Başarılı yönetmen Wim Wenders’ın Perfect Days1 filmini ilk izlediğimde büyük bir hayranlık hissetmiştim. Hirayama’nın kendi yaşamını sanatsal bir sarmalın içine sokması, yalnızlığı, yaşadığı deneyimlerdeki hazzı, istediği hayattaki ısrarı ve bunun bozulmasına bir gün bile katlanamayacak oluşu, beni oldukça etkilemişti. Filmle birlikte hayatıma yeni bir kavram girdi: komorebi. Japoncada ağaç yapraklarının arasından süzülen ışık hüzmeleri anlamına gelen bu sözcük, filmde oldukça hayranlık uyandırıcı şekilde işlenmişti.
Filmin büyüsüne kapılmamak oldukça zor. Gerçekten de film üzerine yazılan birçok eleştiriyi okuduğumuzda yazarların hem sübjektif haz deneyimini hem de filmin etkisiyle gündelik hayatlara ilişkin öneri ve tavsiyelerin yer aldığı metinler bu büyüyü açıkça gösteriyor. “Sıradanlık, basitlik, minimal yaşamın mutluluğu” olarak tariflenen ve kabaca “aslında hepimiz anı, basit şeyleri, detayları kaçırıyoruz ve Hirayama bize kaçırdıklarımızı gösteriyor” minvalindeki ifadeler yazıların genel içeriğini oluşturuyor.
Peki Hirayama’nın bu büyülü yaşamı ne kadar gerçek? Hirayama kim? Yazarlar tarafından nitelenen “basit”, “sıradan” zevklerini oluşturduğu yer Tokyo tuvaletleri miydi? Otobüsündeki onlarca kaset, okumaktan hoşlandığı kitaplar Hirayama’nın zevkleri arasına bir anda mı girmişti, yoksa bir damıtılmanın ürünü müydü? Hep mi yalnızdı, yalnız mı kaldı, yalnızlığı mı seçti yoksa böylesi bir hayat için yalnız kalması zorunlu bir durum mu? Son olarak Hirayama gibi yaşamak gerçekten basit bir gündelik rutin değişikliği olarak görülebilir mi? Sizleri internette yer alan çoğu idealist okumadan sıyırarak, maddeci bir okumaya taşımaya çalışacağım bu yazıda, sonda söyleyeceğimi başta söylemeliyim: Hirayama’nın hikayesi sizin hikayeniz değil!2
Nadiren karşılaşabileceğiniz bir tuvalet temizlikçisi: Hirayama
Güçlü bir rutin döngüsüyle başlayan Perfect Days, Hirayama’nın kişisel tertibinden temizliğine, doğayla kurduğu ilişkiden müziğe, fotoğraftan edebiyata, kente bakışından iş disiplinine kadar bize oldukça farklı alanlarda karakterle ilgili bilgi sağlıyor. Kōji Yakusho’nun3 olağanüstü oyunculuğunu izlediğimiz filmde şundan çok eminiz: Hirayama yaratmış olduğu mevcut hayatından çok memnun. Her sabah bitkilerini sularken, adımını dışarı attığı gibi gökyüzüne bakıp göğü selamlamasından, o andaki gülümsemesinden bunu anlıyoruz. Her sabah kahve otomatından kahvesini alıp kaset koleksiyonundan seçtiği 60’lı ve 70’li yılların ünlü rock şarkıları eşliğinde işe giderken, şehre, Tokyo’ya bakışından bunu anlıyoruz. İşini titizlikle yapmasından, bir kişi o anda tuvalete girdiğinde, derhal o kişinin mahremiyetine saygı göstererek dışarı çıkmasından ve bu anlardaki ağaçların yaprakları arasından süzülen ışık süzmelerini (komorebi) ya da onların duvara yansıyan gölgelerini hayranlık içinde ve gülümseyerek izleyişinden bunu anlıyoruz. Öğle aralarında gittiği parkta fotoğrafını çektiği ağaçtan -ki bu anlar da komorebi anları olarak görünür-, şansı yaver gider de bu ağacın dibinde bir fide yeşerirse, cüzdanında halihazırda taşıdığı kese kağıdına büyük bir heyecanla ve mutlulukla bu fideyi koyup eve götürmesinden bunu anlıyoruz. Hep gittiği ve artık siparişlerinin çalışanlarca bilindiği restoranlarda gördüğü dostça ilgi karşısındaki memnuniyetten bunu anlıyoruz. Her gece gözleri kapanana kadar okuduğu kitaplardan, kitap bitince başka bir kitap arayışı için gittiği kitapçıdan, aldığı öneriler karşısındaki nezaketten bunu anlıyoruz. Elbette filmde Hirayama’nın yer yer üzüldüğünü hatta sinirlendiğini de görüyoruz. Ancak bu anlar, bu sarmaldan kaynaklanmayan hatta bu sarmalın aksaması, ortadan kalkabilecek oluşu gibi durumlardan kaynaklanan hallerde ortaya çıkıyor.
