“İnkılâp Nedir?”: 2. Emperyalist Evren Savaşı sırasında kaleme alınmış ve 1967 ya da 1968 yılı yeni yazıyla daktiloya geçirilmiş çok değerli bir incelemesidir Kıvılcımlı’nın. 12 Mart’tan az önce Ankara’da teksir makinesiyle çoğaltıldığı biliniyor. Orijinal elyazması, Sıkıyönetim üzerine, Kıvılcımlı’nın direktifiyle imha edilmiştir.
“Berlin’de çıkan ‘Devrim Nedir?’: Teksiri esas almış, eserin tümünü yayınlamış, sadece bazı eski kavramların yerine yenilerini koymuş bir baskıdır.”(Fuat Fegan, Dr. Hikmet Kıvılcımlı Bibliyografyası, s. 74)
Kıvılcımlı sağlığında bu eserini yayınlamamış, teksir halinde bile olmasına karşı çıkmış. Bunun nedenlerini, diğer sayfalarımızda tanıttığımız “Durum Yargılaması” kitabına esas olan konferansta Kürt sorunu konusundaki soruya verdiği cevapta kısmen buluyoruz. Şöyle diyor:
““Ancak, demin o silahlı savaş, falan filan meselelerinde olduğu gibi, bu konunun da böyle geniş salonlarda, tamamen demokratik bir hava içinde tartışılıp, konuşulup, çözüme bağlanacak konulardan olmadığına kaniim” (Durum Yargılaması s.66)
Yine o günlerde yani 12 Mart Muhtırası’na haftalar kala yazdığı çok önemli “Yeter Be!” yazısında da şunları yazar:
“Silah sözcüğünün salavatla ağıza alınacağını, onu da ancak ehil olanın, yerinde alabileceğini pratikçe kavramıyor.” (Yeter Be! Sosyalist, 2 Şubat 1971)
Kıvılcımlı yaşamı boyunca örgütlü mücadeleye inanmış, örgütsüz yapılan eylemlerin en azından sonuçsuz kalacağını bilir, yazar ve yaşar. Gerek “silahlı mücadele”, gerekse “Kürt sorunu”nda , salonlarda açık tartışmalar yerine, örgütlü olarak “Bu, ancak eylemlerin konuştuğu bir alandır. Ben bu kadar söylüyorum.” Demekle yetinir. “Yeter Be!” yazısında dediği “ancak ehil olanın” vurgusu da partili, örgütlü milislerinden başkası değildir.
Teksirle çoğaltılmasının ardından yapılan bütün baskılarda teksir metni esas alınmıştır. 12 Mart sonrası ilk baskı 1974 Ağustos ayında Berlin’de Derleniş Yayınları tarafından yapılmış. Aralık 1974’te ise o zamanki Türkiye Sosyalist İşçi Partisi yayın organı olan İLKE dergisinde eksik olarak sadece 37 sayfalık bölümü yayınlanmış. Bu eksik yayınlanmış bölüm hakkında da şöyle yazıyor F. Fegan:
“İLKE ise, sadece ilk kısmını yayınlıyarak eseri piç etmiştir. ‘Yukarıda sayılan bütün alâmetler belirdi ve iş o raddeye geldi mi, artık pratik ihtilâle, yâni İSYAN kapısına dayanılmıştır.’ deyip sözünü bitirir duruma düşürüldü Kıvılcımlı. Oysa eserde, 50-60 kitap sayfası boyunca asıl bundan sonraki gelişmeler de incelenmektedir.”(Bibliyografya, s. 74)
Devrim Nedir? Eseri daha sonra da başka yayınevleri tarafından yayınlandı. Derleniş Yayınevi, Alaz Yayıncılık ve en son Sosyal İnsan Yayınlarınca da basıldı.
Kitapta ilk olarak Devrim’le Savaş’ın benzerlikleri ve farkları anlatılır. Bu konuda şu tespiti ile yetinelim:
“Devrim, çokluğun ve büyük kitlelerin çıkarı uğruna yapılır.
“Onun için, savaşa ancak nüfusun azlığı ve o da zorla sokulabilir. Devrime en büyük kitleler kendiliğinden, gönüllü olarak atılırlar. Savaşta asıl muharebeyi yapan cephedeki kuvvetler çok defa yüz binleri geçmez. Muharipler [Savaşçılar] nadiren milyonları bulur. Devrime bir anda milyonlar ve on milyonlarca insan bilfiil ve hep birden katılır.
