Nevra AKDEMİR yazdı: Farklı bir şey yapmadan hayatımızın farklı olma ihtimali sadece insan veya doğa yapımı felaketler ile mümkün, pek adil bir değişim sayılmaz bu. Acil olarak sosyalistlerce feminist ve ekolojik bir dizi politikaya ihtiyaç var gibi görünüyor.
Bizim neslin yeni karşılaştığı ama dünya tarihinde oldukça eski bir deneyim salgın. Dünyanın salgından etkilenen her yerinde, ekonomik faaliyetler sekteye uğramış durumda. Sokağa çıkma ve seyahat yasakları, belirli faaliyet alanlarının yeniden düzenlenmesi, bazı sektörlerde aşırı çalışma ve bazılarında da kesinti anlamına gelirken; dünyanın pek çok coğrafi noktasında insanların ölüm ve hastalıktan etkilenmeleri ile ilgili durum birer rakama indirgenmişken, uygulamaları açısından çeşitlenmiş neoliberal politikaların en berbat sonuçları ile devletlerin teknolojiye dayalı kontrol baskıları pervasızca görünür halde. Sadece sağlık ile ilgili tartışmalar değil yürüyenler, gündelik hayatın ve üretimin yani, sermaye birikiminin nasıl devam edeceğine dair pek çok tutum alış çıkıyor her gün önümüze.
Örneğin, bazı faaliyet alanları, uzaktan ve evden çalışmayı mümkün kılacak şekilde yeniden düzenlendi; bu çalışma biçimi bir istisna olarak uygulanıyorken, sermayedarlar için oldukça başarılı bir prova da oldu aynı zamanda. Daha maliyetsiz ve esnek olarak ekonomik faaliyetlerin yürütülmesinin mümkün olmasına dair bir prova. Elbette özellikle ev ve bakım işleri ile ilgili kadınlar için “birincil yükümlülük” kabul edilen işlerin yanında “gelir getirici” olanların mekan ayrıştırılmadan eklenmesi deneyiminden bahsediyorum. Devlet için okul gibi kısa vade açısından yük olarak görülen ama uzun vadede sermaye birikiminin asli uzantısı olan işlerin de online yapılabilme deneyimin pek çok sonucu gibi “sosyal hakları” da yeniden düşünmeye itiyor. Ev işlerinin yürütülmesinin yanı sıra bakım faaliyetinin “eğitimi” de içine alacak şekilde yeniden genişlemesi sürdürülebilir olmayabilir. Özellikle günümüzün emek gücü ihtiyacı açısından.
Prova edilen yeni sistem, dünyanın her yerinde emekçileri çok daha örgütsüz ve çalışma ilişkileri açısından dezavantajlı bir hayata ittiriyor. Çok şey yazılıp çizilirken, devlet ve sermayenin kontrollerine ve “denetimsizlik” gibi görünen büyük baskılara karşı bir politika belirleme üretme sürecinde ise at izi it izine karışmış durumda. Ancak süreç içinde hayatın kesintiye uğramasından yola çıkarak sosyal haklar, devlet gücü, ihtiyaçlar ve yerel dayanışma açıkça konuşulup sorgulanması gereken, yeni dönemin politikasına yön vermesi mümkün olan bir fırsat da aynı zamanda.
Komplo teorileri
Salgın karşısında devletlerin “hazırlıksızca ve en derinden bildikleri yollardan” aldıkları tedbirler çokça hoşnutsuzluk yarattı. Bu toz duman arasında komplo teorilerine yaslanan aşırı sağda bir sevinç havası izlenebiliyor. Bir sırrı dünyaya açıyorlarmış havasında oluşturulan videolar ve ses kayıtlarından sosyal medya grupları ve kişisel iletişim araçlarımız geçilmiyor. Nereye baksanız, benzer bir video görüyorsunuz. Pek çok kişi bu videoları paylaşıyor ve tartışmaya açıyor. Videolarda konuşanların aşırı sağ, aşı karşıtlığı veya ırkçılıkla ilgili bağlantıları ise inanılmaz şekilde açık. ABD’nin oyunu, istihbarat teşkilatlarının kandırması, dünyanın en zengin 10 ailesinin yaptıkları gibi cümleler ile gizlenen büyük oyun ifşa ediliyor. Bir kâbus senaryosuna doğru radikal ve isyankâr bir tepki göstermeyi istiyorlar.