Şu mutluluk portresinde Hirayama’nın yaptığı her şeyi, bugün hepimiz yapabiliriz gibi gözüküyor değil mi? Hirayama’nın mutluluğu için kullandığı araçlara zaten sahibiz ya da sahip olmak çok da zor değil. Bitki yetiştirmek, evden dışarı çıktığımızda gökyüzünü selamlamak, kahve eşliğinde telefonumuzdan bir müzik açarak kenti gözlemlemek, telefonumuzla fotoğraf çekmek, kitap okumak… Tüm bunlara baktığımızda, sanki karar verdiğimizde Hirayama olacak gibiyiz. Ama gerçekten öyle mi?
Yeter ki isteyin, Hirayama olmak elinizde…
Eleştiri-tanıtım yazıları incelendiğinde yazarların böyle bir bakış açısı var gibi görünüyor. “Küçük şeyler sevindirir ruhumu” isimli yazıda4 Işıl Tanımaz şöyle tanımlıyor filmi: “Perfect Days, basit hayatın güzelliğine bir övgü ya da belki de bu hayatı sürmenin giderek zorlaşmasına bir ağıt.” Yazar, Hirayama’nın rutin sarmalını küçük şeyler olarak tanımlarken ancak bunları özlediğimiz, beklediğimiz, istediğimiz ve ruhumuzu sevindiren şeyler olarak değerlendiriyor. Bu küçük şeyleri tercih etsek, her şey o anda değişecekmiş gibi görünüyor yazıda.
Selin Tanyeri tarafından kaleme alınan “Şimdi Şimdidir: Perfect Days (2023)” isimli yazıda5 Hirayama’nın bu sarmalı “bilinçli farkındalık – mindfulness” olarak tanımlanıyor ve yazar şöyle devam ediyor: “Bilinçli farkındalık, insanın içinde bulunduğu andaki zihin durumuna dikkatini vermeye yönelik bilişsel bir süreçtir. Bu süreçte kişi herhangi bir yorum ya da yargılamada bulunmaksızın o an hem duyu organlarıyla neleri duyumsadığının hem de duygusal olarak neler hissettiğinin yoğun bir şekilde farkında olmaya çabalar. Aslında bir çeşit meditasyon türü olan bu pratik, hayatın geneline uygulandığında bir yaşam tarzı hâline gelmektedir.” Yazara göre film, “bir anı yaşama hikâyesi olduğu kadar insanın her gün sevincini ele geçirmek zorunda oluşunu vurgular. Hirayama karakteri bu anlamda sosyal bağlamdan kopuk değildir ama tekil bir hayatı tercih eder. Paris, Texas (1984)’taki Travis gibi, bilinçli bir tercihtir bu. Yaşamın tek anlamının yaşamak olduğu, yaşamın devam ettiği, yaşamla ilgili aktif bir seçim.” olarak tanımlanıyor. Biraz dolayımlı olsa da bilinç düzeyinde başka türlü bir bakış, anlayış ya da tercihin bizi Hirayama’nın hayatına götürebileceğine dair bir perspektif bu yazıda da var gibi görünüyor.