“Her memlekette beslenen ordularla yaşayan kitlelerin sayılarını göz önüne getirmek, savaş ile devrimin nicelik (kantite: kemiyet) farkını, sayı başkalığını anlatmaya yeter. (s. 12)
Savaşla Devrimin Diyalektiği bölümünde de savaşla devrimin birbirini etkilemesini çeşitli yönlerden inceledikten sonra şu sonuca varılır:
“Savaş, aynı egemen sınıfların, aynı ekonomik ve politik düzenlerini ayakta tutabilmek için, birbirlerine karşı giriştikleri bir savaştır. Bu bakımdan, biraz derinliğine kurcalanırsa, savaşın da altından çapanoğlu gibi REJİM MESELESİ çıkar. Yalnız, rejim meselesinde savaşın devrimden iki farkı vardır:
“1) Devrim rejimi yıkmak için yapılır, savaş rejimi korumak için yapılır.
“2) Devrim doğrudan doğruya bir rejim yıkma savaşıdır, savaş dolaylı yoldan bir rejimi koruma savaşıdır.
“Onun için, somut oluşları sırasında gerek savaş, gerekse devrim kendi diyalektiklerinin momentlerini son hadlerine dek geliştirirler. Onun için savaşın ve devrimin yalnız dış biçimlerine bakmak insanı aldatabilir. Adları savaş veya devrim olan olaylar muhtevalarına [içeriklerine] bakılarak değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme savaşın yahut devrimin SINIF İLİŞKİLERİ’ne göre yapılabilir.”(s. 19-20)
Sonraki bölümde Devrimin Olağanüstü Diyalektiği bahsi gelir. Bu başlıkta Devrim diyalektiğinin olumlu ve olumsuz yanlarına değinir Kıvılcımlı. Devrimi diyalektiğinin olumsuz yanları olarak, devrim güçlerinin ve isteğinin gücü karşısında karşı devrim cephesinin artan direnişi ve karşıdevrimin öz gücü olan sermaye kesimlerinin sıkılaşan ittifaklarını gösterir. Ancak bu olumsuzluk tek başına olamaz. Diyalektik zıddı olarak, devrim cephesinin de hem gücünü hem de ittifaklarını pekiştirmesini sağlar. Ayrıca savaş ve devrim zıtlıkları çözüme ulaştırma bakımından da birbirinin zıddı özellikler gösterirler:
“Savaş da, devrim de insan toplumunda kördüğüm olmuş bir çıkmaza yol açmaktır. Sosyal kördüğümleri çözmek, her iki durumda zorla yapılır. Yalnız savaş, her iki düşman memleketin üstün sınıflarının çıkarları uğruna patlak verir. Devrim ise, alt ve üst sınıfların arasındaki zıtlıklardan doğar.
“Savaşta bir taraf mağlup edilince, mesele galip taraf lehine hallolunur. Devrim, zıtlıkları kitlelerin doğrudan doğruya mücadelesiyle halleder. Devrimin meseleleri halledişi, savaşın kördüğüm çözüşünden iki karakterle bambaşka olur:
“a) Kesince halletmek,
“b) Evrensel halletmek… (s. 24-25)
Kitaptan özetlersek:
Savaş, zıtlıkları geçici olarak ve üstünkörü halleder. Zıtlıklar bir süre gizlendikten sonra aynen ya da farklı olarak yeniden nüksederler. 1. Emperyalist Savaştan kısa bir dönem sonra emperyalistler arası çekişme yeni ve çok daha kanlı bir paylaşım savaşına yol açmıştır örneğin. Oysa devrim, sorunlar kökünden ve geri dönmemecesine halleder. Ayrıca, savaş genellikle olduğu bölgede çözümler oluşturur. Oysa devrim, karakteri icabı direk ve dolaylı yoldan evrensel sonuçlara yol açar.
Kitabın ikinci ana bölümünde Devrim’in ne olduğu tarif edilir.
