A. Haluk Ünal – Diğer Yazıları
HDP’nin siyaset sahnesine girmesiyle birlikte, toplumdaki birçok ezberin bozulmaya başladığını hep birlikte gördük.
Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve ardından gelen genel seçimler süreci Kürt ve Türk solunun yarattığı, biriktirdiği bir çok değeri, gezi direnişinin kazanımlarını, aynı havuza büyük ölçüde topladı.
Gezi direnişiyle toplumsal muhalefetin kendiliğinden değişen dili, uslubu, yöntemleri, HDP’nin çok doğru biçimde benimsediği, içerdiği niteliklere dönüştü.
HDP’nin, Abdullah Öcalan’ın “yeni paradigması”ndan mülhem; topluma teklif ettiği “yeni sözleşme” gezi direnişi tarafından doğrulanmış; HDP tarafından da politik bir proje olarak güncellenmiş oldu.
Gezi direnişi kültürel bir mücadeledir
Gezi direnişi, olağanüstü bir “pratik eleştiri” ile siyasal ve toplumsal kültürümüzde radikal kırılmalara, değişimlere neden oldu.
Yer yüzü sofralarının yarattığı algı ve hissediş; sol kitlenin geleneksel eril diline kadınların ve lgbti bireylerin verdiği hiza; lgbti bireylerin kazandığı bilinirlik ve popüler kabul; sosyal medya insiyatiflerinin, milyonlarca insanın her hangi bir merkezin direktifleri olmaksızın dil ve uslup birliğini sağlaması; şenlikli ve alaycı bir uslubun politik eleştirinin merkezine yerleşmesi; Kürt toplumuna dönük merkez medyanın, resmi devlet söyleminin yarattığı 40 yıllık yargılarda oluşan kırılma, mukayese ve empati kanallarının açılması; ve bunun gibi daha onlarca her biri birer “devrim” niteliğinde politiko kültürel kırılma ve değişim.
Bence Gezi direnişi ve HDP’nin seçim zaferi “yeni paradigmanın” önemli birer açılımı oldu.
Yeni solun siyasal ekseninin politiko kültürel bir mücadele hattı olması gerektiği pratikte doğrulandı.
Peki bu doğrulamaya uygun politik bir açılım sağlanabildi mi?
HDP, mücadele hattının merkezinde kültürel mücadelenin, yer aldığını yeterince ifade edebildi mi?
Bu gerçekliği herkesin farkındalığına dönüştürecek çaba yeterli mi?
Parti metinlerinde kültürel mücadele
Bu gerçekliğe uygun sözel karşılıkları arayacağımız iki temel metne bakalım.
Parti programında tümüyle katıldığım hedefler arasında ne yazık ki, kültür alanında hiç bir hedef dile getirilmemiş.
Parti programında hedef olmayan bir tema, örgütsel karşılığını da bulmayacak; bununla ilgili mekanizmalar, zeminler yaratılması bir öncelik haline gelmeyecektir.
Neyse ki, tutamak olabilecek bir cümle mevcut. Ezberler bazen işe de yarar.
“Bugün dünyada hâkim olan kapitalist emperyalist sistem, toplumsal yaşamda büyük tahribatlar yaratıp insanı yalnızlaştırıyor; bireyi kendi emeğine, kimliğine, topluma ve doğaya yabancılaştırıyor.”
Peki temel mesele buysa, (buna üzülerek ahlaksızlaşma, bencilleşme ve vahşileşmeyi de ben ekleyeyim,) politik projeksiyonlarımızın merkezinde de bunun karşılığı olan kültürel mücadele durması gerekmez mi?
Bunun, geçtim önceliğinden, sıralamada bir yerinin olması gerekmez mi?
Bir de, son seçim beyannamesine bakalım.
Öncelikle bu metni yazan ekibin eline aklına bin kere sağlık.
Hepimizi gururlandıran bir çalışmaya imza attılar.
Ancak sanırım kendileri de kabul ederler ki 1,5 yılda üç seçim kampanyasının zaman darlığı, yorgunluğu ve büyük bir koalisyonun sözel ortak paydalarını bulmanın güçlüğüne rağmen sağlanan bir başarı.
Bu açmazların yarattığı bazı sorunları da içeriyor.
Metin genel olarak merkezine kadın, ekoloji ve adem-i merkeziyetçiliği koymuş “sol sosyal demokrat” bir metin gibi kurgulanmış. (Kurgu, basit ve biçimsel değil, özsel bir meseledir.)
Bu metinde de Kültür/Sanat sporla yanyana en son maddelerden biri.
Hükümet olsak kültürel mücadelenin nasıl somutlanacağı Kültür ve Turizm Bakanlığı düzenlemesine indirgenmiş.
Zaten ilgili bakanlıktan Kültür Bakanlığı olarak söz etmesinden tutun, neoliberal kafayla turizmle birleştirilmiş olmasına nasıl bakıldığı; modernist Nazi Avrupa’sı geleneğinden mülhem Kültür Bakanlığının varlığına bile nasıl bakıldığı belirsiz.