İsyankar biat
Öyle kızgınlar ki sisteme inanç kapasiteleri o derece yüksek. İsyankâr bir biat hali görünen. Aşı yaptırmayın, “zorunlu aşı aslında bir çip yerleştirme faaliyeti” diyorlar, ancak devletlerin ve sermayedarların teknolojik kontrolleri yükseltme gerçeğini, biyo-politikayı, sınıfsal ve patriarkal bağlamdan çıkardıkları için yükselen kızgınlık ile kolayca kontrol edilen ve ötekine duyulan rekabetçi ve ırksal bir nefret birbirine düşmüş kitle oluşturarak daha kolayca yarattıklarını görmüyorlar. Alanı boş bulan ırkçı hareketlerin pek çok insanı mobilize ettiğini kaygıyla izliyoruz. İnsanlar güçlerinin değiştirmeye yetmediği durumlarda “kaderine razı olan” mağdur rolünü benimsiyor. Özne konumundan vazgeçmek konforlu bir alana da çekiyor bizi. Kaygının ve gelecek korkusunun yükselttiği bu tür komplo teorileri, enternasyonal ve anti patriarkal bir örgütlü gücün karşısındaki bloğu yükselttiği son derece görünür durumda şu an.
Tehlikeli vasatlık
Yaşadığımız dünyada neoliberal dönüşümlerin en büyük başarısı, tüm şiddeti görmezden gelen veya imtiyazlarına sarılarak şiddete razı olan, sorgulamayan ve eline güç geçtiğinde çılgınca eziyet etmekte beis görmeyen büyük kitleleri üretme başarısı. Türkiye’de AKP-MHP ittifakında canlı yayınlarda savrulan şiddet dolu tehditlerin, Maraş katliamının her gün kendini hatırlatmasını sağlayan cümlelerin pek çok örneği önümüzde dökülüp duruyor. Her coğrafya kendine özgü dinamiklerce bu süreci yönetiyor. Türkiye’de Türkçü-İslami muhafazakar bir militarizm olarak üstümüze sallanan dikilen parmak, başka yerlerde adını farklı kursa da aynı nefretten besleniyor. Çeşitlenmiş halde, aynı nefretle benzer parmaklar tehditkarca sallanıyor. Dünya körü olan her ülke, bunu kendisi sadece yaşıyor zannediyor. AKP’nin kindar ama dindar kitlesini üretme başarısında dünyada yalnız olmadığı açık.
Giderek yayılan komplo teorilerinin de gücü, bu yüksek sesli boş cümleleri olduğu gibi kabul eden kalabalıklardan doğuyor. Irkçılık, düz-dünyacılık, aşı karşıtlığı, kadın düşmanlığı, Insel hareketi, mülteci düşmanlığı, islamofobi, Yahudi düşmanlığı, homofobi, saya saya bitiremeyiz ki… Tüm ışıklı geri plandan dünyaya mesih gibi inmiş rolü yapan beyaz adamlar, bize aynı şeyi söylüyor: “Büyük oyunu görüyoruz!” Büyük oyunun görülmesi, imtiyazlarını geri isteyenlerin kızgınlığını örgütlerken, toplumsal dayanışma ve eşitlik taleplerini konuşulamaz hale getiriyor. Büyük oyunu görmek, sadece kendilerine karşı işlenen “suçları” öne çıkarırken, kendilerinin halktan olmayan ötekilere karşı “suç işleme hakkını” da garantiliyor.
Alternatif politika
Farklı bir şey yapmadan hayatımızın farklı olma ihtimali sadece insan veya doğa yapımı felaketler ile mümkün, pek adil bir değişim sayılmaz bu. Acil olarak sosyalistlerce feminist ve ekolojik bir dizi politikaya ihtiyaç var gibi görünüyor.