İnsan topluluğunun iç değişimleri başlıca reformlar ve devrimlerle olur. Reform ve devrim birbirlerinin zıddı gibi görünmelerine rağmen, her biri diğerini etkileyen ve tamamlayan durumlardır:
“Evrende olan bütün değişiklikler başlıca iki aşama geçirerek olurlar:
“1) Tedrici tekâmül (evrim), zıtlıkların basamak basamak birikme aşamasıdır. Buna NİCELİKÇE BİRİKME denir. Ana karnında tohumun çocuk haline gelinceye kadar geçirdiği gebelik devrinin değişiklikleri bir evrim yahut nicelikçe birikiştir.
“2) Devrim, eski nitelikten bambaşka olan yeni bir niteliğe atlayıştır. Bu sıçramaya NİTELİKÇE DEĞİŞME denir. Çocuğun ana karnından dış dünyaya gelmesi, gürültülü ve kanlı hadiselerle doğması bir devrim, bir nitelikçe değişiştir.
“İşte gerek doğada, gerek toplumda bütün değişiklikler bu iki aşamalı evrelerden, iki basamaklı konaklardan birisi yahut ötekisi biçiminde görülür. Bu iki konaktan birincisi olmaksızın, yani nicelikçe birikme olmaksızın, ikinci konak, yani nitelikçe değişme meydana gelemez.”( s. 31)
Bu tanımların toplumlardaki karşılığı da anıldığı gibi aynen böyle olur:
“Toplum içinde nicelikçe birikme şeklinde olan derece derece evrim döneminin değişikliklerine REFORM (Islahat) denir. Bir insan topluluğunun rejimi sosyal bir niteliktir. Bu rejim düzeni içinde kalmak şartıyla olan değişiklikler Reform adını alır.” (s 31)
Keza:
“Eğer toplulukta görülen değişiklik sosyal düzenin temelinde, rejimin niteliğinde olursa, o değişikliğe devrim denir. Mesela, bütün fabrika ve işletmelerin İşçi Sınıfına, toprakların çalışan köylülere geçmesi, siyaset ve devlet idaresinde işçi ve köylülerin egemen olmaları, sermaye ve büyük arazi sahiplerinin ortadan silinmeleri kökten bir altüstlüktür, bir nitelik değişmesi, bir devrimdir.” ( s. 32)
Yine kitaptan öğreniyoruz ki, reformu genellikle hakim sınıflar yapar. Amaçları mevcut düzeni korumak, düzen karşıtlarını REFORM aldatmacalarıyla etkisizleştirmektir. Oysa devrimi ezilen sınıf ve tabakalar, hakim sınıfların egemenliğini kırıp, onların sömürüye dayalı geri rejimlerini yıkıp, sömürüsüz daha ileri bir düzen kurmak için DEVRİM yaparlar.
Daha sonraki bölümde devrimin oluş şartları incelenirken, ayrıntıyla Fransız Devrimi’nin tarafları (Jakobenler, Jirondenler ve Blankistler) ve görüşleri incelendikten sonra sonuçlar çıkarılır. Devrimin ekonomik, sosyal ve sınıfcıl sebepleri ortaya konur ve üçüncü ana bölüm olan Devrim ve Kitle ilişkisine gelinir:
“Sosyal devrim demek, bütünüyle topluluğun değişmesi demektir. Böyle bir değişiklik, ne bir tek kişinin dehası veya gücüyle, ne bir zümrenin ve hatta ne de bir sınıfın çabasıyla olamaz. Büyük yığınların hareketi devrim yaratır. Ancak, devrim bir kitle hareketi olduğu gibi, kitle hareketi de ancak bir parti hareketi ile yürür. Bu bakımdan, devrimle kitlelerin ilişkilerini göz önüne getirmek için, bir yandan devrimle doğrudan doğruya kitlelerin, öte yandan kitlelerle Partinin karşılıklı ilişkileri bilinmelidir.”(s. 47)
Bundan sonraki sayfalar, bu alıntımızda anlattıklarının nasıl kavranıp hayata geçirileceği ile ilgilidir. DEVRİMLE KİTLENİN KARŞILIKLI İLİŞKİLERİ başlığında, çeşitli alt başlıklarla devrim kitlesinin etkilenmesi, devrimin başarılıp sürdürülmesinde kitlenin rolü gibi konular işlenir. Keza aynı bölümün devamında KİTLE İLE PARTİNİN KARŞILIKLI İLİŞKİLERİ başlığında, yine çeşitli alt başlıklarla bu defa devrim kitlesi ile öncü sınıf partisinin karşılıklı ilişkileri ve bu ilişkilerin önemi anlatılır.
