SEÇTİKLERİMİZ – Mustafa Peköz’ün Sendika’da yer alan yazısı: ‘Halkların kendi kaderlerini tayın hakkı’ ilkesi dünyanın neresinde olursa olsun vazgeçilmez bir haktır. Bu evrensel ilkenin yaşama geçirilmesini özel şartlara bağlamak, objektif olarak o halkın iradesini yok saymaktır.’
Ankara’daki iktidar gücü, gelişmenin yönünün nereye doğru evrildiğini biliyor ve bundan dolayı, Güney Kürdistan’daki referanduma kesinlikle karşı çıkıyor. Ancak AKP iktidarı, çok yönlü politik ilişkileri ve ekonomik bağları/çıkarları nedeniyle Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne karşı doğrudan çatışmalı bir tutum alamıyor.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (Güney Kürdistan Federe Devleti) ‘Bağımsızlık’ referandumu kararı alması, uluslararası arenada ve özellikle Kürdistan’ı kapsayan devletlerde ciddi bir tartışma yarattı. Barzani yönetiminin almış olduğu bu kararın hem Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin iç politikasında hem de bölgesel ilişkilerde yaratacağı sosyo-politik sonuçları çok yönlü değerlendirmekte yarar var.
21. yüzyılın ilk çeyreğinde Kürt merkezli gelişmeye başlayan politik süreç, Ortadoğu’daki güç merkezlerini yeniden değiştirecek gibi görünüyor. Bu değişimin merkezinde haritaların yeniden çizilmesi var. Çok açıkça ifade etmek gerekirse, ‘bağımsız’ bir Kürdistan’ın kurulması, bölgesel ilişkilerdeki stratejik dengelerin bütünüyle değişmesi demektir. Bu durum özellikle küresel güçlerin Ortadoğu stratejilerinin yeniden tanımlanması anlamına gelir. Bir başka ifadeyle küresel güçlerin önümüzdeki 15-20 yıllık stratejilerinde Kürdistan çok önemli bir merkez olarak işlev görecektir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin aldığı ‘referandum’ kararının Kürtlerin bölgesel geleceği bakımından ciddiyetle ele alınması gerekiyor.
1920’li yıllarda İngiliz-Fransız sömürgeci güçlerinin Ortadoğu’yu dizayn ettikleri bölgesel politik koşulları değişmiş olup, o dönemde belirlenen sınırlar bir bakıma yeniden çiziliyor. Irak ve Suriye’de oluşan politik değişimler, Ortadoğu’da yeni bir dönemin başladığını gösteriyor. Irak’ta Saddam rejiminin diktasına dayanan tek ulus merkezli yapı dağıldı ve Kürtlerin özerk yapısına dayanan federatif bir sistem oluştu. Aynı şekilde Suriye de Kürtlerin merkezi rol oynadığı bir federatif rejime doğru gidecek gibi görünüyor.
25 Eylül 2017 tarihinde yapılacak olan referandumu neyi ifade ediyor?
Referandum kararı esasen Irak Anayasası’na dayanıyor. Irak’ta federal bir sisteme var. Sistem de kendi içerisinde federe devletler (bölgesel devletler) ve eyaletler olarak ayrışmaktadır. Örneğin Anayasa’nın 2. maddesinde göre, “Irak Federal Cumhuriyeti iki bölgeden oluşmaktadır.” Bu bölgelerden biri Kürdistan’dır. Anayasa’da Güney Kürdistan “federe devlet” olarak tanımlanırken ayrıca Irak Anayasası’nın 119. maddesine göre “Eyaletler, bölge/federe devlet oluşturmak isteyen eyaletlerin eyalet konsey üyelerinin üçte birinin talebi ve bölge oluşturmak isteyen eyaletlerin seçmenlerinin onda birinin talebi” şartı getirilmiştir. Eyaletler, bölgesel devletlere yani federe devletlere dönüşme hakkına sahiptirler ve 122. madde bu hakkın kullanılmasını “en az 3 eyaletin varlığı” şartına bağlanmıştır. Ayrıca 116. maddede belirtilen kurallara bağlı kalmak şartıyla, “isteyen vilayet, Kürdistan’a katılabilir.” Aynı şekilde Irak Anayasası’nın 121. maddesine göre federe yapılar Irak Anayasası’na aykırı olmamak koşuluyla kendi anayasalarını yapabilirler, yasama, yürütme ve yargı yetkilerini kullanabilirler.
