“Komşularla sıfır sorun politikası”yla yola çıkan AKP, en kodaman komşusunun uçağını düşürme noktasına sürüklendi. Bu sürükleniş AKP’nin dış politika vizyonunun içinde saklı. Bu dış politika vizyonuna da AKP’nin İslamcı düşünüş biçimi yol gösteriyor.
Bölgenin merkez ülkesi
Davutoğlu daha 2004 yılında bunu çok açık biçimde izah etmişti. Bir İslam ülkesi olan Türkiye coğrafi ve tarihi açıdan bölgesinin “merkez ülkesi”ydi. Özgüvenle davranıp harekete geçebilirse, “dışarıdan ihale almaksızın” bölgede ciddi dönüşümleri gerçekleştirebilirdi. Bu yoldan yürüyerek ulaşılacak nihai hedef; “merkez ülke” Türkiye’yi küresel bir aktör haline getirmekti.
Türkiye gibi ülkelerin uluslararası kapitalist hiyerarşide bir üst basamağa sıçraması bile zorken, küresel aktör haline gelmeyi düşünmek gerçekçi bir hedef değildir. Bize gerçekçi gelmeyen bu hedef, İslamcıya hiç de öyle görünmez. Türkiye bir İslam ülkesidir. Ortadoğu’da İslam ülkeleri yer almaktadır. Onların liderliğine soyunmak mümkündür. Enerji kaynaklarının yoğun olduğu Ortadoğu’da bu rol kapıldıktan sonra İslam dünyasının liderliğini elde etmek de mümkün olacaktır. Bu yoldan ilerleyerek Türkiye pekala küresel bir aktör olabilir!
Komşularla sıfır sorun
Bu dış politika vizyonunun ilk adımı “komşularla sıfır sorun politikası’ydı. Ermenistan, Kıbrıs ve Yunanistan ile sorunlu olan ilişkilerin düzeltilmesi için de adımlar atıldı ama esas amaçlanan, Kemalist iktidarların izledikleri dış politika nedeniyle İslam ülkeleriyle bozulan ilişkileri düzeltmek, onlara güven vermekti.
Ilımlı İslam modeli
11 Eylül saldırısıyla afallayan, İslami radikalizmin yükselişiyle ürküntüye kapılan ABD’nin, “Ilımlı İslam” modeliyle Türkiye’ye rol biçmesi AKP’nin dış politika vizyonunun yaşama geçirilebileceği yanılgısını da kuvvetlendirdi. Tayyip Erdoğan Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanlığına soyundu. Hatta “one minute” çıkışı o kadar etkili oldu ki, birçok İslam ülkesinde miting meydanlarında Erdoğan’ın resimlerini görür olduk.
Arap baharı kışa dönüyor
İşler iyi gidiyor görünüyordu. Hele Arap Baharı altın tepside sunulmuş fırsattı. Despotik İslami rejimler devriliyor, AKP Türkiye’si hepsine örnek olacak gibi görünüyordu. Arap Baharı ne ABD’nin ne de Türkiye’nin istediği sonuçları verdi. Ayaklanmaların gerçekleştiği hemen hemen bütün ülkelerde cihatçı çeteler pıtrak gibi ortaya çıkmaya başladı. Kısa bir süre önce adından bile söz edilmeyen IŞİD Irak ve Suriye’de çok büyük bir nüfuz sahasına sahip olmakla kalmadı, birçok İslam ülkesinde irili ufaklı cihatçı çeteler IŞİD’e biat etmeye başladılar. Arap Baharı kışa dönmüştü.
Suriye bataklığı
ABD politikasını değişen konjonktüre uyumlu hale getirmeye çalışırken, Türkiye hiçbir şey değişmemiş gibi yürümeye devam etti. Suudi Arabistan ve Katar dışında bölgedeki bütün İslam ülkeleriyle sorunlu hale geldi. Şimdi de Suriye bataklığına saplanmış şekilde debelenip duruyor. Köklü bir politika değişikliğine girişeceğinin sinyallerini de vermiyor/veremiyor. AKP’nin dış politika vizyonu buna uygun değil çünkü.