Dördüncü ana bölümün başlığı DEVRİM DURUMU’dur. Bu bölümde devrim durumu nedir, hangi belirtilerden anlaşılır gibi daha çok pratiğe dönük konular ayrı ayrı işlenir. Neye bakacağız peki?
“Bir memlekette aranacak genel devrim şartları başlıca iki büyük gruba ayrılır:
1- Objektif devrim şartları: Yani insan iradesine tabi olmayan, daha doğrusu teker teker bütün kişi iradelerini tayin eden durumdur.
2- Sübjektif devrim şartları: Objektif şartlar dolayısıyla harekete geçen insan iradelerinin o şartları gereğince gerçekleştirebilecek bilince ve davranışa erişmiş olmalarıdır.”(s. 69)
Objektif devrim şartları olarak, Ekonomik, Tarihi ve Politik krizlerden bahseder ve bu başlıkları açar. Oradan da Sübjektif devrim şartlarına geçeriz. Sübjektif şartlar olarak da: Öncü PARTİ’nin devrime hazır oluşu ve partinin öz güç olan SINIFI devrime hazır edişi anlatılır.
“Toplulukta bütün sınıfların ve bütün zümrelerin karşılıklı durumları, ilişkileri, etki-tepkileri hesaba katılarak hareket edildiği zaman, şu üç sonucu elde etmemezlik olamaz:
1- Karşı devrim Cephesinde: Devrim düşmanı kuvvetler birbirleriyle çekişerek yıpranırlar.
2- İkisi Arası Kuvvetler: Yani, devrimle karşı devrim arasında sallanan küçük burjuva eğilimleri rezil olurlar.
3- Devrim Cephesinde: İşçi Sınıfı kesin kuvvetlerini işveren sınıfı aleyhine çevirmeyi başarır.
Bu kısa açıklamadan anlaşılıyor ki; sübjektif devrim şartları aynı zamanda hem PARTİ’nin, hem devrimci SINIF’ın, hem de KİTLELER’in devrime elverişli bir psikoloji ve ideoloji tesiriyle hazır bulunmaları demektir. Bu üç başlı kuvvetlerden ve şartlardan birinin eksikliği, devrimin sübjektif şartlarının yerine gelmediğini gösterir.”(s 75-76)
DEVRİM DURUMUNUN BELİRTİLERİ başlığını ise Lenin Usta’dan bir alıntıyla başlatır. Biz de tüm bölümü özetleyen bu alıntıyı alalım:
“Genel olarak devrim durumunun alametleri (belirtileri) nelerdir?
Başlıca şu üç alameti öne sürersek muhakkak yanılmış olmayız:
1) Egemen sınıfların kendi devletlerini değişmez tarzda muhafaza etmelerine imkân kalmaması; şu veya bu “yüksek” (yukarıdaki) krizlerin, yani ezilen sınıfların hoşnutsuzluğuna ve isyanına yol açan çatlakları yaratacak egemen sınıflara has siyasi buhranların patlaması… Devrim için, alışıldığı gibi yaşamayı “aşağıdakilerin istememeleri” kâfi değildir, aynı zamanda alışıldığı gibi yaşamaya “yukarıdakilerin muktedir olamamaları” dahi lazımdır;
2) Ezilen sınıfların zorunluluk ve yoksulluklarının her zamankinden fazla keskinleşmesi;
3) Barışçıl devirlerde kendisini usul usul çapul edilmeye bırakan, fakat bütün buhran şartları içinde olduğu gibi, kasırgalı zamanlarda başlı başına tarihî ayaklanmaya içinden bir çekiliş duyan kitle faaliyetinin, yukarıda söylenen sebeplerle, anadan doğma imişçesine (fıtri sayılacak derecede) yükselmesi.” (Lenin, İkinci Enternasyonal’in Krahı[Çöküşü], s. 139-140)(s. 81)
Bölümün sonunda “Yukarıda sayılan bütün belirtiler (alametler ) belirdi ve iş o raddeye geldi mi, artık pratik ihtilale (devrime), yani İSYAN kapısına dayanılmıştır.” Diyerek, İSYAN başlıklı 5. Bölüme getirir bizi Kıvılcımlı. Önce kısaca İSYAN’ı tanımlar:
“İsyan, kitleler içindeki devrim mayalanışının fiili biçimde patlak vermesidir.”(s. 85)
İsyan karşısındaki yanlış ve doğru tutumları şöylece belirler:
“1- Ya isyan önünde yalnız bir sürü ukalaca VAİZLERDE bulunmanın her şeye yetip artacağını iddia ederler,
2- Yahut da devrim DURUMU var olmadığı halde anarşist dengesizliğine kapılarak isyanla oynamaya kalkarlar.