Ocak 2005 tarihinde Irak’ta yapılan ilk genel seçimlere paralel olarak Güney Kürdistan’ı kapsayacak şekilde self-determination yani ‘ayrılma hakkı’ tanınması için yapılan referandumda yüzde 95’in üzerinde bir katılımla ‘evet’ denildi. Aynı şekilde Güney Kürdistan’da toplanan 2 milyonun üzerinde imzayla da Birleşmiş Milletler’e self-determination için referandum yapılması başvurusunda bulunuldu. Irak Anayasası ve merkezi Bağdat hükümeti tarafından kabul edilen Güney Kürdistan Anayasası’nın giriş kısmında da ‘Ayrılma Hakkı’na özel bir vurgu yapılmakta ve bu hakkın Güney Kürdistan sınırları içerisinde bulunan halklar tarafından istenildiği zaman kullanılabileceği belirtilmektedir.
Güney Kürdistan halkının iradesini belirtecek olan bu referandumun uluslararası ve bölgesel yansımaları
Birincisi, 25 Eylül 2017 tarihinde Kürtlerin ayrılma hakkını kullanmasının referanduma sunulması ‘Güney Kürdistan Federe Devleti’nin doğrudan bağımsız olacağı anlamına gelmez. Bunun için uluslararası ve bölgesel dengelerin oluşması gerekir. Kosova örneğinde olduğu gibi ‘ayrılma hakkının’ bağımsız bir devlet olarak kabul edilmesi için referandumun Birleşmiş Milletler gibi küresel örgütlerin gözetiminde yapılması ve sonucunun da kabul edilmesi veya onaylanması gerekir.
BM Güvenlik Konseyi, Kürtlerin ayrılma hakkının referanduma sunulmasına karşı olmamakla birlikte, izleme ekibi göndermeyeceklerini açıkladılar. Amerika ve AB gibi küresel devletler, Kürtlerin selt-determination hakkını stratejik olarak desteklemelerine rağmen bölgesel dengeler ve çıkarları gereği, taktiksel olarak referandumun şu aşamada uygun olmadığını belirtiyorlar. Özellikle ABD, Bağdat’ı İran’a kaptırmamak için referandum zamanlamasının uygun olmadığını belirtiyor. Bir bakıma taktik bir politika olarak ele alıyor. Irak’ta iç politik dengelerin değişmesine bağlı olarak Kürtlerin ayrılma hakkının BM tarafından onayına sıcak bakabilirler. Güney Kürdistan halkının self-determination’a onay vermesi, oluşmaya başlayan bölgesel dengelere bağlı olarak 2023-2025 yılları içerisinde Kürdistan’ın bağımsızlığının uluslararası kurumlar tarafından tanınmasının önünü bütünüyle açacaktır. ABD’nin askeri konumlanışı ve özellikle İran karşısında alacağı askeri-politik pozisyon bakımından Güney Kürdistan’ın önemi çok daha fazla ön plana çıkacaktır. Bölgesel dengelerde çok hassas hareket eden Rusya’nın da, Kürtlerin bölgesel bir güç olmasına karşı olmadığı gibi stratejik olarak ‘bağımsız’ bir Kürdistan’a karşı çıkmayacakları açıktır.
İkincisi, Güney Kürdistan’da self-determination hakkını stratejik olarak destekleyen diğer bir devlet ise İsrail’dir. Tel Aviv, Kürdistan’ın bağımsız olmasına, bölgesel dengeleri bütünüyle değiştireceği ve özellikle İran’ın jeo-politik gücünün zayıflamasında önemli bir rol oynayacağı nedeniyle oldukça sıcak bakıyor. Güney Kürdistan’ın bağımsız bir devlet olarak uluslararası alanda kabul görmesi sınırların değişmesi anlamına gelir ki, bu durum en çok İsrail’i rahatlatan bir durum olacaktır.
Üçüncüsü, Körfez devletlerinin alacağı tutumdur. Irak etnik kimlik olarak Arap ama mezhepsel olarak Şii’dir. Bugünkü politik gelişmeler nedeniyle İran’ın belirgin bir hâkimiyeti olmakla birlikte, Suudi Arabistan merkezli Arap dünyasının ilgisi her zaman devam edecektir. Bu bakımdan Güney Kürdistan’ın bağımsızlaşması konusunda net bir tutum ortaya koyamamaktadırlar. Suudi Arabistan, İran’ın özellikle Irak ve Suriye’de artan etkisi nedeniyle orta vadede Güney Kürdistan’ın bağımsızlığına sıcak bakabilir.