Evdeki iş yükleri ve bakım süreçleri, karantina döneminde daha da çetrefilli hale geldi. Normal zamanlarda, kadınların tanımlandığı ve kadınlığın ölçüldüğü sıfatlar olarak önümüzde düşen faaliyetler, iyi yapıldığı sürece görünmez olan işlerden ibaret. Yapanı kadınsılık ile ithaf ederek sadece cinsiyet yüklemekle kalmayan aynı zamanda ikincilleştirme diyerek kibarlaştırmaya çalıştığımız bir aşağılama. Evde yapılan ve rutin olduğu için kalıcı sakatlık kadar ciddi meslek hastalıklarına neden olabilecek kadar da riskli aynı zamanda. Piyasadan satın alındığında bütçede yüksek rakamlara neden olan bir dizi iş bunlar. Kadınların erkeklerden dört-beş kat daha fazla zaman harcayarak, erkeklerin nitelikli-verimli işçiler hale gelebilmesinin zamanını yaratan işler bunlar.
Bu bir anlaşma veya pazarlık da değil örneğin. Karşılığı sevgi veya ömür sonuna kadar sürecek bir “bakım-garantisini” de içermiyor. Erkeklerin doğumda edindiği bir hakkın, kadının doğumda edindiği bir sömürüye varan karşılığıymış gibi davranılıp, rıza gösterilip, börekler açılıyor üstüne.
En imtiyazlı alan: ev
Örneğin ev işleriyle meşgul olduğu için çalışmaya vakti kalmayan, izni olmayan 11 milyon 549 bin kadından bahsediyoruz, Türkiye için ve 2019 yılına ait veri setiyle. Veya çalıştığı için çifte mesai yapan kadınlardan. Evlendiği veya çocuğu olduğu için hayallerini kurduğu kariyerinden vazgeç(iril)en çoğunluktan. Dünya çapında 12 milyar saat ücretsiz bakım emeği sarfedip, bu paranın piyasa değeri olan 10.8 trilyon Doları, yani dünya yıllık hasılasının onda birinden fazla rakamı kastediyoruz. Bu rakam, kapitalizm dışı bir ihtiyaç karşılama alanı da değil, kapitalist ilişkilerin sorunsuz işlemesi için patriyarkal dinamiklerin ve cinsiyete dayalı sömürü ilişkilerinin üzerine kurulduğu mekanizma. Kapitalist krizlere rağmen, krizin mağdurlarının sistemi değiştirmemesini üreten rıza mekanizması aynı zamanda. Bu yüzden kadınların isyanına devletler, kapitalistler de faili erkek olan ev içi şiddet gibi sert tedbirleri almakta gecikmiyor.
Boşluğu kim dolduracak?
Karantina deneyimi ev içini tartışmaya açmışken, bunla bağlantılı çalışma ve emek biçimlerini sosyal hakları ve kent mekanlarıyla ilişkimizi sorgulatma görevini yeterince yerine getirdi kanımca. Şimdi her olağan üstü değişim döneminde olduğu gibi radikal sağ, ne olduğu belirsiz ama ne olmadığı gayet açık halk söylemine dayanarak sesini fazlasıyla yükseltip, düş kırıklıklarını ve kızgınlığı örgütleme sürecinde her zamankinden fazla meydan bulmuş durumdayken, sistem karşıtı hareketler, sosyalistler ve feministler alanı boş bırakmamalı.
Devrimci dönüşüm dönemlerinin, aynı zamanda faşizmin kurumlaşması bu yüzden tesadüf değil. Siyaseti yeniden düşünmeye ihtiyacımız var. Yerel deneyimleri, alternatif mekan üreten ve sosyal ilişkileri eşitlikçi ve dayanışmacı şekilde tesis eden şekilde okumak önemli. Aynı tarihsel bir perspektifle faşizmin yükseliş dönemlerine gözümüzü dikerek, benzerliklere karşı dikkatli olmamız gerektiği gibi. Siyaseti yeniden düşünmek, tüm imtiyazlarımız terk edip, yeni bir hayatı kurmaya şimdiden başlamanın da tam zamanı.