Son olarak ele alacağım Recep Açıkgül tarafından yazılan “Perfect Days: Mutlu Olmak” isimli incelemede6 de benzer bir anlayışı görmek mümkün. “Mutlu olmanın bu kadar kolay olduğunu ve bunu elde edebileceğim bir şekilde bana sunduğu için Hirayama’ya ve Wim Wenders’a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.” Yazarın sübjektif bir haz deneyimini dışavurduğu yazısında Hirayama’nın sarmalı mutluluk ve bu mutluluğu elde edebilmek kolay, yine bilinç düzeyiyle bir tercihle yapılabilir gibi görünüyor.
Modası geçmiş bir kavram: İdeoloji
Okumaya başladığınız bu kısımda, bugün için, boğalar gelecek planları için kendini rahat hissedemeyecek, belki bir nebze ikizler yeni ufuklara açılabilir, aslanlar karşıt fikirlerle uğraşacak. Ne yazık ki kişisel gelişiminiz için 10 adet pratik öneride bulunulmayacak. Ruh haliniz için çeşitli enerji seansları da yapılmayacak. Özellikle uzman olduğumuz el ve kahve falımızı da şimdilik bir sonraki sefere bırakıyoruz. Bir anda modasız kalmış gibiyiz. O halde Hirayama için bir retroya ne dersiniz?
Muhakkak hayatlarımızda birçok şey elimizde. Yürüyebiliyoruz, konuşabiliyoruz, eğer varsa yemek yiyebiliyoruz, biraz yetenekliysek ve azıcık çaba gösterirsek ıslığımızla yaşamımızı sanatsal bir hale bile getirebiliriz. Buralarda ideolojik hiçbir şey olmadığını hemen göreceksiniz. Temel örneklerimizi birazcık değiştirelim. Her sabah Bebek sahilde yürüyün, her hafta arkadaşlarınızla edebiyat üzerine konuşun, mutluluğunuz için en az haftada bir gün, güzel bir manzarada ve güzel bir restoranda yemek yiyin, bir müzik kültürü geliştirin. Değişikliklerden sonra, artık aynı yerde olmadığımız anlaşılıyor. Şimdi bunları yapabilecek maddi koşullarımıza bakmamız gerekecek? Bunları yapmamız artık temel becerilerimizden ayrı koşullar istiyor: para, zaman, çevresel faktörler gibi. Eğer hala dünyaya dair algımızı değiştirmemizin bunlara yeteceği, en azından bir ikame sağlayacağı söyleniyorsa, hoş geldiniz, ideoloji alanındasınız.
İdeoloji kavramı kendi tarihi içinde öyle farklı anlamlarda kullanılmış ki, Terry Eagleton İdeoloji isimli kitabında bunların 16 tanesini sayabilmiş7. Ben bu yazıda ideolojiyi, Marx’ın kullandığı anlamıyla, maddi gerçeklikten ortaya çıkan yanlış düşünceler olarak kullanacağım. Burada gerçekliğin ideolojiyle çarpıtıldığını söylemeksizin, insanın bu sistemde emek gücünün metalaşması ve buna bağlı olarak kendi var oluşuna aykırı bir yaşama zorlanılması dolayısıyla ortaya çıkan bu gerçeğin kendisinin yanlış ya da baş aşağı durması sebebiyle oluşan bir yanlış düşünceden söz ediyorum8.
Film eleştirilerine dönecek olursak istediğimizde Hirayama gibi yaşamanın basit bir şey olduğunu düşünmek tam da bu sisteme içsel bir mistifikasyon, çünkü eğer Hirayama gibi olabilirsek, böylelikle hayatlarımız iyileşebilecek, ağrılarımız biraz hafifleyecek, bir nebze hayattan zevk alabileceğiz. Çünkü hayatlarımız kötü, ağrılarımızla yaşıyoruz, hayattan zevk almıyoruz. Hal böyleyken Hirayama olmak neden bu kadar zor olsun? Hem de her şey bu kadar minimalken?
