceğe ilişkin öngörülerde bulunmak eksik kalacaktır. Önderliğini ve stratejisini yaratmış olan Kürt halkının kazanımları bütün ezilen halk kesimleri ve sömürülenler için en olumlu ve gerçekçi örnektir.
Ama bu yetmez. Bu tarihsel dönüm noktasında emekçi ve ezilenlerin kendi politik örgütlülüklerini ve stratejilerini kurmaları ve siyaset sahnesine bir “güç” olarak çıkmaları gerekir. Bir yandan emekçi ve ezilen kitleler arasında kök salarak oradan güç devşirmek, diğer yandan tüm emekten, demokrasiden yana, özgürlükçü, laik aktörlerin ortak hareketini sağlamak temel görevlerimizdir.