Aydın ÇUBUKÇU yazdı – Kısacası onlar, işçi sınıfı içinde olduğu gibi egemen sınıfların arasında da dolaşan “Komünizm hayaleti”nin, örgütlü bir güç olarak mücadele alanına girmesini istiyorlardı ve bunun “bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” çağırısının cevap bulmasına bağlı olduğunu biliyorlardı. Engels 28, Marx 30 yaşındaydı.
Tüzüğünün ilk maddesinde “komünizm düşüncesini yayma” amacında olduğu yazılan “Komünistler Birliği”nin üyesi olan Engels, daha önce yine örgütün eğitimi için “Komünizmin İlkeleri” ve “Komünist İman Yemin Taslağı” adlı iki broşür yazmıştı. Marx ve Engels, örgüt tüzüğünün amaç maddesini değişmesini sağlayarak, “Birliğin amacı, burjuvaziyi devirmek, proletarya egemenliğini sağlamak, eski, sınıflar karşıtlığına dayalı burjuva toplumunu kaldırmak ve sınıfsız, özel mülkiyetsiz yeni bir toplum kurmaktır” ifadesinin yer almasını sağladılar. Ardından uzun tartışmalar sonucunda, amacını ve varlığını gizleyerek “komplocu tarzda” faaliyet sürdürmekte olan Komünistler Birliği’nin dünya kamuoyu karşısına açıkça “Komünist Partisi” adıyla çıkmasına önayak oldular. O dönemde kendilerine komünist diyenler arasında bir “birlik” olmanın ötesini düşünmeyenlere karşı, komünist proletarya partisi fikrinin savunulması olağanüstü devrimci bir adımdı. Çünkü bu, basit bir ad değiştirmenin ötesinde, örgütün siyasal amacını yeniden tanımlıyor ve üyelerin eline “burjuva toplumunu” ve “özel mülkiyeti” kaldırmak gibi kolayca telaffuz edilemeyecek sloganlar veriyordu. Komünizm, bir inanç konusu olmaktan çıkmış, bir devrim kılavuzu haline gelmişti.
Engels, “Komünist İman Yemin Taslağı” ve “Komünizmin İlkeleri”ni, zamanın dinsel eğitim için hazırlanmış kilise broşürleri tarzında yazmıştı. Her işçinin ilk aklına gelecek sorulara kısa cevaplar veriyordu. “Komünistlerin amacı nedir?”, “Proletarya nedir?”, “Komünistler mevcut dinleri reddederler mi?” gibi 22 soru ve cevaptan oluşuyordu. Ayırt edici özelliği, iktidar sorununu açıkça dile getirmiş olmasıydı. Bu kitapçıkların yazımı sırasında Marx’la sık sık mektuplaşmış, “kendi görüşlerine tamamen uygun” bir metin ortaya çıkarmaya özen göstermişti. Bu çalışma sırasında daima göz önünde tuttuğu temel sorun, kendi aralarında bitmez tükenmez tartışmalara boğulmuş olan aydınlara seslenmekten çok, proletaryanın örgütlenmesi ve devrimci bir program ekseninde harekete geçirilmesiydi. Her iki broşürün dil ve biçim özelliklerinin bu kesin ayrıma göre seçildiği açıktır.