Gerçek devrimciler:
1- Ne isyanla oynarlar ve isyanı ellerine yüzlerine bulaştırırlar,
2- Ne de kollarını kavuşturup isyanın gökten zembille inmesini beklerler.
Devrimcilik, her iki çeşit sapıtmadan uzak kalarak, her şeyi yerli yerinde, vaktinde ve zamanında, tam ve kesin olarak yapmaktır.” (s. 85)
İsyanın örgütlenmesi gerekliliğini, İsyanın niçin, ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğini tartıştıktan sonra sıra gelir İSYAN BASAMAKLARI’na.
“Devrimin strateji basamakları başlıca üç konaktır:
“1- Orduyu toplamak,
“2- Orduyu hazırlamak,
“3- İsyanı hazırlamak…
“Bilindiği gibi, bir savaşı yapmak için her şeyden önce ordu bulunmalıdır. Ancak sırf bir ordu toplamak, orduyu takımlara, bölüklere, alaylara ayırmak yetmez. O bölümler arasındaki ilişkiyi belirlendirmek, orduyu talim ve terbiye ile eğitip öğreterek yetiştirmek, manevralarla hazırlamak lazımdır.
“Ancak o GENEL HAZIRLIKLAR hazırlandıktan ve tamamlandıktan sonra savaş, yani isyan başlayabilir.(s. 89)
Bu önemli saptamayla, günümüzdeki her protestoyu, yer yerel direnişi İSYAN sayan devrimcilere de ders veriri adeta Kıvılcımlı. İsyanın zamanını ise son derece net bir biçimde belirler:
“Bütün bu durumların özeti şudur:
“a) Yukarıda (hâkim sınıflarda ve egemen idarede) siyasi bunalım,
“b) Ortada (küçük burjuva devrimcilerinde) siyasi tereddüt,
“c) Aşağıda (işçi ve çalışkan halk tabakalarında) siyasi hareket…
“Bu üç başlı deprem son kertesini bulduğu anda devrimci ürününü verecek olan isyan saati çalmış demektir.” (s. 95)
Ondan sonra meselenin en önemli noktasına gelinir. Yani İSYAN hangi güçlerle ve nasıl başarılacaktır? Bu konuda da gün ışığı kadar net saptamalarda bulunur:
“Devrim ve isyan şüphesiz kitlenin ayaklanmasıyla başarılır. Fakat bu kitlenin, zafer kazanması için, silahlı dövüş için ÖRGÜTLÜ ve MERKEZİYETLİ bir sevk ve idare altında yürümesi gerekir. Dağınık, silahsız, örgütsüz kitle yenilir. Egemen sınıflar her zaman daha iyi örgütlü bir avuç savaş gücüyle (polis, jandarma, ordu ile) karşı çıkar. Onların bu teknik üstünlüğüne halk çoğunluğunun büyük kitlesi ağır basarak teraziyi denk getirebilir. Ancak, yeterince ağır basma ve yenmek için, mutlaka kuvvete karşı kuvvet, zora karşı zor, silaha, örgüte, merkeziyete, disipline karşı silah, örgüt, merkeziyet, disiplinle cevap verir. Çivi çiviyi söker. Her kuvvet ve zor tatbiki gibi, isyanın da kuvveden fiile çıkması, bir sıra şekil ve parolalar ister. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- İsyan kuvvetini ÖRGÜTLENDİRMEK,
2- İsyan kuvvetini GÜTMEK,
3- Bir de, isyanın bir başka konağı demek olan ve ayrıca incelenmeye değen PARTİZANLAR HAREKETİ… vardır. (s. 99, majiskülleyen Kıvılcımlı)
Dikkat edelim: PARTİZANLAR HAREKETİ deniyor. Yani işçi sınıfı hareketini güdecek bir parti ve onun partizanları olmadan isyan olmaz, olursa başarıya ulaşmaz.
