Sevil KURDOĞLU yazdı – Komünist Parti Manifestosu Marksizmin en önemli tarihsel belgesi. Henüz yirmili yaşlarının başlarında olan Marx, 1840’ların ortalarında, Avrupa’nın ortasında anlamaya ve sonuçlarını dünya tarihsel bir perspektife yerleştirmeye çalıştığı kapitalizm ve onun ortaya çıkardığı işçi sınıfı mücadeleleriyle karşı karşıyadır.
Komünist Parti Manifestosu Marksizmin en önemli tarihsel belgesi. Henüz yirmili yaşlarının başlarında olan Marx, 1840’ların ortalarında, Avrupa’nın ortasında anlamaya ve sonuçlarını dünya tarihsel bir perspektife yerleştirmeye çalıştığı kapitalizm ve onun ortaya çıkardığı işçi sınıfı mücadeleleriyle karşı karşıyadır. Bu belge kapitalizme dair kısa bir genel değerlendirmeyi, kapitalist paradigmayı ve bu yeni üretim tarzının sosyal, politik ve ekonomik sonuçları hakkındaki siyasal tesbit ve önermeleri içerir.
Ortaya çıktığı koşullar, adının anlamı
Komünist Manifesto 1840’lı yılların ortalarından itibaren Avrupa’da hızla kapitalistleşen, kalabalık işçi sınıflarının ortaya çıktığı, ama İngiltere ve Fransa dışındakilerin, hatta Fransa’nın bile, burjuva egemenliğini kuramadıkları ülkelerdeki militan işçi sınıfı hareketinin filizlendiği bir zamanda ortaya çıktı. Koyu bir yoksulluk ve kötü yaşam koşulları altında, büyük şehirlerdeki fabrikalara doldurulan insanlardan meydana gelen bu sınıf, yaşamını iyileştirmek için mücadele etmeye başlamasıyla sadece burjuva sınıfıyla değil onu koruyan devletle de karşı karşıya geldi. Bu devletler içinde hem en hızla kapitalistleşeni hem de en despotik olanı Almanya (Prusya) idi. Mücadeleye katılan işçiler üzerindeki ağır baskılar pek çoğunun Avrupa’nın diğer ülkelerine, hatta Amerika’ya göç etmelerine yol açtı.
Şüphesiz en önde gelenlerinin bile olup biteni anlayabilecek bir teorik donanıma sahip olduklarını söyleyemeyiz. Ancak, üretim araçlarının özel mülkiyetinin yüzlerce, binlerce yoksul ve mülksüzü ücretli işçi yapıp, fabrikaların sahibi az sayıdaki burjuvaya mahkum ettiğinin farkındaydılar. Muhtemelen içlerindeki daha eskiden beri şehirli olan ve manüfaktür ve lonca üretimi içinden gelmiş olan usta işçiler, üretim araçlarının özel mülkiyetinin tersine, yani burjuva mülkiyetin tersine, üretim araçlarını ortaklaşa kullanarak, ortaklaşa üretim yapabilecekleri bir düzenin hayalini kurarlar. Bu düzenin hayali, başta Fourier ve Owen olmak üzere ütöpik sosyalizminin yazını, hatta deneyimleri tarafından da zaten sunulmaktadır.
Ayrıca, Fransa’da 1789’u takiben ‘komün’ adı verilen, yurttaşların kendi yönetimlerini kendilerinin seçtiği küçük idari birimler vardır. Komün yerel yönetim biçiminin, Paris proletaryasından korkulduğu için Paris’e tanınmadığını da biliyoruz. Nitekim 1871 ayaklanmasının ilk girişimi Paris Komünü’nü seçmek olmuştur. Muhtemelen bu fikirler ve deneyimlerden esinlenen ve adını çok yakın bir zamanda ‘’Haklılar Ligi’’nden ‘’Komünist Lig’’e çevirmiş olan Londra’daki sürgün Alman zanaatkarlarının kurduğu birlik, Marx ve Engels’ten Lig’in ilkelerini yazmasını ister. Bu ilkeleri anlatan broşürün adı Komünist Parti Manifestosu olur.
