Mert BÜYÜKKARABACAK yazdı – Kaypakkaya’nın düşünsel mirasıyla aramızdaki geniş mesafenin en temel sebeplerinden bir tanesi hiç kuşku yok ki onun pratikte ileriye doğru koparken teoride Türkiye’yi olduğundan çok daha geri bir üretim tarzına sıkışmış olarak okuma noktasındaki ısrarıdır.
Türkiye Devrimci Hareketi açısından önemli bir sıçrama noktası olan 1971 çıkışının en önemli isimlerinden İbrahim Kaypakkaya’nın kısa hayatıyla ortaya koyduğu öğretici teorik ve pratik miras birçok açıdan ele alınmayı ve güncel bir değerlendirmeye tabi tutulmayı fazlasıyla hak ediyor.
1971’in hiç kuşku yok ki en belirleyici yanı bir dönemin davranış ve siyaset yapma alışkanlıklarından kopma noktasında ortaya koyduğu muazzam kararlılık ve iradedir. Bir öğrenci hareketi olarak başlayan yürüyüşün, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede toplumsal kurtuluş mücadelesinin önderliğini yaratma konağına sıçraması ve -süreci kendi okumasına göre- yapılması gerekeni yapma noktasında her türlü sorumluluğu üstlenmesi gerçek bir atılım hamlesidir. Sosyal mücadelelerin kritik kırılma anlarında böylesi iradelerin ortaya konabilmesi, ezilen sınıfların kurtuluş için taşıdığı kapasitenin önemli bir göstergesidir. Siyaset çoğu zaman küçük rutinlerin kendisini tekrar eden döngüsü biçimine bürünmekte ve bu haliyle egemen sınıflar açısından rahatlıkla yönetilebilir bir statükonun parçası haline dönüşebilmektedir. 1971, Türkiye Devrimci Hareketi açısından kendi rutinini kırabilme özgüvenini ortaya koyduğu sıra dışı ve istisnai anlardan en başta gelenidir, tam da bu sebeple kendisinden sonra gelen dönemde devrimcilerin kişisel kopuşlarını süreklileştiren bir dinamiğin örgütleyicisi olmuştur. Devletin Kızıldere ve Deniz’lerin idamından 2001 F tipi cezaevleri operasyonuna kadar geçen süreçte temel pratik hedefi bu sürekliliği kırmak olmuştur. Bugün ülkemizde devrimci siyasetin yaşadığı fark edilmemesi mümkün olmayan tıkanma büyük oranda sürekliliğin bu temel kaynağının kopmasından ve yeni bir kaynak temininin henüz başarılamayışından kaynaklanmaktadır. 1970’lerin sonlarından itibaren kendi açtığı yolda ilerleyen Kürt Özgürlük Hareketi ise ayrı bir parantezde ele alınmak durumundadır.
İbrahim Kaypakkaya, bu kopuşun en radikal kanatlarından birisinin sembol ismi olarak öne çıkmaktadır. Zamanın hızlı akışında iç içe geçen teorik ve pratik görevlerin eş zamanlı yüklenilmesi gibi altından kalkılması güç görevler onun jenerasyonu tarafından sırtlanılmış, kopuş telaşı ise kendilerinden önceki birikimle hesaplaşmayı pratik alanla ve mücadele biçimleri kapsamıyla sınırlamayı neredeyse bir zorunluluk haline getirmiştir. Kaypakkaya’nın ortaya koyduğu devrimci kararlılık ve kopuş iradesinin pırıltısı kendisinden önceki birikimle düşünsel hesaplaşmanın gerçek anlamda olgunlaştırılamamasının zaaflarıyla maluldür.