Jinrikisha olarak Perfect Days
Bazen bir şeyi açıklamak için en küçük parçasından yola çıkmanız gerekebilir. Filmin içindeki birkaç saniyelik sekans Perfect Days filmini maddeci bir şekilde okumanın kavramını sunuyor: jinrikisha. Jinrikisha, Japoncada “insan gücüyle çekilen araba” anlamına geliyor. Filmin başında Hirayama, öğle arasında parkta ağacın dibinde filizlenen fideyi eve götürürken iki kişinin taşındığı bir jinrikisha’ya gözü takılıyor. Bu an birkaç saniyeden fazla değil. Bir işçi, iki kişiyi bu araçla taşıyor. Filmde büyünün bozulduğu en güçlü anlardan biri bu an. Yaşadığımız sistem halen birilerinin sırtında, birilerini taşıdığı bir sistem. İşte bu an bize şunu sessizce fısıldıyor: Bu film Hirayama’nın mükemmel günleri, başkalarının değil; her ne kadar yaşanan günler aynı da olsa…
Hirayama’ya biraz yakından baktığımızda göreceğimiz en önemli şey, onun tercih yapabilme özgürlüğü. Film okumalarında Hirayama’nın tercih yapabilme kapasitesi öne çıkarılsa da, bu kapasiteyi kullanabilme özgürlüğü hiç incelenmemiş. Böylece Hirayama’nın yaşamış olduğu hayatın minimal perspektifi sebebiyle, bu hayat basitmişçesine değerlendirilerek insanlar arasında kendiliğinden bir eşitliğin kurulmasına yol açmış gibi görünüyor. Halbuki İstanbul’daki bir tuvalet temizleyicisi açısından değerlendirdiğimizde Hirayama’nın yaptığı her şeyi yapabileceğini savunabiliriz ancak bunları ne kadar yapabilir, burası soru işaretleriyle doludur. Muhtemelen bu işçimiz Hirayama’dan çok daha fazla çalışıyordur, aldığı ücret kirasına ve geçimine anca yetiyordur ya da yetmiyordur ve bu hayatın sanatsallaşmasının bir tek imkanı olabilir: bir sanat yönetmeni tarafından filmi çekilmesi halinde… Bu elbette işçimizin kendi hayatına içkin bir sanatsallık değil, dışsal bir sanatsallıktır. Yazarlarımız bunu görmemektedir. Bertell Ollmann’ın Yabancılaşma isimli kitabında bahsettiği gibi: “İnsan dediğimiz şeyin özsel unsurları, bağımsız ve bazı durumlarda da her şeye muktedirmiş gibi anlaşılır; bu unsurların bireyle arasındaki bağlar, gerçekte olduklarından farklı görünür. Bu gerçekliğin çevresini saran düşünceler de bu gerçekliğin kusurlarına sahiptir.”9Böylelikle yazarlarımız bu baş aşağı çevrilmiş gerçekliğe ulaşmıştır: Hayat basitlikte, sadeliktedir, yaşamın tek anlamı yaşamaktır, insan her gün sevincini ele geçirmek zorundadır, bunu seçmeliyiz ve bu mutluluğa erişmek çok kolay!