Dördüncüsü, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin böylesi bir karara sahip olmasına şiddetle karşı çıkan Tahran, Ankara, Bağdat ve Şam’daki iktidar güçleridir. Güney Kürdistan halkının ayrılma hakkını kullanması ve bunun önümüzdeki süreçte uluslararası küresel kurumlar tarafından kabul edilmesi, özellikle Türkiye ve İran üzerinde tahmin edilenden çok daha sarsıcı etkiler yaratacaktır.
Referandumda ortaya çıkacak sonuç, Bağdat yönetimi üzerinde çok ciddi bir baskıya yol açacaktır ve özellikle ekonomik-politik sorunlarda Kürdistan Bölgesel Yönetimi için önemli bir avantaja dönüşebilir ve Bağdat yönetiminin bugünkü baskıları önemli oranda kırılabilir. Suriye’de politik durum netleşiyor ve Federal Suriye sistemi kabul görmeye başladı. Bu sürecin daha üst soyuta çıkması, örneğin Rojava/Batı Kürdistan’ın Güney Kürdistan ile birleşmesi hiçbir şekilde sürpriz sayılmaz.
Batı ve Güney Kürdistan’da Kürt merkezli oluşan yeni sosyo-politik dengelerin Türkiye’nin iç politikasını etkilemesi kaçınılmazdır. Uluslararası ve bölgesel baskılar çok daha fazla yoğunlaşacağı gibi Ankara’nın Kürtlere yönelik politikası zorunlu olarak değişime yol açacaktır. Ankara’daki iktidar gücü, gelişmenin yönünün nereye doğru evrildiğini biliyor ve bundan dolayı, Güney Kürdistan’daki referanduma kesinlikle karşı çıkıyor. Ancak AKP iktidarı, çok yönlü politik ilişkileri ve ekonomik bağları/çıkarları nedeniyle Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne karşı doğrudan çatışmalı bir tutum alamıyor.
İran, Güney Kürdistan sınırları dâhilinde self-determination hakkının kullanılmasına karşı çıkan ülkelerin başında geliyor. İran, bölgesel bir güç olmak için bütünlüklü bir Irak ve Suriye’ye ihtiyaç duyuyor. Aynı şekilde Güney Kürdistan’ın kendi kaderini tayin hakkını kullanmasının İran sınırları içerisindeki Doğu Kürdistan Eyaleti’ni de etkilemesi kaçınılmazdır. Önümüzdeki süreçte, İran’ın zayıf halkası olan Doğu Kürdistan’daki gelişmelere ABD’nin çok daha yoğun olarak ilgi duyacağı açıktır. Güney Kürdistan’da yapılacak referandum, Barzani’nin iktidar gücü için kullanacağı bir araç olmasının çok ötesinde bölgesel dengeleri bütünüyle değiştirecek bir sürecin başlangıcı olacaktır.
Sonuç; ‘Halkların kendi kaderlerini tayın hakkı’ ilkesi dünyanın neresinde olursa olsun vazgeçilmez bir haktır. Bu evrensel ilkenin yaşama geçirilmesini özel şartlara bağlamak, objektif olarak o halkın iradesini yok saymaktır. Destek verip vermemek ayrı bir durum, halkın kendi kaderini tayin hakkını kullanması çok farklı bir durumu ifade eder.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bugünkü politik koşullar içerisinde bu hakkın kullanılması için almış olduğu referandum kararı meşrudur. Bütünüyle Barzani ailesinin denetimine girmiş olan Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin politik olarak eleştirilmesi, Barzani’nin kendi iktidarını korumak için demokratik değerleri yok sayması, kendi anayasasını çiğneyerek başkanlığa devam etmesi, fiilen Barzani ailesine dayanan bir rejimin kurulmasının eleştirilmesi ve buna karşı mücadele edilmesi isteği ile referandumun birbirine karıştırılmaması gerektiği çok açıktır. Barzani ailesinin kurduğu iktidar rejimini gerekçe göstererek Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içinde yaşayan halkların self-determination hakkının referanduma sunulmasına karşı çıkmak hangi gerekçeyle olursa olsun, zorla oluşturulmuş “misakı milli” sınırlara dayanan bölgesel devletlerin mevcut statükosunun savunulması dışında bir politik anlam ifade etmez. Aynı şekilde ulus devlete karşı çıkmak iddiasıyla self-determination hakkının kullanılmasına karşı çıkmak, Güney Kürdistan halkının iradesine karşı çıkmaktır.
Güney Kürdistan’da karar verecek olanın sadece Kürtler olmadığı, Araplar, Türkmenler, Süryaniler, Ezidiler gibi çok farklı etnik grubun birlikte karar verecekleri hesaba katılmalıdır.