Kaypakkaya’nın düşünsel mirasıyla aramızdaki geniş mesafenin en temel sebeplerinden bir tanesi hiç kuşku yok ki onun pratikte ileriye doğru koparken teoride Türkiye’yi olduğundan çok daha geri bir üretim tarzına sıkışmış olarak okuma noktasındaki ısrarıdır. Kaypakkaya’nın feodal ağalarla ve köylülük arasındaki karşıtlığı baş çelişki olarak gören hareket noktasının sadece bugün ya da 20 sene önce değil ilk ortaya konduğu geç 60’lar-erken 70’ler yıllarında da oldukça aşırı ve gerçeklikten uzak bir görüş olduğunu düşünüyoruz. Kapitalist gelişmenin kompradorluk aşamasında takılıp kalması ve emperyalist koşullarda geliştiği için de yeterli ölçekte kapitalist olarak nitelenemeyeceği tespiti ise kapitalizmi ilerici bir kalkınmacılık ve sanayileşme programı ile eşitleyen bir yanlış bakış açısına dayanmaktadır. Oysa finans kapital çağının kapitalizmi budur ve bu sadece Türkiye ile sınırlı olmayan bir gerçekliktir. Kıvılcımlı’da finans kapitalin taşra acentası olarak görülen ve ikincilleştirilen tefeci bezirgân sermaye, Kaypakkaya’da üretim tarzının temel belirleyici sosyal sınıfıdır. Kapitalist gelişmenin olduğundan geri olan bu okuması henüz rolünü oynamamış bir milli burjuvaziye, ilericilik alanı bırakır. Liberal solun veya sosyalizm mücadelesinden düzen saflarına geçen kimi aydınların belli dönemlerde kimi burjuva siyasetçileri ya da egemen sınıf fraksiyonlarını bu düşünce kalıbından beslenerek ilerici bir haleye büründürmeye çalışmış olmaları maalesef bir vakıadır.
Kültür Devrimi yıllarının Maoizminin devrimci gençlik açısından giderek bürokratikleştiği gizlenemez hale gelen Sovyetler Birliği karşısında çok daha cazip bir odak olduğu açık ve anlaşılırdır ancak bu gerçekliğin idealize edilen politik aktörün kendi toplumuna dair okumasının neredeyse noktasına virgülüne kadar iktibas edilmesi birçok açıdan anlaşılır değildir. 1971 çıkışının belki de en büyük zaafiyeti pratik olarak kopabilme kapasitesinin Çayan’ın Kesintisizleri’nin kimi pasajları paranteze alınırsa neredeyse bütünüyle ağır bir ithal teori dogmatizmi ile malul olmasıdır. Kaypakkaya’nın Maoizmi alımlama biçimi de bu dogmatizmin temel boyutlarını taşımaktadır. Kürecik ve Çorum üzerine yaptığı oldukça özgün saha analizleri, fırsatını bulabilse bu dogmatizmi aşabileceği bir yaklaşıma sahip olduğunu gösterse de 1971-73 döneminin yıldırım hızıyla yaşanması bu eğilimin sonuçlarının ortaya çıkmasına mâni olmuştur. 15-16 Haziran eylemini dahi işçi sınıfının büyük bir meydan okuması olarak değil de “kırlara çekilinmediği sürece yenilginin kaçınılmazlığı”nın gerekçesi olarak görebilmek gerçekleri oldukça eğip bükmeyi gerektirmiştir. Mao’nun Komintern hegemonyası altındaki dönemin ÇKP’sinin, Kuomintang ile ittifaka ve kentlerde sıkışmaya karşı ürettiği reaksiyon ne kadar gerçek bir sosyal durumdan türediyse Kaypakkaya’nın Türkiye okuması o oranda gerçeklikle bağ kuramamış, sosyal gelişmenin ortaya çıkardığı somut olguları zihinlerdeki kalıplara sığdırabilmek için kesip biçmek zorunda kalmıştır. 71 devrimciliğinin Maoizm ve fokoculuktan beslenen ve mücadelenin ana gövdesi kentlerde yürütülmekteyken kırları ve öncü savaşını merkeze alan politik çizgileri dönemin gerektirdiği taktik perspektifleri üretmekte zorlanmıştır. Bir tür olumsuz miras olarak ortaya çıkan teorik dogmatizm somut durumun somut tahlili olanaklarını sınırlamış, sosyal olguların basıncı altında öne çıkan kentlerle, yaşam tarafından aşılmış bir teorik çerçevenin hareket noktası olarak kırlar arasında sıkışan devrimci özne, özellikle 1978 Tariş Direnişi sonrasında ortaya çıkan yeni sıçrama momentinin gereklerini yerine getirememiştir.