Bu idealist bakışın eksik en önemli yanı, kişiye, maddi koşullarından bağımsız bir tercih imkanı sunmasında yatar. Hirayama varlıklı bir geçmişten gelmektedir. Bunu kız kardeşiyle yaşadığı konuşmadan anlayabiliyoruz. Yine filmin sonunda iş arkadaşı Takashi istifa ettiğinde, Hirayama bir günlüğüne fazla mesai yapmak ve bu sebeple rutinlerini aksatmak zorunda kalır. Hirayama bugünün akşamında hemen patronunu arar ve oldukça sinirli bir şekilde “sadece bugünlük bu işi yapıyorum, hemen birini bul” der. Buradan da görüldüğü üzere işçi sınıfının büyük çoğunluğunun aksine Hirayama çalışmak zorunda olan değil, işini seçen ve gerektiğinde de bırakabilecek bir kişidir. Çoğu yazar tarafından atlanan kısım, filmde görünürlüğü en az kısımlardan biri olan Hirayama’nın maddi koşullarıdır.
Hirayama bu varlıklı koşullar içerisinde kendi hayatını inşa etmiş, müzik zevklerini oluşturmuş, doğayla kurduğu ilişkiyi derinleştirmiş ve bir bütün olarak hayatını sanatsal bir sarmalın içine sokmuştur. Karl Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’indeki ünlü pasajıyla10 belirmek gerekirse: “İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yapar; ama onu özgür iradeleriyle değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil, dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar.” Nitekim bunu Hirayama’yla aynı yerde çalışan ve kendisinden oldukça genç Takashi’yi düşündüğümüzde hemen görürüz. Bu iki karakter bambaşka toplumsal koşullardan gelmiştir. Takashi’nin ücreti kendisine yetmez, parası ay sonu gelmeden biter, çalışmak zorundadır ve iş ona bu zorluklar içinde Hirayama gibi gözükmez. Bu koşullar altında Takashi’ye Lou Reed dinle demek, hayatını basitleştir, detayları önemse demek Takashi’nin hayatında bir şeyi değiştirmez. Takashi kendisini oluşturan toplumsal koşulların bir yansımasıdır ve bunu ancak bu şartlar ekseninde değiştirebilir. Hirayama gibi bir tercih özgürlüğü yoktur. Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz’de11 bu durumu şöyle açıklar: “Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” Bu yüzden Takashi gözümüze “daha gerçek” bir tuvalet işçisi olarak gözükür.
Özgürlüğün maddi doğası atlanarak, insanları düşüncelerinde, hayatlarını idame edişlerinde doğru olan yaşamı seçmemelerini onların zihinlerine ait bir tercihmiş gibi göstermek ideolojik bir bakış açısıdır. Karl Marx, Kapital’in 3. Cildinde12 özgürlüğün maddi doğasına ilişkin oldukça önemli belirlemeler yapar:
“Özgürlük dünyası, gerçekte, ancak, zorunlulukla ve dışsal amaca uygunlukla belirlenen çalışmanın son bulduğu yerde başlar; yani, konunun doğası gereği, gerçek maddi üretim alanının ötesinde yer alır. İlkel insan, gereksinimlerini karşılamak, yaşamını korumak ve yeniden üretmek için nasıl doğayla boğuşmak zorundaysa, uygar insan da aynısını ve tüm toplum biçimlerinde ve olası tüm üretim tarzlarında yapmak zorundadır. Gelişmesiyle birlikte, gereksinimleri arttığı için, bu doğal zorunluluk dünyası genişler; ama aynı zamanda, bu gereksinimleri karşılayan üretici güçler de genişler. Bu alandaki özgürlük, yalnızca, toplumsallaşmış insanın, birleşmiş üreticilerin, kör bir güç olarak doğa tarafından hükmedilmek yerine, doğayla olan bu alışverişlerini akılcı bir şekilde düzenlemeleri, onu kendi ortak denetimleri altına sokmaları (ve bunu, en az çaba harcayarak ve kendi insan doğalarına en yaraşır ve en uygun koşullar altında yapmaları) olabilir. Ama bu, her zaman, bir zorunluluk dünyası olarak kalır. Bunun ötesine geçildiğinde, insan gücünün kendi başına bir amaç olan gelişmesi, gerçek özgürlük dünyası başlar; ama bu da, ancak, kendi temeli olarak zorunluluk dünyası üzerinde çiçeklenebilir.”