Manifesto, bu açıdan bakılınca “komünizme iman etmiş” insanların birliği gibi çoğu yine “Adiller Birliği” gibi yarı-dinsel motifler taşıyan ve yine o tür örgütler gibi genel “komplocu ve gizli” olma özelliği taşıyan bir örgütün yerine, “proletarya partisi” kurma amacına sıçramanın belgesidir. Ama Manifesto, yalnızca parti haline gelmesi istenen bir örgütün programı olmanın ötesinde, sınıf mücadelesinin tarihsel-teorik boyutlarını, kendilerini sosyalist ya da komünist olarak adlandıran pek çok oluşumun eleştirisini ve asıl olarak da proletaryanın nihai hedefini açıklayan bir belge olarak karşımıza çıkar. O dönem işçi sınıfı içinde oldukça etkili olan ütopyacı ve anarşist, dinsel ve burjuva “komünist” akımlarıyla “bilimsel komünizm” arasındaki farkı ayrıntılı olarak anlatmalarının nedeni de budur. Marx ve Engels, kendilerinden önceki bütün sosyalizm biçimlerini yalnızca teorik düzeyde eleştirmiş değillerdir, onlar aynı zamanda sınıfın her türden örgütü içinde bu eski düşünme ve politika biçimlerinin sınıfın saflarından uzaklaştırılması amacıyla fiilen çalışmışlardır. Gazete yazıları, broşürler, bildiriler ve mektuplar, onların eserleri içinde kitaplarının kapladığından daha fazla bir yer tutmaktadır. Bunlara, çeşitli toplantılarda yaptıkları konuşmalar, Avrupa’nın bütün ülkelerinden tek tek işçi önderleri, siyasetçiler ve aydınlarla gerçekleştirdikleri yüz yüze görüşmeler de eklenirse, çabalarının ne kadar geniş kapsamlı olduğu görülür. Bu çalışmaların tek hedefi, proletarya ordusunun dünya çapında tek bir mücadele bayrağı altında toplanmış partisini yaratmaktı.
Manifesto’nun siyasal öneminin yanı sıra, bir dünya görüşü yaratmış olmasını da dikkate almalıyız. Doğanın, tarihin ve insan düşüncesinin hareketini, sorunlarını ve gelişme özelliklerini “proletarya açısından” yorumlamanın ve değiştirmenin anahtarlarını veren manifesto, tutarlı, kapsamlı ve işlevli bir yöntem ve mantık sunar. Bu bakımdan, üç yıl önce üzerinde çalıştıkları Alman İdeolojisi’nden, Kapital’e giden yolda en önemli sıçrama noktalarından biridir.
Manifesto’nun yazılış tarihi, aynı zamanda Marx ve Engels’in, bütün ülkelerin işçileri arasında yürüttükleri yoğun çalışmaların tarihidir. Onlar, inşa ettikleri yeni dünya görüşünü işçi sınıfının ilerici temsilcileri arasında yayma, devrimci teoriyle işçi hareketini birleştirme amacıyla yürüttükleri çalışmalarının verimini bu kitapçığın temeli ve içeriği yapmışlardır. Kendi görüşleriyle uyumlu komünist bir hareketin oluşması için olduğu kadar, parçalanmış sosyalist gurupların örgütsel ve ideolojik-politik birliğini sağlamanın ve bir proletarya partisinin kurulabilmesinin yolu da “Komünist Partisi Manifestosu” adını verdikleri bu belgenin içeriğinden geçiyordu. Onlar, işçi sınıfının olduğu gibi emekçi esnafın da her türden örgütlenmesi içinde, kimi zaman ateşli polemikçiler, kimi zaman usta örgütçüler olarak çalıştılar. Bu örgütler arasında, dayanışma kasaları ve lonca ilkelerine göre oluşturulmuş emekçi esnaf birlikleri ve daha yeni kurulmuş işçi sendikaları da vardı, yarı dinsel gruplar, Chartist hareketin örgütleri, hatta kiliseler de vardı. O çağdaki ulaşım ve haberleşme araçlarının gelişme düzeyi düşünülür ve bütün bunlara, çeşitli ülkelerin polis baskıları, yasaklamalar ve engellemeler de eklenirse, bu büyük çabanın “insanüstü” olduğu söylemek hiç de abartı olmaz.
Kısacası onlar, işçi sınıfı içinde olduğu gibi egemen sınıfların arasında da dolaşan “Komünizm hayaleti”nin, örgütlü bir güç olarak mücadele alanına girmesini istiyorlardı ve bunun “bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” çağırısının cevap bulmasına bağlı olduğunu biliyorlardı.
Engels 28, Marx 30 yaşındaydı.