Devrimci gençliğin politik gelişimi içerisinde bir devlet ideolojisi olarak Kemalizmden ve milliyetçilikten kopuşma pratiği ise dönemin ortaya çıkardığı aydınlanmanın en önemli boyutlarından birisini oluşturmaktadır. Dönemin genel doğrularından kopabilme yeteneği rutini kırabilmek açısından da oldukça belirleyicidir. Kaypakkaya’nın değerlendirmelerinin, kendisini politik karşıtlık içinde tanımladığı Hikmet Kıvılcımlı’nın YOL etüdlerinde ortaya koyduğu Kemalizm eleştirisi ile paralellikleri dikkat çekicidir. Ancak Kaypakkaya’nın bu eleştiriye Kıvılcımlı dolayımında ulaşmamış olduğu da açıktır, çünkü YOL’un yayınlanması 1970’lerin sonunu bulacaktır. Kıvılcımlı’nın ve Kaypakaya’nın devrim stratejilerinde ortaya çıkan çatallanma, Kemalizmle mücadeleye dair öncelik farklılıklarını açıklar. Kaypakkaya’nın ve devrimci gençliğin kopuşu örgütlemeye çalıştığı dönemde, Kıvılcımlı bir kırılmaya doğru akan tarihsel aşamada hareketin tüm dinamiklerini sınıf partisi ekseninde bütünleştirme çabasındaydı.
Devrimci hareketin ana öbeklerinin 2000’li yıllardaki AKP iktidarına kadar devletin ana ideolojisi olmuş bir görüşe mutlak bir ilericilik atfetmesi birçok kritik momentte hareketi topyekûn inmelendiren etkiler yaratmıştır. Kaypakkaya’nın hem Kemalizm hem de Kürt Sorunu özelinde sergilediği netlik onun devrimci kopuşunun gerçek sağlam zeminini oluşturuyordu. Saray rejimine direnirken bu netliğin ne derece önemli olduğu belki unutulabilir ancak faşizmin yenilmesi sonrasında oluşacak bir olası restorasyon hamlesine karşı alt sınıfların bağımsız politik mücadele hattının inşasında ona bir kez daha fazlasıyla ihtiyaç duyacağız.
1971 kırılmasının bütün radikal enerjisiyle bir atılım gerçekleştirmeye çalışırken bunu bir antitez değil de sentez olarak ortaya koyabilme şansı yok muydu? Kaypakkaya’nın kişisel devrimci sürecinin gelişimi izlendiğinde böylesi bir politik seçeneğe kapalı olduğu düşünülebilir. Mihri Belli ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın nesiller ve mücadelenin birikim dönemleri arasında bağ kurma çabaları Kaypakkaya’nın nezdinde kopuşulması gereken bir revizyonist odak inşası olarak görülmekteydi. Kültür Devrimi’nin ideolojik etkisi altındaki Kaypakkaya’nın gözünde Kıvılcımlı ve Belli’nin pozisyonları “komünist partisi içinde mücadele edilmesi gereken kapitalist yolcular”ın ikamesi rolünü oynuyordu. Devrimci sıçramanın paradoksal bir biçimde hareketi güçlendirdiği kadar dağıtan da etkiler yaratması hareketin yönünü ve kaderini belirleyen politik aktörlerin sentez inşasından ziyade anti tez ortaya koyma noktasındaki önceliğinden kaynaklanıyordu. TİP’in parlamentarist çerçevesinin aşılması noktasında bir sentez yaratma iradesini koruyabilen aktörlerin, 1971’e gelindiğinde sınıflar ve tabakalar arasında yaşanan kopuşma ile çok sınırlı ölçekte ilişkilendirilebilecek anti-tez inşası arayışına ikna olmaları Türkiye devrimci hareketinin en güçlü yönlerinin önemli ölçüde zaaflarla yüklenmesine sebep oldu, kritik momentlerin neredeyse hiçbirinde ortak yükü omuzlamak noktasında cepheleşme ihtiyaçlarını karşılayacak sentezler inşa edilemedi. Bugün devrimci hareketin faşizme karşı mücadelenin güncel görevlerini göğüsleyebilmek adına yeni bir kendisini aşma ve rutinlerini değiştirme yükümlülüğüyle karşı karşıya olduğu günlerde değer ve birikimleri sentezlemeyi, farklı jenerasyonların enerjilerini birbirini güçlendirecek bir biçimde konumlandırabilmeyi başarmak önemli bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Yeni bir davranış ve alışkanlık kopuşuna, rutin düşünme ve çalışma kalıplarını dönüştürmeye ihtiyacımız var ancak aynı nehirde iki kez yıkanılamayacağını da asla unutmamak gerekiyor.
İbrahim Kaypakkaya’nın irade, inanç ve kararlılıkla ortaya koyduğu büyük devrimci birikim, işçi sınıfının, ezilen halkların, kadınların özcesi kapitalist tasallut altındaki yaşamlarımızın kurtuluş mücadelesinin yükünü omuzlayan her devrimciye ışık olmaya devam edecektir.