TUNCAY ŞUR / [email protected]
“Gök gürledi, yer inledi
Ortalık sessizleşti, karanlık çöktü
Şimşekler çaktı, yangın çıktı
Kıvılcımlar parladı, ölüm yağdı”.
(Gılgamış, Tablet.4)
15 Eylül’den bu yana Rojava’nın üç kantonun’dan biri olan Kobanê’de olup biten tam da böyle bir şey.
DAİŞ çetelerinin saldırıları karşısında Kobanê savunması 100. Gününü aştı. Modern ötesi zamanların destanının yazıldığı Kobanê direnişi, sadece medeniyetin kadim topraklarından bu coğrafyanın halklarının kurtuluşu için yakılan bir meşale değil aynı zamanda tüm insanlık için bir umut kıvılcımı oldu. 100 günlük Kobanê direnişi yüz yılı aşkın bir zamandır irili ufaklı emperyalist ellerin çekip çekiştirdiği topraklarda kapitalist modernitenin kendini yeniden ürettiği bir alan olan ulus devlete ve genel olarak “iktidara” yöneltilmiş bir itiraz namlusu oldu. Bütün dünyanın Kobanê’ye bakmasının ve fakat Kobanê’yi görememesinin-görmezden gelmesinin nedenlerinden kanımca en önemlisi de budur.
TC Cumhurbaşkanı’nın 7 Ekim’de büyük bir iştahla Kobanê’nin düşmek üzere olduğunun “müjdesini” vermesi, emperyalist-kapitalist sistemin Kobanê’yi ancak çıkarları tehlikeye düştüğü anda, kısmen, görmek zorunda kalmaları iki örneğin temsil ettikleri paradigma bağlamında anlaşılabilir. Ancak hem uluslar arası hem de Türkiye’deki bazı sol ve demokrasi güçlerinin dahi Kobanê’de 100 gündür olup biteni var olan politik gramerlerinde nereye oturtmaları gerektiği noktasında bir karmaşa içinde oldukları kanaatindeyim. Pınar Öğünç’e konuşan David Graeber, Batılıların Rojava’da olup bitenin gerçekten bir devrim olup olmadığı konusunda belirsizlikler taşıdığını vurgulaması ve bu belirsizliği oryantalist bakış açısına bağlaması oldukça çarpıcı. Graeber’in “Kürdistan’da insanların Judith Butler okuyabileceği akıllarına gelmiyor” ifadesi ise batılı bir gözün Rojava’ya –Kobanê’ye bakışını özetleyen bir cümle. Şüphesiz bu tespit, enternasyonalist dayanışma amacıyla Kobanê’ye gelen ya da direnişi destekleyen sol-sosyalist-anarşist ve demokrasi güçlerinin var olmadığı anlamına gelmiyor. Kapitalist-modernist aklın Ortadoğu’ya oryantalist gözlüklerle bakması salt batıya içkin bir durum değil, Rojava Kürdistan’ında ve Kobanê’de olup biteni mevcut politik gramerlerinde nereye koyacaklarını bilmeyen ve bu topraklar üzerinde varlık göstermeye çalışan kimi sol (ulusalcı) güçler ise “iç oryantalist” bir bakış açısıyla mevcut durumu tahlil girişimlerine yelteniyor. Tam da bu sebeptendir ki “Kobanê siyaseten” düşmüştür demekten herhangi bir beis görmüyorlar. Neden? Çünkü hem uluslar arası hem de bu topraklardaki bazı “sol” –demokrasi güçleri zihinlerindeki “müstakbel-gerçek-hakiki” devrimi ve direnişi Kobanê’de göremiyorlar. Görememelerinde devrimin ve direnişin “devletten, ulustan, iktidardan ve egemenlikten” azade bir zemin üzerinde gerçekleştirilebileceğini, devrimin “ben” den “benin değerliliğinden” toplumsala, tabandan yukarı doğru yükselen bir ağ içinde örülebileceğini tahayyül edememeleri başat rol oynuyor. Ancak 100 günlük Kobanê direnişi ve 2012’den beri ayakta duran Rojava devrimi ve bu devrimin üzerine bina edildiği demokratik özerklik modeli hem Kürdistan ve Ortadoğu için hem de tüm dünya halkları için yeni bir umut.
100 Günlük Direnişin Gösterdiği
Devletten ve iktidardan uzak bir devrim örülebilir. Sınıfsal, ırksal, dinsel, cinsel hegemonyayı kırarak, yeni iktidar ve tahakküm kurumları oluşturmadan sürekli daha fazla özgürlük vaat ederek bir devrim örülebilir. Demokrasiyi kapitalist modernitenin ve ulus devletin tekelinden çıkararak, “demokrasiyi ulussuzlaştırarak” bir devrim örülebilir. Başta kadın olmak üzere, her bir tikel birim devrimin kurucu öznesi ve yaratıcı gücü olabilir.
1871’de yakılan komün ateşi, 143 yıl sonra insanlığın beşiği olan Mezopotamya’da tekrar harlandı. Bu ateşe bir kıvılcım olmaya gelen Türkiye ve dünyadaki dün devrimci güçler 21.yy’ın devrimini birlikte gerçekleştiriyorlar. 100 gündür Kobanê’de ve sınırın Türkiye tarafından devrime sahip çıkan ismini bilip bilmediğimizi her bir birey bu devrimin bir öznesi, yaratıcısı ve bir sonraki güne taşıyıcısıdır.
Pınar Öğünç’un Greaber’le yaptığı mülakattan bir alıntıyla bitireyim. Greaber, ambargo koşullarında yaşayan Rojavalılara daha iyi hediyeler getiremedikleri için Cîzîr Kantonu ekonomi bakanı yardımcısı Amina’dan özür diliyor. Amina’nın verdiği cevap Rojava devriminin özünü anlatan bir cümle.
“Sonuçta hediye önemli değil. Biz kimsenin çıkarıp veremeyeceği bir şeye sahibiz. Biz özgürüz. Siz değilsiniz. Keşke özgürlüğümüzden siz de vermenin bir yolu olsaydı.”