Karl Marx, 1841’de henüz 23 yaşındayken, doktorasını bitirdikten hemen sonra yazmaya başladığı, kısa bir süre sonra da yazı işleri müdürü olduğu Rheinische Zeitung’taki radikal yazıları yüzünden Prusya hükümetinin giderek artan baskıları ve gazetenin kapatılması sonucu 1843’te Paris’e taşınır. İlk defa 1842’de Rheinische Zeitung’un ofisinde tanıştığı Engels’le Paris’te tekrar karşılaşır ve aralarında ömür boyu sürecek bir işbirliği başlar. Prusya hükümetinin baskısı sonucu, Fransız hükümeti tarafından Paris’ten ayrılmayan zorlanan Marx Brüksel’e taşınır. Bir yandan da, Almanya’dan göç etmiş aydın ve işçilerin oluşturduğu Paris, Brüksel ve Londra’daki Komünist Haberleşme Komiteleri ve çeşitli sosyalist gruplarla bağlantı halindedirler. Londra’daki Komünist Lig de bu örgütlerden biridir.
Marx 1847’nin sonuna doğru, Londra’da, Komünist Lig’in kongresine katılır ve Lig Marx’ı örgütün bir manifestosunu yazmak için resmen görevlendirir. Önce Engels başlar yazmaya, soru-cevap şeklinde Komünizmin İlkeleri başlıklı bir broşür kaleme alır. Fabrika üretiminin ortaya çıkışıyla toplumların o zamana kadar görmediği bir değişim ve dönüşüme uğradığını anlatarak başlar. Henüz az bir zaman geçmiş olmasına rağmen Marx’tan bir cevap alamayan Lig bir mektup yazar ve, ‘’Komünist Parti Manifestosu’’ 1 Şubat Perşembe günü ellerine geçmezse kendisine karşı tedbirler alacaklarını birdirir. (1) Manifesto’nun ilk baskısı Almanca olarak 21 Şubat 1848’de yayınlanır. Daha sonra, Almanya, İngiltere ve Amerika’da bu ilk Almanca baskı tekrar tekrar basılır.
Marx ve Engels’in Manifesto’nun 1872 Almanca Baskısı’na yazdıkları önsözden ilk İngilizce baskısının 1850’de İngiltere’de yayınlandığını öğreniyoruz. Manifesto 19. Yüzyılda İngiltere’deki en önemli radikal işçi sınıfı hareketi olan Çartistlerin dergisi Kızıl Cumhuriyetçi’de (Red Republican) yayınlanmıştır. 1848 tabii ki, Paris’te Şubat ve Haziran ayaklanmalarının olduğu, işçi sınıfının Temmuz Monarşisi’ne son verdiği yıldır. Manifesto’nun ilk Fransızca baskısı Haziran’daki ayaklanmadan kısa bir süre önce Paris’te yayınlanır. Danca, Lehçe ve Rusça baskıları takip eder.
Rusça’ya tercümesi Bakunin tarafından yapılır. Bakunin Marx ve Engels’in işçi sınıfı hareketi içindeki en önemli muhaliflerinden biridir, buna rağmen Manifesto’nun işçi hareketi için anlamını farkeden Bakunin ilk Rusça tercümeyi yapar ve 1869’da Cenevre’de yayınlanır. Tercüme hatalarla doludur, daha sonra Rus Marksizminin babası sayılan ve Narodnizmi terkederek Marksizmi benimseyen Plekhanov tarafından tekrar Rusça’ya çevrilir ve 1882’de yayınlanır. 1882’deki Rusça baskısı için yazdıkları önsözde, Marx ve Engels Rusya’da kapitalizmin kaydettiği gelişmenin öneminden bahseder ve Rus işçi sınıfını, ‘’Avrupa’daki devrimci eylemin öncüsü’’ olarak nitelerler. Rus köylülüğünün ilkel ortak toprak mülkiyeti olan obshchina’nın üst bir ortak mülkiyet biçimi olan komünist mülkiyete doğru evrilip evrilemeyeceği sorusunu sorarlar. Bildiğimiz gibi bu Narodnik hareketin de köylülük içindeki çalışmalarının dayanaklarından biridir, ancak daha sonra Rus Marksistleri tarafından bu mülkiyet biçiminin hiçbir üst forma evrilemeyeceği tesbit edilmiştir.
Marx’ın 1883’teki ölümünden sonra Engels Manifesto’ya beş önsöz daha yazar, en sonuncusu 1893’teki İtalyanca baskıya yapılan önsözdür. İtalya ve Almanya’da 1848 devrimlerinin birer burjuva devrimi olarak sonlandıklarını anlatır. Barikatları kuran ve dövüşenin işçi sınıfı olmasına rağmen meyvelerini toplayan, her iki ülkede de devrimlerin ardından politik birliği sağlayanın, kendi sınıf iktidarını kuranın burjuvazi olduğunu anlatır. Engels bunu da önemli bir tarihsel ilerleme olarak niteler. Çünkü, ‘’…. herhangi bir ülkede ulusal bağımsızlık olmadan burjuvazinin egemenliği imkansızdır. Bu nedenle, 1848 Devrimi o zamana kadar birlikleri ve otonomileri olmayan İtalya, Almanya, Macaristan gibi ülkelere bunları getirdi. Polonya da onları takip edecek.’’ 1848 bu ülkelere sosyalizmi getirememiş olsa bile, onun ‘’yolunu döşemiş’’ olduğunu söyler. ….’’Her ülkenin otonomisi ve birliği olmadan proletaryanın uluslararası dayanışmasını ya da bu ulusların ortak amaçlar doğrultusunda akıllı ve barışçı birliğini sağlamak mümkün değildir.’’