Daha sonraki İSYAN ÖRGÜTÜ bölümünde son derece ayrıntılı bir biçimde isyanın pratik örgütlenmesi üzerine öneri ve uygulama örnekleri ortaya konur.
Yedinci bölüm direk PARTİZAN HAREKETİ başlıklıdır ki, artık fiilen isyan ve devrimin sokak hareketlerine gelmişizdir. Partizan hareketinin şartları da şöyle sıralanır:
“a) Prensip Şartları:
“Aşağıdaki saydığımız başlıca noktalar Partizan savaşının göz önünde tutulması gereken prensip şartlarıdır:
“1- Ekonomik Kriz şartı: Mesela işsizlik ve açlık keskin biçimler almıştır.
“2- Siyasi Kriz şartı: Mesela gericilik halka karşı azgın ve silahlı saldırılara girişmiştir, kanunlu kanunsuz çeteciliğe başlamıştır. O sırada isyan ya başlamıştır yahut bozguna uğramıştır.
“3- Öncü Sınıf şartı: Hareketin özünü İşçi Sınıfı temsil etmelidir. Genellikle çalışan tabakalar temsil etmelidir. Çünkü ancak alın teri ile çalışan insan avantüre [maceraya] en az kapılan insandır. Partizan hareketi, gerekince, esas bakımından haklıdır. Bu tartışma götürmez. O zaman düşünülecek nokta hareketin MEŞRU olup olmaması değildir. Düşünülecek tek şey devrimci keşif kolunun (öncünün) bu işe HAZIRLIKLI olup olmamasıdır.
“4- Hazırlık şartı: Partinin harekete verebileceği sosyalistçe BİLİNÇ ve ÖRGÜT kertesidir. Eğer bu bakımdan Parti kendi gücünü yeterli göremiyorsa, sırf hazırlıksız oluşu yüzünden “BAZI YERLERDE” bu “İLKEL (stihınnıy) MÜCADELE” den vazgeçilebileceği düşünülür.
“b) Uygulama Şartları:
“Partizan hareketinin yukarıdaki prensiplere uygun gelen şartları bir arada bulununca, Partizan savaşının eylem olarak yürütülmesine sıra gelir. Partizan dövüşünün iki hedefi vardır:
“1) EKS (ekspropriasyon: Müsadere),
“2) TERÖR (Tedhiş: Zılgıt)… (s. 119)
İsyanın başarıyla sonuçlanması halinde varılacak aşama GEÇİCİ DEVRİM HÜKÜMETİ’nin oluşturulması ve devrimin pekiştirilmesi aşamasıdır. Devrimin pekiştirilmesi demek, İşçi Sınıfı Diktatörlüğünün kurulup oturtulması demek. Peki ne anlamalıyız İşçi Sınıfı Diktatörlüğünden?
“İşçi devrimi ile doğan devlet biçimine niçin ‘Proletarya Diktatörlüğü’ diyoruz?
“Çünkü halk çoğunluğu, burjuvazi üzerine, burjuvaziye siyasi hak vermeksizin egemen olur ve burjuvaziyi SINIF OLARAK ezer.
“Oysa, burjuvazi her ülkede azınlığın azınlığıdır. Ezici çoğunluk emekçi halktır. Öyle ise, çoğunluğun azınlığı ezmesine diktatörlük denilebilir mi?
“Herkesin bildiği demokrasi, azlığın çokluğa uyması demektir. Azlığın çokluğu ezmesi düpedüz diktatörlüktür. Onun için burjuvazi tarihte kendi diktatörlüğünü, yani bir avuç adama çoğunluğu ezdirişini açıkça yürütürse buna “diktatörlük” adını verir. Bu diktatörlüğü bir takım uyutucu kurallarla maskeleyebilirse, “demokrasi” diye yutturur. Bu yüzden burjuva açık diktatörlüğüne “KİŞİ DİKTATÖRLÜĞÜ” adı verilmek icap eder. İşçi Sınıfının bütün kitlelerle iktidara gelişi, yeryüzünde eşi görülmemiş demokrasinin gerçekleşmesidir.” (s. 127)
Bundan sonraki bölüm olan İŞÇİ VE KÖYLÜ SINIFLARININ DEMOKRATİK DİKTATÖRLÜĞÜ’nde daha sonraki eserlerinden Bilimsel Sosyalizmin Doğuşu eserinde de tekrarlayacağı gibi Paris Komünü deneyiminin değerlendirmesini yapar. İşçi Sınıfı Diktatörlüğü olarak kurulup, ancak 70 gün yaşayabilen bu muazzam deneyimi enine boyuna inceler, hatalarını, eksiklerini de göze batırır.