Emeğe haksızlık etmemek için tekrar etmekte yarar görüyorum, amacım geçmişe dönük eleştiri değil, tartışma açılımı.
Kültürel mücadele zeminleri
HDP, kısa sürede gösterdi ki, çalışma tarzının esası yönetmek ve mühendislik temelinde biçimlenmiyor. Tersine zemin yaratmak, kitlenin kendi dinamiklerini ortaya çıkartmasını sağlamak, özyönetimini teşvik etmek, süreci modere ve koordine etmek üzerine kurulu. Bunun zemini ise HDK.
Eğer HDK zeminde sağlam temeller atamazsa, HDP ve meclis grubuyla partiye oy veren milyonlarca birey arasında etkileşim ve denetim kanalları yaratamazsa, HDP’yi bekleyen en önemli tehlikelerden biri, meclis grubunun meclise sıkışmasıdır.
Ben yine kendi alanıma, mahalleme dönerek devam edeyim.
Şu ana kadar HDK ve HDP Batı’da benim gibi binlerce bireye örgütlenme zemini sunmamış olduğu gibi (mevcut yapı STK, örgüt veya partilerden oluşuyor) kültürel alanda her hangi bir zemin de mevcut değil.
Kültür (Endüstrisi) hiç bir partinin sistematik örgütlenmediği bir alan olduğu için, biz kültür insanları ve sanatçılar tümüyle bireyler olarak varoluyoruz. HDP ile ilişkimiz de oy vermekle ve zaman zaman marifetlerimizi hizmete sunmakla sınırlı.
Sanat ve kültür insanları alanında örgütlenmek alana has bakış ve yaklaşım getirir.
Alanı daha daraltıp bir örnek vereyim.
Bu yazıyı okuyan bir çok kişinin bildiğini sandığım ‘Küçük Kara Balıklar’ adlı uzun metraj belgesel projemizi tasarladığımızda, eş zamanlı olarak internet ortamında bir film gösterim mecrası hayal etmiştik.
Mecra’nın (sitenin) adı ‘Bildiğin Gibi Değil’ olacaktı.
Bu isim, bizim belgesele ilham kaynağı olan ‘Bildiğin Gibi Değil/90 larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak’ adlı kitabın adından alınmıştı.
Diyorduk ki “bu ülkede bir çok şey bilindiği gibi değil. Romanlar, LGBTİ bireyler, Kürtler, Ermeniler, Çerkezler, Süryaniler, Yahudiler vb. Bilmediğimiz tanımadığımız Dünyalar. Bu ve benzeri Dünyaların gerçeğini anlatan, yani bir çok alanda bildiğin gibi değil diyen filmlerin ücretsiz olarak izlenilebildiği referans bir arşiv olmalı. Toplumda insanlar birbirine bu siteyi sağlık verebilmeli.”
Serpil Gülerle Drama İstanbul Fİlm Atölyesi olarak filmi bitirdik; ancak kaynaklarımız, ilişkilerimiz bu projeye hayat vermeye yetmedi. Hala ilk fırsatta yapılacaklar listemizde duruyor.
Böylece eminiz ki üretilmiş, haberimizin olmadığı, sağa sola dağılmış yüzlerce film görünür hale gelecek, kalıcı bir adres edinecek, bir çok genç sinemacıya da filmini nerde halka ulaştıracağına ilişkin cesaret verecek.
Yazılım tasarlanırken doğru düşünülmüşse bir süre sonra bu gençler kendi aralarında kısa devreler, ekipler, projeler yapmaya başlayacak.
Bir süre sonra da bu zemin aracılığıyla projelerine kaynak aramaya başlayacaklar.
Bunun adı bizim literatürde mecra yaratmaktır. Mecra yaratmak aynı zamanda örgütlenmektir.
Bana sorarsanız zaten örgütçülük bir tür politiko kültürel çöpçatanlıktır.
Ortak bir amaç için doğru kişileri, doğru zamanda, doğru yerde buluşturmak, dişi bir dinamik ve zemin yaratır.
İkinci örnek yine önemli bir konuyla ilgili.
Hepimizin övünç kaynağı ve referans noktası Rojava.
Şu anda komşunuz, anneniz, babanız, iş arkadaşlarınızdan biri, “yahu nedir bu Rojava” dese; “git şu web sitesine bak; yazılı, görsel çok zengin bir bilgi bulursun” diyebileceğiniz bir adres, bir mecra var mı?
Yok!?
Peki hepimizin yere göğe koyamadığı bir konuda, bu kadar büyük bir eksikliğin kaynağı nedir sizce?
İmkansızlık mı, perspektifsizlik mi, tembellik mi?
Örnekleri sayısız çoğaltabilirim. Ama bu yazının hem konusu hem sınırları bakımından doğru olmaz.
Muradımın anlaşıldığına inanıyorum.
HDP/HDK yönetiminden bu tartışmaları yapabileceğimiz zeminleri yaratmalarını acilen talep ediyorum.