Ulusal bağımsızlık ve birliğin (Burada birlikten kastedilenin İtalya ve Almanya’da görüldüğü gibi bu ülkelerin feodalizmin bir kalıntısı olarak kendi içlerinde prensliklere, şehir devletlerine bölünmüş olmasıydı.) kapitalizmin gelişmesini sağlayarak proletaryayı güçlendireceğini ve Avrupa’yı yeni bir çağa hazırlayacağını, 1848 devrimlerinin boşuna olmadığını vurgular.
Kapitalizmin daha sonraki gelişmesini, işçi sınıfının sayısal büyümesini, sendikalarını, partilerini düşündüğümüzde 19. yüzyılın ortalarında olanlar aslında henüz daha her bakımdan işin başında olan bir sınıfa işaret eder. Ama ortaya yeni çıkmakla beraber, Marx ve Engels’in yeni bir dünyanın taşıyıcısı olacağını öngördükleri bu sınıfla yakın ilişki içinde olduklarını ve Manifesto’nun bu mücadeleye dair gözlemlerin ve deneyimlerin ürünü olduğunu biliyoruz.
O sırada Avrupa’daki işçi sınıfı mücadeleleri içinde öne çıkmış, bildiğimiz bir pari örgütlenmesi olmamasına rağmen adında neden Parti var? Neden ‘’Komünist Parti Manifestosu’? Burada ‘Parti’ kelimesiyle sınıflar mücadelesi içindeki taraf kastedilmektedir, herhangi bir spesifik örgütlenme değil. Nitekim, hem Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’nde hem de 18. Brumaire’de de parti kelimesi aynı anlamda kullanılmaktadır, sadece işçi sınıfı için değil burjuvazi için de. ‘’Burjuva partisi’’ derken de sınıf mücadelesinin burjuva tarafı kastedilmektedir. Demek ki, Komünist Parti Manifestosu herhengi bir işçi sınıfı partisinin manifestosu değil, ‘’Şimdiye kadarki bütün tarih sınıflar mücadelesi tarihidir.’’ temel önermesindeki mücadelenin işçi tarafının ilkeleridir.
Kapitalizme övgü ve eleştiri
Manifesto’nun, insanı insanlığın geleceğine dair büyük kehanetlerle karşı karşıya kaldığını düşündürten bir içeriği ve buna eşlik eden bir dili var. 1. Bölüm, ‘’Bugüne kadarki bütün toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir.’’* diye başlıyor. Bugün geriye doğru baktığımızda Avrupa’da, Amerika’da ve dünyanın geri kalanında açık ve gizli sınıf mücadelelerinin sonucu olan Paris Komünü, 1. Dünya Savaşı, Ekim Devrimi, Büyük Depresyon, İspanyol İç Savaşı, 2. Dünya Savaşı, faşizme karşı mücadele, Holokost, İrlanda’dan Filistin’e anti-sömürgeci savaşlar, 1968… hepsi kapitalizmin insanlığın başına açtığı felaketlerin ve karşı mücadelelerin tarihi, yani sınıf mücadeleleri tarihinin önemli anları, dönüm noktaları.