Ve tekrar döneriz GEÇİCİ DEVRİM HÜKÜMETİ ve onun kısa ve orta vadeli görevlerine. Bu başlıkta Geçici Devrim Hükümetini doğuran şartlar, bu şartların yüklediği görevler tartışılır. Şartları uygun ve görevlerinin bilincinde olan Bir Hükümete sosyalistlerin de örgütlü bir biçimde katılması ve hedeflerini ortaya koyarak Geçici devrim Hükümetini sevk ve idare etmesi gerektiği de anlatılır bu bölümde.
Ve nihayet kitabın 7. Ve son bölümüne geliriz: TERÖR
“Her büyük devrim hareketi, kendisine karşı kullanılan zorba kuvvete şiddetle cevap vererek büyür ve üstün gelir. Buna “TERÖR” (Tedhiş: Zılgıt) adı verilir.” (s. 143)
Diyerek açar bölümü ve aşağıdaki cümlelerle iyice tanımlar Terör’ü:
“Terör, zılgıt bir silahtır. O silahı kullanmak, önceden iyidir veya kötüdür diye ezbere hükümlere bağlanamaz. Her silah gibi, terör de mutlak ve soyut kanaatlere göre işlemez; SOMUT duruma göre değer ve ölçü kazanır…
“Terörü kaçınılmaz bir prensip olarak ret ve inkâr etmemek, onu gelişigüzel uygulamak anlamına gelmez. Her tedbir gibi, terörün de bir takım şartları ve yöntemleri vardır.” (s. 146)
Bundan sonra Terör’ün sebepleri, sonuçları, biçimi ve başarılı olma şartları tek tek sıralanıp açıklanır. Ve en son olarak; son bölüm olan KIZIL TERÖR bahsine geliriz:
“Her devrim, iktidar mevkiine geldikten sonra, irticaı başkaldıramayacak duruma sokmak zorundadır…
“Proletarya devriminin baş kanunu; açık ve korkusuz olmaktır. Çünkü proletarya devrimi, bizzat halkın kendi büyük çoğunluğunun büyük çıkarı adına terör yapar…
“İrtica, her zaman zorba kuvvetle, cebirle, şiddetle iş görür. Onun için düşmana elham okunmaz. Çivi çivi ile sökülür. Zorba irticaı, gene ancak zora başvurmakla, cebir ve şiddetle temizlenmelidir. Fransız Büyük Devrimi’nde Danton’ları olağanüstü kanunlar ve devrim mahkemeleri kurmaya götüren sebep, o zamanki irticaın ortalığa yaymak istediği dehşet oldu.
“Gericiler ortalığa dehşet verirken halk armut toplayamaz. Adeta kendiliğinden, zılgıta karşı zılgıt yapmaya kalkar. Halk zılgıtının bütününü bilinçlendirip örgütlendirmek, her devrimin ilk görevidir.” (s. 149-150)
Ve en son paragraf olarak, devrimden yana olan herkese, ikirciksiz bir biçimde Kızıl Terör konusunda tavrını açıklar Kıvılcımlı. Kızıl Teröre karşı olanlar mutlak surette Ak Terör(Burjuva terörü)’ün yanında olurlar der:
“Başka türlüsü düşünülemez. İrticaın direnişi sürüp giderken, ak terör ortalığı kasıp kavururken, kızıl terörü beğenmeyenler ve istemeyenler, bilerek bilmeyerek irtica uşaklığı yapıyorlar demektir. Kalleş sosyalist olan Menşevikler, hatta bir zaman terörcülüğü biricik mücadele silahı saymış olan Sosyalist Revolusyonerler bile, Bolşeviklerin kızıl terörüne karşı durmak isterken, ak terörü tutmuşlardır. (s. 150)