Nitekim Engin Ertan’ın, filmin yönetmeni Wim Wenders ile yaptığı söyleşide13 başarılı yönetmen Hirayama ile ilgili şunları söylemektedir:
“Nostaljinin doğru bir duygu olduğunu düşünmüyorum, bence kimseye bir faydası yok. Eski güzel günleri anmak olumlu değil, bilakis olumsuz bir yaklaşım. Hirayama bugünün tüm imkânlarına uyum sağlamış birisi değil. Evinde televizyon yok, internet kullanmıyor, akıllı telefonu yok… Fakat günümüzde yaşıyor. Çok fazla olasılık arasında kaybolmaktansa, hayatında eksiltmeye giderek ve daha az tüketerek mutlu olmayı seçmiş. Önceden muhtemelen varlıklı olduğunu ve daha ayrıcalıklı bir hayat sürdürdüğünü tahmin etmek mümkün. Şimdiyse tuvalet temizleyerek geçiniyor. Bunun zorunluluktan kaynaklanmadığı, bir tercihin sonucu olduğu çok açık ve filmi izleme sürecinde Hirayama’nın ne kadar özgür olduğunu görüyoruz. Aslında bu içten içe hepimizin özlemini çektiği bir şey.”
Görüldüğü gibi Wim Wenders ile Marx’ın özgürlüğe ilişkin sözleri örtüşmektedir. Hirayama özgürdür, çünkü zorunlu ve dışsal amaca uygunlukla belirlenen çalışması söz konusu değildir. Bu kapitalizmde yalnızca çok küçük bir azınlığın özgürlüğüdür, çoğunluğun değil. Bu özgürlük olmaksızın yaşadığımız dünya bir zorunluluklar dünyasıdır. Elbette bu zorunluluklarda küçük çatlaklar yaratılarak mutlu olunabilecek “anlar” yaratılabilir, ancak bu anlar bir bütün olarak Hirayama gibi yaşamak anlamına gelmez.
Sonuç olarak, Hirayama gibi yaşamak basitleştirilemeyecek bir koşulun gerçekleşmesine bağlıdır: zorunlulukla ve dışsal amaca uygunlukla belirlenen çalışmanın bitmesi. Kapitalizmde bu sadece küçük bir sınıfın özgürlüğüdür. Bu özgürlük içerisinde tercih yapabilme mefhumundan bahsedilebilir. Bunun dışındaki öneriler, maddi gerçeklikleri göz ardı ettiği için ideolojinin gölgesinden kurtulamaz. Burada Hirayama olmanın çok zor olduğundan söz etmiyorum hatta yazarların bahsettiği biçimiyle bir yanıyla Hirayama gibi yaşamak gerçekten basit bile görülebilir. Ama bu basitlik kapitalizmde vuku bulamaz, aksine oldukça istisnadır; bu basitlik ancak toplumcu bir üretim tarzıyla mümkün olabilir. Eğer Hirayama’nın hayatından, kendimize, başka bir dünya arıyorsak, öncelikle toplumsal olarak başka bir dünya mümkünü arzulamalı, istemeli ve değiştirmeye başlamalıyız. İşte o zaman jinrikisha süren işçimiz sırtından insanları indirecek ve jinrikishayı bir müzeye kaldıracak, müze bahçesindeki ağaçların yapraklarından süzülen ışık hüzmelerine, komorebiye bakıp gülümseyecek… Arka planda işte o zaman Lou Reed’ten Perfect Day başlayacak çalmaya… İşte bizim mükemmel günlerimiz…
- Perfect Days bu yazının yazıldığı esnada Mubi platformunda erişime açıktı. Filmi bu platformdan izleyebilirsiniz. Film hakkında genel bilgi için: https://en.wikipedia.org/wiki/Perfect_Days Erişim tarihi: 26.06.2024. ↩︎