Marx Manifesto’da kapitalizmden, bu yeni üretim tarzından, neredeyse hayranlıkla bahseder. Onun eski dünyanın tutuculuğunu, dar görüşlülüğünü, yerelliğini, bilim ve teknolojiye ve bu alandaki ilerlemelere karşıtlığını nasıl alt üst ettiğini, mesafeleri kısalttığını, nasıl en ücra köşelere kadar girdiğini, buraları kendi hakimiyeti altına aldığını anlatır. ‘’İnsan faaliyetinin neler yaratabileceğini ilk ortaya koyan burjuvazi olmuştur. Mısır’ın piramitlerinden, Roma’nın su kemerlerinden ve Gotik katedrallerden ket ket üstün harikalar yaratmıştır burjuvazi; göçleri ve Haçlı seferlerini gölgede bırakan seferler gerçekleştirmiştir.’’ … ‘’Burjuvazi üretim araçlarını, dolayısıyla üretim ilişkilerini ve bunlarla birlikte bütün toplumsal ilişkileri durmadan devrimcileştirmeksizin var olamaz…. Üretimin durmadan altüst edilmesi, bütün toplumsal koşulların aralıksız sarsılışı ve bitmek bilmeyen bir belirsizlik ve çalkantı burjuva dönemini öteki bütün dönemlerden ayırt eder….. Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey ayaklar altına alınıyor ve insanlar nihayet hayattaki konumlarına, karşılıklı ilişkilerine soğukkanlı bir gözle bakmaya zorlanıyorlar.’’ …. ‘’Doğa güçlerine boyun eğdirilmesi, makineler, kimyanın sanayi ve tarıma uygulanması, buharlı gemiler, demiryolları, elektrikli telgraflar, koskoca kıtaların tarıma, nehirlerin gemiciliğe elverişli kılınması, mantar gibi biten dev nüfuslar -daha önceki yüzyıllarda, toplumsal emeğin bağrında bu üretici güçlerin yattığına ilişkin bir önsezi olsun var mıydı acaba?’’
19.yüzyılın ortasında en hızlı ulaşım aracı olan buharlı gemilerin Atlantik Okyanus’unu iki haftada geçtiklerini düşünürseniz bugün şahit olduğumuz ilerlemenin nasıl devasa olduğunu tahmin etmek zor değil: uzak adaları büyük kara parçalarına bağlayan yeraltı demiryolları, kıtaları birbirine bağlayan köprüler, gezegenlere yapılan insanlı ve insansız inceleme-araştırma yolculukları, okyanusların tabanlarının altında maden arama, tuşa basınca dünyanın diğer ucunda istediğinizi alıp satabileceğiniz iletişim araçları gibi bilimsel-teknolojik gelişmelerin yol açtığı bu büyük ilerlemeler bir yandan insanın yaratıcı kapasitesinin enginliğine diğer yandan da üretici güçlerin mülkiyetini elinde bulunduran ve doğasında, varoluş koşulunda kậrını sürekli arttırmak olan kapitalizmin yıkıcı altüst ediciliğine işaret etmektedir.
‘’Burjuva üretim ve mübadele ilişkileri, burjuva mülkiyet ilişkileri, o dev üretim ve mübadele araçlarını peyda etmiş olan modern burjuva toplumu, büyüler yaparak çağırdığı cehennem kuvvetlerine artık söz geçiremeyen büyücünün durumuna düşmüş bulunuyor.’’… ‘’Bu bunalımlar sırasında daha önceki bütün dönemlerde olsa olsa bir saçmalık olarak görülebilecek toplumsal bir salgın -aşırı üretim salgını- baş gösterir. Toplum ansızın geçici bir barbarlığa geri döner; sanki bir açlık, genel bir imha savaşı bütün geçim araçlarının kökünü kurutmuş, sanayi, ticaret yok edilmiştir. Çünkü çok fazla uygarlık, çok fazla geçim aracı, çok fazla sanayi, çok fazla ticaret vardır.’’…. ‘’Peki burjuvazi bunalımların nasıl üstesinden gelir? Bir yandan yığınla üretici gücü zorla yok ederek; öte yandan da yeni pazarlar ele geçirerek ve eski pazarları daha da fazla sömürerek.’’
‘’Burjuvazi, yani sermaye geliştikçe, ancak iş buldukları sürece yaşayabilen ve ancak emekleri sermayeyi arttırdıkça iş bulabilen modern emekçiler sınıfı proletarya da gelişir. …. bu işçiler bütün öteki ticari mallar gibi bir metadırlar ve bu yüzden de rekabetin yol açtığı bütün karışıklıkların, piyasada meydana gelen bütün dalgalanmaların etkisine açıktırlar.’’ Bu sınıf, Marx’ın ‘’kapitalizmin mezar kazıcısı’’ diye tanımladığı, burjuvazi ile antagonist çelişkisi olan, yani onlar olmadan kendisinin var olamayacağı sınıftır. Başka bir deyişle, toplumun da bu sınıfın burjuvaziye karşı mücadelesi olmadan burjuva üretim koşullarının yarattığı yıkımdan kurtulmayacağıdır. Toplumun radikal bir dönüşümü olmadan çözülemeyecek olan bu antagonist çelişkinin temelinde ise özel mülkiyet kuralı ve bu kuralın aslolarak koruduğu üretim araçlarının özel mülkiyetidir. Bütün sosyal ilişkiler ve bu sosyal ilişkileri koruyan politik kurumlar bu temelde yükselmektedir. Üreticiler ve karar vericiler toplumu ancak üretim araçlarının ortak-toplumsal mülkiyetinin sağlanmasıyla mümkündür.
