SEÇTİKLERİMİZ – Tanıl BORA Birikim için yazdı: Derler ya… “Kork korkmazdan, utan utanmazdan.” İster dinî, ister seküler anlamıyla alın.
Salgının hayli gecikerek resmen ‘tanınmaya’ başladığı günlerde, Kemal’le (Can, Kemal Can) konuşuyorduk. Süregiden resmî ve sivil lâkaydinin arkasındaki ‘korku eksikliğinden’ yakındı Kemal. Cesaret değil. Önlem almaya, çare aramaya dönük çabadan beri tutan bir kayıtsızlık. Giderek önlemler ve tetiklik arttı ama hep gecikerek ve hep yarım, çeyrek – meselenin esası berdevam. (Evde kalma imkanı olmayan çalışanların, evsiz veya barınma koşulları berbat olanların korkusunun hiçe sayılması, ayrı bir korkunçluk…) Bu korku eksiği nedendi? Düz “cehalet” mi sadece? Bir yandan resmî korku salmaların (“terör”) ve fantastik korkuların kapladığı zihinlerin ve bilinç dışının, gerçekten korkulacakları göremez hale geldiğinden[1]; diğer yandan gündelik ideolojinin (“no problem/sıkıntı yok”), korkuyu öteleyen konformizminden bahsettik.
Derler ya… “Kork korkmazdan, utan utanmazdan.” İster dinî, ister seküler anlamıyla alın.
Korkunun filozofu diyebileceğimiz Günther Anders’i anmanın zamanıdır.[2] Anders, çok sevip saydığı umudun filozofuna, Ernst Bloch’a kızıyordu. Umut besleyecek halimiz yoktu çünkü onun kanısınca, insanlığın umudu ve ütopyayı değil korkuyu aktive etmesi gerektiğini düşünüyordu. Korkmak, insanlık için bir görev, bir ödevdi ona göre.
Günther Anders, bu davasını 1956’da yazdığı İnsanın Eskimişliği kitabında[3] ortaya koyar. Özgün diline -Kıvılcımlı’yı da anarak!- sadakatle, İnsanın Antikalığı diye de çevirebiliriz. Anders’e korkunun bir insanlık görevi olduğunu düşündürten temel sebep, nükleer savaş ve yıkım tehlikesidir. O dönemde yakın ve âcil bir tehdittir bu. Bir bakıma kıyamet koşullarıdır. Ama nükleer tehdit münferit bir hadise değildir. Anders, nükleer tehdidi doğuranın, yapısal, sistemsel bir sorun olduğu kanısındadır. İnsanların yapmaya muktedir oldukları şeylerle ilgili muazzam gelişme ile, yapıp ettikleri üzerine düşünme ve onun etkilerini hissetme kabiliyetleri arasında gitgide büyüyen bir açık olduğunu düşünür. Güçlü bir teknoloji eleştirisi yapar; modern teknolojilerin “duygu bütçemize” yaptığı müdahaleleri sorgular. Uçak korkusu diye bir şey varken, çok daha yaygın ve devamlı bir tehlike olan otomobile binmeyle ilgili bir korkunun olmamasındaki paradoks, bunun bir alâmetidir ona göre.[4] “Duygusal bakımdan cahil, hayal gücü bakımından legastenik,[5] ahlâkî bakımdan budala” hale gelmişizdir.
…Tanıl BORA'nın Birikim'deki yazısının tamamı için TIKLAYIN