Suriye bataklığı, AKP’nin İslam dünyası liderliği iddiasını da dönüşüme uğrattı. Esad’ı iktidardan indirip Suriye’yi kendi nüfuz alanı haline getirmek isteyen AKP adım adım mezhepçi bir politikanın içine sürüklendi. Türkiye’de de “Alevi açılımı” buna koşut olarak terkedildi. Artık söz konusu edilebilecek olan Sünni İslam dünyasının liderliğiydi. Hem de onun en gerici kesimleri. IŞİD, El Nusra ve diğer cihatçı çeteler.
AKP Suriye sorununa kayıtsız kalamazdı. Ortadoğu’da söz sahibi olabilmek için son şanstı Suriye. Buradaki başarı, nüfuzunu genişletmenin basamağı olabilirdi. Küresel aktör olma hayalleri böyle canlı tutulabilirdi. IŞİD’e destek, cihatçı çetelere arka çıkma politikası bu vizyondan türedi.
“Cihanda sulh” politikasının terki
Davutoğlu’nun 2004 yılında açıkladığı dış politika vizyonu, geleneksel Türkiye dış politikasına format atma girişimiydi. “Komşularla sıfır sorun politikası” barışçıl bir söylemle parlatılmaya çalışılsa bile “cihanda sulh” politikasının terkedilme girişimden başka bir şey değildi.
Kuşkusuz geçmiş iktidarlar da yayılmacı emellere sahiptiler. Musul ve Kerkük’de hak iddiaları bunun göstergeleriydi. Ancak Türkiye’nin kapitalist hiyerarşide sıçrama yapmasının çok zor olduğunu gayet iyi bilen Türkiye burjuvazisi, uzun yıllar gerçekçi bir dış politika izledi. Reel sosyalist ülkelerin çözülüşüyle ortaya çıkan devasa pazarlara göz diken Özal dışında hiçbir politikacı Türkiye’yi çapından büyük işlere bulaştırmaya yeltenmedi. O da arzularını gerçekleştirme şansını bulamadı. Geleneksel Türk dış politika refleksi çalıştı ve Irak tezkeresi Meclis’ten geçmedi.
Komşularla “sıfır sorun”, ya diğerleriyle? Hem küresel aktör olmaya soyunup, hem de “cihanda sulh” politikasını sürdürmek mümkün değildir. AKP’nin dış politika vizyonunun Türkiye burjuvazisi ve Ordu tarafından gönül rahatlığıyla benimsendiğini söylemek de olanaklı değil.
İdeolojik dış politika
AKP’nin dış politika vizyonu İslami temellidir. Kurucu öğeleri ideolojiktir. Türkiye kapitalizminin gelişkinlik düzeyini, hammadde kaynaklarını, askeri kapasitesini, bilimsel ve teknolojik düzeyini, kültürel gelişkinliğini ve yetişmiş insan malzemesini esas alarak temellendirilmemiştir. Türkiye kapitalizmi ve Ordu bu gerçeğin farkında olduğu için mırıldanıp durmaktadır. Kuşkusuz bu söylediğimiz AKP’nin dış politika vizyonunun işlerine gelen yanlarını benimsemedikleri anlamına gelmez. Genelkurmay’ın AKP’nin Rojava politikasına tam destek vermesi bunun örneği.
Tabuta son çivi
Rusya’nın Suriye’ye tam boy dalması, AKP’nin küresel aktör olma hayaline vurulmak istenen son darbeydi. Cerablus-Azez hattı da elden giderse Türkiye Ortadoğu’dan tam anlamıyla yalıtılmış olacaktı. Ortadoğu’daki İslam ülkelerine rol model olma başarısı gösterilip İslam dünyasının liderliğine sıçranacak, bu olanakla küresel aktör olma hayali gerçekleştirilecekken, Ortadoğu’ya açılan son kapı da kapanmak üzereydi. AKP’nin Türkiye’yi emperyalist bir ülke yapma hayaline son çiviyi Rusya çakıyordu. AKP tabutun kapağını araladı ve Rus uçağını düşürüverdi. Lakin uçak düşürmenin ölüme çaresi yok… Şimdi Rusya tabutu daha sağlam çivileyecek.