Bugüne ilişkin
David Harvey Komünist Manifesto için yazdığı, şimdi üzerinden 13 yıl geçmiş olan 2008 tarihli Sunuş yazısını şöyle bitiriyor: ‘’… dünyanın çoğu yerinde çalışma ve yaşama koşulları öyle berbattır ki, üüretimin ve tüketimin örgütlenişini kapitalist olmayan olmayan bir doğrultuda dönüştürmeye yönelik komünist işlenin şimdi 1848’den çok daha kritik olduğunu öne sürmek yerinde olur. Ama bu şimdi daha bir ivedilik kazanmıştır. Fazlalık ürün üretimi yoluyla ad finitum artık değer üretilmesini gerektiren kapitalist kuralın ima ettiği bileşik büyüme hızları, gezegenin çevre sistemlerini ve temel gereklilikler olan enerji, su ve temiz hava sağlanmasını günden güne daha fazla tehdit etmektedir. Bileşik kapitalist büyüme hızları sonsuza kadar süremez ve yeni bir şeylerin -örneğin kapitalizmle hiç uyuşmayacak bir değişmez durum ekonomisinin- tasarlanması gerekir ve bunun için kendimizi komünist sayalım veya saymayalım, hem üretimin hem de tüketimin daha akılcı, eşitlikçi ve sağlıklı ilkelere göre nasıl örgütleneceği şeklindeki temel soruya yanıt bulunması gerekecektir.’’ (2)
Bugün, yani Harvey’in Sunuş’undan 13 yıl sonra kapitalizmin insanlığın başına açtığı sıkıntılar çok daha büyük ve katlanılmaz. Bir parçası olduğumuz doğayı durmayan kậr dürtüsü ve aşırı üretimi ile istismarı, en geç 2070 yılında yeryüzünün yaşanamayacak hale geleceğini göstermektedir. İçinden geçmekte olduğumuz pandemi koşulları eşitsizliği, yoksulluğu daha da arttırmış, yoksullar ve emekçilerin durumu çok daha ‘berbat’ hale gelmiştir.
Türkiye’de işsizlik Aralık 2020 rakamlarına göre %24,6 yani neredeyse her dört kişiden biri işsiz. Bu rakama ek olarak 4,5 milyon kişi de işten çıkarılma yasağı yüzünden işten ‘çıkarılmayan’ ama çalışmayıp günde 39tl mecburi izin ücreti alanlar var. Bu insanlar canlarına tak edip ayrılmak ve iş aramak isterlerse kıdem tazminatlarını kaybediyorlar kendileri işten ayrıldıkları için! Yoksulluk kapanına kısılmak ve çıkış yolu bırakılmamak bu olsa gerek. Genç erkeklerde Kasım 2020 geniş kapsamlı işsizlik oranı %38 -OECD ortalamasının 10 puan altında-, genç kadınlarda aynı rakam %50, yani her 2 genç kadından biri işsiz. Çaresizlik ve umutsuzluk özellikle genç işsizler arasında artan intiharlara yol açmaktadır. İşsizlik rakamlarına hükümetin pandemi dolayısıyla çalışanlara yaptığı yardımın bahsetmeye bile değmediğini de ekleyelim.(3)
Bu durum elbette sermayenin muhtaç olduğu ücretli emek üzerindeki egemenliğini artttırdığını, tamamen teslim aldığını göstermektedir. İşçilerin bu ablukayı kırmadıkça yaşam koşullarını iyileştirme şansları yoktur. Bu ablukayı kırmak için girişilecek bir mücadele temel demokratik haklar mücadelesini de cesaretlendirecektir. Emekçiler bu mücadeleye girişmedikçe kimsenin aradan sıyrılıp ‘kendisi’ için daha iyi koşullar elde etme şansı olası değildir. ‘’Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir.’’
*Manifesto’dan yapılan bütün alıntılar Yordam Kitap, Ocak 2014, pdfdrive.com’dan alınmıştır.
1) H. Draper, The Adverntures of the Communist Manifesto (Berkeley 1994) p.79-80. Aktaran German, Lindsey, Reflections on the Communist Manifesto (July 1998), marxist.org Lindsey German Archive.
2) David Harvey, Sunuş, Komünist Manifesto, Yordam Kitap, 2014, pdfdrive.com.
(3) İşsizlik rakamları, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nin web sitesindeki Dr.Pınar Kaynak’ın ‘Sanayide Gelişmeler ve İstihdam Eğilimleri’nden alınmıştır. http://spm.etu.edu.tr/index.html