- Filmle ilgili maddeci perspektifle yazılmış yazılar da mevcut. Pınar Öğünç’ün Evrensel’de yayınlanan “Hirayama pansumanı, Saito, hijyen ve huzur” isimli bu minvaldeki yazısı için: https://www.evrensel.net/yazi/94871/hirayama-pansumani-saito-hijyen-ve-huzur Erişim Tarihi: 26.06.2024. Bunun karşısında yazım kapsamında kullanmadığım idealist pek çok okuma da mevcut. İnternette küçük bir araştırma ile bunlar da okunabilir. Bu yazı bu okumaları da karşısına alıyor. ↩︎
- Kōji Yakusho Perfect Days filmiyle göstermiş olduğu başarılı performansla 76. Cannes Film Festivalinde en iyi aktör ödülünü kazanmıştır. Başarılı oyuncu hakkında ayrıntılı bilgi için: https://en.wikipedia.org/wiki/Koji_Yakusho Erişim tarihi: 26.06.2024 ↩︎
- Işıl Tanımaz, “Küçük şeyler sevindirir ruhumu”, Yıldız Sinema, erişim tarihi 26 Haziran 2024, https://yildizsinema.com/kucuk-seyler-sevindirir-ruhumu-perfect-days-2023-incelemesi/ ↩︎
- Selin Tanyeri, ” Şimdi Şimdidir: Perfect Days (2023)”, Film Hafızası, erişim tarihi 26 Haziran 2024, https://filmhafizasi.com/simdi-simdidir-perfect-days-2023/ ↩︎
- Recep Açıkgül, ” Perfect Days: Mutlu Olmak”, Yıldızsız, erişim tarihi 26 Haziran 2024, ↩︎
- Terry Eagleton, İdeoloji, çev. Muttalip Özcan (Ayrıntı Yayınları, 1996), s.18. ↩︎
- Eagleton, İdeoloji, 128-129: “Bir kez daha belirtecek olursak, bütün bunlar öncelikle yanlış-algılayan bir bilinç meselesi değildir: daha çok, kapitalizmin ekonomik yapılarının kendi içlerine inşa edilmiş olan bir örtbas etme tavrı ya da ikiyüzlülük vardır; öyle ki kendini bilince aslında olduğundan farklı bir biçimde sunmamak elinde değildir. Mistifikasyon, sistemin gerçek karakterine nüfuz etmiş olan, âdeta “nesnel” bir olgudur: bu sistemin gerçekten içerdiği şeyler ile içlerinde bunların kendilerini zihne kendiliklerinden sunduğu fenomenal biçimler arasında kaçınılmaz bir yapısal çelişki vardır.”; Hüseyin Özel, “Marksist İdeoloji Kavramı,” İktisatta Bir Hayalet: Karl Marx” içinde, der. Sevinç Orhan, Serhat Koloğlugil ve Altuğ Yalçıntaş (İletişim Yayınları, 2012), s.65; Gökhan Atılgan, “Marx’ta İdeoloji: Kapitalizmin Devrimci Eleştirisinin Bir Olanağı,” Praksis Dergisi, sayı 4, güz 2001, s. 21. ↩︎
- Bertell Ollman, Yabancılaşma, çev. Ayşegül Kars (Yordam Kitap,2008), 219. ↩︎
- Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, çev. Erkin Özalp (Yazılama Yayınevi, 2009), 15. ↩︎
- Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, çev. Sevim Belli (Sol Yayınları), 25. ↩︎
- Karl Marx, Kapital III. Cilt, çev. Mehmet Selik ve Erkin Özalp (Yordam Yayınları, 2015), 806. ↩︎
- Engin Ertan, ” Wim Wenders ile Mükemmel Günler Üzerine Söyleşi: ‘Nasıl Yaşamalıyız?’”, söyleşi, Altyazı, 12 Nisan 2024, erişim tarihi 26 Haziran 2024, https://altyazi.net/soylesiler/wim-wenders-ile-mukemmel-gunler-uzerine-soylesi/ ↩︎