TOLGA TÖREN yazdı: “‘Onlar’, devrime olan inançları, kararlılıkları ve devrimci dayanışma bilinçleriyle Türkiye sosyalist hareketinin onurlu tarihinde yerlerini çoktan aldılar.”
TOLGA TÖREN
Bundan 47 yıl önce, 30 Mart 1972 tarihinde, Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde gerçekleştirilen ve 10 devrimcinin ölümü ile sonuçlanan katliam, Kızıldere Katliamı, Türkiye sermayesinin ve devletinin, devrimcilerin kararlılığından ve dayanışmasından duydukları korkunun bir göstergesi niteliği taşıyor.
Katliam, Türkiye kapitalizminin, 1980 askeri darbesinin de gösterdiği üzere, devrimcileri ezmede ve ülkenin sosyal yapısını emekçiler aleyhine dönüştürmede daha da pervasızlaşabilmesinin önemli adımlarından birisini oluşturdu.
Bir diğer ifade ile Türkiye kapitalizmi için İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan sürecin 1980’ler ve nihayet 2000’lerde mantıki sonuçlarına ulaşabilmesinde önemli rol oynadı.
1950’ler: Türkiye komünizme karşı üs
Malum, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, 1950’ler boyunca, Türkiye’de, bir yandan ABD’den aktarılan kaynaklarla, ticaret sermayesinin, yani tüccar ve büyük toprak sahiplerinin egemen olduğu bir yapıdan, sanayi sermayesine dayalı birikim sürecine geçişin şartları oluşturuldu, bir yandan da TSK, ABD ordusuna benzer bir yapıya büründürüldü.
Aynı dönemde, onlarca subay ve sendikacı, ABD’de komünizmle mücadele ve sınıf uzlaşmacı sendikacılık eğitimine tabii tutuldu.
1960’lar: Sınıf mücadelesi yükseliyor
27 Mayıs askeri darbesi ile başlayan 1960’larda, bir yandan sanayi sermayesine dayalı birikim süreci hızlandı, diğer yandan da, kırdan kente göçün etkisiyle, işçi sınıfı sosyolojik ve politik bir aktör olarak varlığını daha fazla hissettirmeye başladı.
1963 Kavel direnişi, 1964 Sungurlar Kazan Fabrikası Grevi, 1965 Kula ve Yün Mensucat direnişi, 1966 Paşabahçe grevi, 1967’de DİSK’in kurulması, 1969 Demir-Döküm ve Gamak direnişleri ve 15-16 Haziran 1970 ayaklanması, işçi sınıfı mücadelesinin önemli örneklerini oluşturdu.
Devrimci mücadele keskinleşiyor
Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 1965 seçimlerinde Meclis’e 15 milletvekili göndermesi ve sonrasında TİP parlamentarizmini gerçekçi bulmayan devrimcilerin, kurdukları TİKKO, THKO ve TKHP-C gibi örgütler aracılığıyla işçiler, köylüler ve gençlik içerisinde önemli bir örgütlülük düzeyine ulaşması, dahası devrim düşünü gerçek yapmaya soyunması ise sosyalist hareketteki devinmenin işaretleri idi.
12 Mart 1971: Sermayenin yanıtı
Sermayenin ve devletin, yükselen sınıf hareketine ve sosyalist harekete cevabı gecikmedi. Devlet destekli, faşist komando kampları ve Komünizmle Mücadele Dernekleri görevlerini ifa etmeye, devrimciler üzerinde terör estirmeye çoktan başlamışlardı. 1969 “Kanlı Pazar”ı ve ardından Taylan Özgür’ün öldürülmesi bunun en önemli göstergesiydi.
Öte yandan, devletin sermaye sınıfının ihtiyaçlarına dönük önlemleri faşist saldırılarla sınırlı kalmadı. Birincisinden farklı olarak İkinci ve Üçüncü Kalkınma Planları’nın özel sektörün ihtiyaçlarını dikkate alan bir şekilde hazırlanması bunun ilk göstergesi idi. İkinci ve daha kanlı olanı ise 12 Mart 1971 tarihinde gelen askeri muhtıraydı.
Kızıldere: Devlet öldürmeye kararlı
Muhtıranın hemen ardından yakalanan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, kararı belli bir mahkeme tarafından yargılanmaya başlandı. Denizlerin idamını engellemek için THKP-C üyeleri Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Nihat Yılmaz, Ertan Saruhan ve Ahmet Atasoy, Ünye Radar üssünden kaçırdıkları iki İngiliz, bir Kanadalı teknisyenle birlikte, THKP-C üyesi Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet Alp ile THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna’nın daha önceden yerleştikleri Tokat’ın Niksar ilçesi, Kızıldere Köyü’ne geçtiler.
Aldıkları istihbarat sonucu köye askeri yığınak yapan güvenlik güçleri, devrimcilerin saklandıkları yer ile ilgili bilgi almak için köy muhtarının kapısını çaldığında, muhtar devrimcilerin kendi evinde saklandıklarını ihbar etti.
10 genç devrimciye karşın binlerce asker ile evin çevresi sarıldı. Dönemin Başbakanı Nihat Erim’in, “yakın o köyü, bir köy eksik kalsın, ne çıkar” ifadesinin de gösterdiği gibi, devletin niyeti çoktan ortaya konmuş durumdaydı. Devrimciler ise, ölmek pahasına teslim olmayı reddettiler.
Güvenlik güçlerinin, makineli tüfekler, havan topları ve bombalarla gerçekleştirdiği saldırı saatler sürdü, 10 devrimci hayatını kaybetti, Ertuğrul Kürkçü sağ ise yakalandı.
Failleri yargılanmadı
Dönemin Başbakanı Nihat Erim’in, yakın dönemde yayınlanan günlüklerinde itiraf ettiği gibi, çatışma sonrasında sağ yakalanan devrimciler olmuş, ancak güvenlik güçlerince öldürülmüştü. Ve darbelerle hesaplaşıldığı iddia edilen günümüz Türkiye’sinde, Kızıldere’nin failleri hala yargı önüne çıkarılabilmiş değil.
Ancak “onlar”, devrime olan inançları, kararlılıkları ve devrimci dayanışma bilinçleriyle Türkiye sosyalist hareketinin onurlu tarihinde yerlerini çoktan almış durumdalar.
***Bu yazı ilk olarak Ekmek ve Özgürlük dergisinin Mart 2010 tarihli 7.sayısında yayımlanmıştır.